Son üç dönem gerçekleştirilen genel seçim sonuçlarını analiz ettiğimizde Doğu ve Güneydoğu Anadolu illeri için iki önemli siyasi partinin yarış içinde olduğunu görmekteyiz: AK Parti ve son ismiyle HDP. Aslında bu durum, yani baskın iki farklı partinin mücadelesi, Türkiye’deki birkaç il dışındaki tüm şehirler için farksız vaziyette. AK Parti’nin bu mücadelesi kimi şehirde CHP ile devam ederken, kimisinde de MHP ile sürmekte. 2002’den itibaren AK Parti’nin politik yükselişiyle beraber Türkiye’deki diğer siyasi partilerin de eşdeğer ya da ters orantılı bir akselerasyon içinde olduklarını görmekteyiz. Sözgelimi, Doğunun büyükşehirlerinden Van’da AK Parti’nin oy oranları 2002’de yüzde 25.9 (66 bin), 2007’de yüzde 53.3 (162 bin) ve 2011’de yüzde 40.2 (171 bin) iken aynı şehirde HDP’nin oy oranları 2002 ile 2011 arasındaki üç genel seçimde sırasıyla yüzde 40.9 (105 bin oy), yüzde 32.5 (99 bin) ve yüzde 49.6 (211 bin) şeklindeydi.  2002’de AK Parti 6, CHP ise 1 milletvekili, 2007’de o zamanki adıyla DTP’nin 2 milletvekiline karşı AK Parti 5 milletvekili çıkarmıştı. Benzer şekilde, Antalya’da AK Parti’nin oy oranları 2002’de yüzde 21 (159 bin), 2007’de yüzde 34 (306 bin) ve 2011’de yüzde 39 (461 bin) iken aynı şehirde CHP’nin oy oranları 2002 ile 2011 arasındaki üç genel seçimde sırasıyla yüzde 30 (233 bin oy), yüzde 29 (261 bin) ve yüzde 33 (390 bin) şeklindeydi. 2002’de AK Parti 5, CHP ise 8 milletvekili, 2007’de CHP’nin 5 milletvekiline karşı AK Parti 5 milletvekili çıkarmıştı. Son seçimde ise AK Parti 6 ve CHP 5 vekil çıkardı. Peki, bu dinamizm Türkiye’ye nasıl yansıdı? Siyasal değişim, bir hayal kırıklığı mıydı yoksa muhalif kesimin ihtiyaçlarını mı yansıttı? Bu hızlı politik metamorfoz Türkiye halklarını nasıl etkiledi?
 
Kürd-fobya’dan çıkış
 
Öncelikle şu yadsınamaz bir gerçek ki AK Parti genel anlamda Türkiye halklarının kaynaşması noktasında bu süreci oldukça verimli sürdürdü. Kürt meselesinin varlığını kabul etmesi ve bu yolla yıllardır Öcalan önderliğinde süren gerilla propagandasını ve mücadelesini bir takım özel teşebbüslerle (özellikle Öcalan ile yapılan müzakerelerle) pasifize ederek Kürtlerin aktif siyasete yönelimlerini arttırması son derece hayatî bir durum. Yine aynı durum HDP ve Öcalan’ın kendilerine tabi olan çok sayıdaki Kürt halkını etnik farkındalık yaratmak üzere politize etmeleriyle de alakalı.  Son dönemlerdeki ikili ilişkiler Türkiye’nin ırksal demografik çizgisinin, diğer bir deyişle tekçi-nasyonel kimliğinin, daha ılımlı bir atmosfere dönüşmesini sağlamış ve çok önceden Türkiye’yi yöneten siyasi partilerce gizil siyasi ajandaları dahilinde minör perspektifte değerlendirilen Kürt meselesinin adeta Kürdo-fobya olmaktan çıkıp tam tersi bir etki yaratarak belirli kesimlerin empati duymasına yol açmış ve nihayetinde Kürdo-hobya algısının zeminini oluşturmuştur.  Tabi ki ülkede sürdürülen genel bir politikanın yerele de yansımasının olmaması mümkün değil, yansımanın olduğunu da AK Partinin yükselen oy oranlarıyla görmekteyiz. Bu liberal duygudaşlığın yükselişiyle beraber, çeşitli gazetecilerin, akil insanların, sanatçıların ve aktivistlerin AK Parti mensubu olma girişimleri de bu yönde bir olumlamanın varlığına kanıttır. Öte yandan, bu durumun en büyük etkileri beklendiği üzere Kürt toplumuna yansımıştır. Burada asıl üzerinde durulması gereken konu çeşitli gruplarca ve partilerce telaffuz edilen AK Parti’nin ‘Kürt oyalayışı’ ifadesinin realitedeki yeri. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılında Diyarbakır’daki konuşmasıyla çözüm süreci paradigmaları oluşmaya başlamış, 2009 yılı itibariyle de demokratik açılımın temeli atılmıştı. 2012’de Abdullah Öcalan ile görüşmelerin yapıldığı duyurulmuş, 2014’te Resmi Gazete’de Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun yayınlanarak süreç daha resmi bir boyut kazanmıştı. 
 
