Bir zamanlar affetmenin değerini oğluna anlatmak isteyen bir baba oğluna bir görev verir. Der ki: “Sana karşı her kim bir hata işlerse, bir patates alacaksın ve üzerine hata işleyenin adını yazıp, şu çuvalın içine atacaksın. Ve bu çuvalı yanında sürekli taşıyacaksın”. Çocuk haftaya boş çuvalla başlar ancak arkadaşları hata yaptıkça çocuk da her bir hata için çuvala patates koyar. Çuval haftanın sonuna doğru o kadar ağırlaşır ki artık çocuk çuvalı taşıyamaz olur. Babasına çuvalı taşıyamadığını söyler. Babası çuvalın içindeki patateslere bakmasını ve affettiğini çıkarmasını söyler. Çocuk başta bunu yapmak istemez. Ancak çuvalı taşıyamaz hâle de geldiğinden bazı hataları affetmeye başlar. Sonunda tüm hataları affeder. Böylece müthiş bir hafiflik yaşar.

Evet, affetmek en ziyade affedenin yükünü hafifleten bir erdemdir. Ne var ki, gurur yüzünden ilk adımı atmak ve böylece kırgınlık ve kızgınlıkları gidermek çoğu zaman oldukça zordur. Osho, "İlk özür dileyen en cesur, ilk affeden en güçlü, ilk unutan en mutlu…” der. Ancak lanet olası gurur çoğu zaman bize engel oluyor.

Geçmiş yıllarda bir kişi ile haklı olduğum bir tartışma yaşadım. O tartışma bende olumsuz bir tesir yarattı. Bir kaç gün geçmesine rağmen olay, tesirinden bir şey kaybetmedi. Bu durumun yaşamımı olumsuz etkilediğini görünce eyleme geçme kararı aldım. Ertesi sabah aynı zamanda ast’ım da olan o arkadaşı çaya davet edip sohbet ettik. Olay ve tesirleri kendiliğinden yok oldu. Aslında ona iyilik yapmakla beraber asıl iyiliği kendime yapmış oldum.

Narsist, yani kendini adeta aşk derecesinde beğenen ukala kişilerin gururları, başkalarını affetmelerinin önüne geçer. Hele hele o insan, kendisini yeterince takdir etmemek gibi bir hata (!) yapmışsa…

Olumsuz davranışları olan kişileri incelediğinizde, birçoğunun bizim bilemediğimiz özel sorunları bulunduğunu görürsünüz. Öyleyse temel mesele olumsuzluğa değil, olumsuzluğun arka plânına odaklanabilmekte… Olumsuz bakarsak olumsuzluğu; yapıcı ve merhametli bakarsak -bakabilirsek- olumsuzluğun arka plânını görüp yardımcı olmaya çalışırız. Goethe ne güzel demiş;

Bir insana olduğu gibi davran, öyle kalacaktır. Bir insana olabileceği ve olması gerektiği gibi davran, öyle olacaktır.”

Ne var ki bunu bilmek ile uygulamak farklı şeylerdir. Uygulamak emek ister, özveri ister. Oysa insanoğlu yapısal olarak bencildir. Ancak yüce Allah insanı, bu durumdan kendini koruma potansiyeli ile yaratmıştır. Bu potansiyel ve donanım sayesindedir ki insan, kendi özgür iradesi ile meleklerden üstün bir konuma yükselebileceği gibi hayvanlardan daha aşağı bir konuma da yuvarlanabilir.

Olumsuz davranışları bir kişinin bu davranışlarını hastanın ateşlenmesi gibi görerek şifaları için dua etmeye başladığınızda onlara karşı merhamet hisleriniz uyanır. Hele ki kişi akraba ise… Çünkü akrabalık bıçak ile kesilip atılacak şey değildir. Arapça bir atasözü şöyle der. “Kan, su olmaz!” Yani akrabalık bağını isteseniz de kesemezsiniz. Kızgınlıkla bazı sözler sarf edebiliriz, hatta yemin bile edebiliriz. Ancak bu durumda yemini sürdürmek, yani yemini Allah’ın hoş görmediği bir şeye alet etmek, Allah’ın sevgisini kaybetmemize sebep olabilir. Dolayısıyla bu tür durumlarda derhal yeminimizi bozup gerekirse kefaretini ödememiz gerekir.

Affetmenin ne olduğunu öğrenmek için, önce "affetmenin ne olmadığını" bilmek gerekir. Affetmek bize tokat atana diğer yanağımızı uzatmak değildir. Ünlü psikiyatr ve düşünürler Elisabeth Kübler Ross ile David Kessler’in “Yaşam Dersleri” adlı eserlerinde ifade ettikleri gibi: “Bağışlama acılarımızı ve yaralarımızı iyileştirmenin yoludur.”

Allah Resulü, gerçek erdemin kişinin nefsini yenerek küs durduğu kişiyle barışması olduğunu bildirerek, “Asıl zorluk, kardeşiyle arasında dargınlık bulunan kişinin, hem kendi şeytanını hem de arkadaşının şeytanını mağlup ederek yanına gitmesi ve onunla konuşmasıdır.” buyuruyor. Oysa bu güzel teşviklere rağmen insan, enaniyeti yüzünden ilk adımı atmakta zorlanıyor. Kendilerini dev aynasında gören kişiler, Kur’an’ın ifadesiyle “akletseler, yani düşünseler,” âlemin büyüklüğü karşısında zerreden de küçük olduklarını görecekler; ancak daha önce bir yazımızda da söylediğimiz gibi; “Kâ, âkıl?!”

Yüce Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: "Eğer Allah¸ insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı¸ orada hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor." (Nahl 61)

Dolayısıyla affedici olmak¸ yüce Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanmanın bir yansıması ve affına mazhar olmanın da bir vesilesidir. Peygamberimiz (s.a.v)'in bir duasında da belirtildiği üzere, yüce Rabbimiz¸ affı keremi bol olan ve affetmeyi sevendir. Hatasız insan olmaz. Affetmek büyüklüktür¸ büyük bir erdemdir. Affetmek¸ hata yapanlara yeni bir fırsat vermektir. Onların hatalarını anlayıp vazgeçmeleri¸ tekrar aynı hatayı yapmamaları için tanınmış bir fırsattır. Rabbim affedilenlerden olmak için affetme erdemine sahip olmayı kolaylaştırsın.