İki taraflı müzakereler kapsamında isteklerin realitede gerçekleşmesi elbette ki bir süreç gerektirir. O halde sürecin başladığı günden bu güne realitede neler oldu? AK Parti’nin bu süreçte sağladığı değerli yatırımlardan biri şüphe yok ki Kürtçenin devlet okulları kapsamına alınması, üniversitelerde Kürdoloji bölümlerinin açılması ve devlet bünyesindeki resmi bir kanalın Kürtçe dilinde yayın yapması. Dilin sosyal kabullenişi de yine bu kurumların işleyişiyle alakalıdır. Bu durumun Kürt halkı için son derece önemli bir rolünün olduğu muhakkaktır. Aynı zamanda bu sayede çeşitli sosyal baskıların egemen olduğu çeşitli şehirlerde Kürtçenin kabul edilirliği sağlanmış oldu. Dolayısıyla adeta mıknatısın iki zıt kutbunun analojisi olan Türklük-Kürtlük veyahut Doğululuk-Batılılık olgusu dikkate alındığında, 1980’lerden günümüze kadar var olan toplumsal ve siyasal bir meselenin çözümü şüphesiz bir olumlamayı yarattı. Yine Türkiye’nin demografik yapısı ve kültürel muhafazakârlığı dikkate alındığında, çözüm sürecinin dünyadaki benzer örneklere göre çok daha hızlı bir ilerleyişi barındırdığı ve elbette sosyo-kültürel ve sosyo-politik açıdan pozitif sonuçlarının alındığı şüphesizdir. Sürecin zemine oturtulduğu andan bu güne kadar ‘Bırakuji’ olmaması bunun en büyük tezahürüdür. Sayılarını telaffuz etmekten çekindiğimiz ölüm haberlerinin minimum seviyede oluşu bu sürecin en değerli müjdesidir. 
 
AK Parti’nin Türkiye için en değerli bir diğer yatırımı da sosyal etkilerinin ve özellikle çözüm sürecine etkisinin pek değerlendirilmediği üniversitelerdir. Yeni kurulan üniversitelerin kurulduğu şehirler ve bu şehirlerin demografik inşası göz önünde bulundurulduğunda gerek halklar arası etkileşim, gerek kişilerarası iletişim ve eğitim ve gerekse toplumsal entegrasyon açısından yıllardır biriken ütopik beklentilerin bu sayede idealize edildiği görülmekte. Üniversiteler aracılığıyla toplumsal hareketlerin yaşanması, günümüz insanlarının karşılıklı değer yargılarını, insani hak ve hürriyetlerini, temel görevlerini daha nesnel ve bütüncül değerlendirmesine sebep olmakta ve bu yolda hümanist bir zemin yaratmaktadır. Yine AK Parti’nin ortam hazırlamasıyla, daha cesur kalemler daha gerçekçi konular ve problemler etrafında yoğunlaşmakta, AK Parti’nin sahiplenmiş olduğu ‘yeni Türkiye’ hedefi bu bahsi geçen paradigmalarla bütünleşmektedir. 
 
Özetle, AK Parti yeni Türkiye’nin muasır mucididir. Bilhassa Kürt meselesi ve çözümü noktasında ürettiği fikir özgürlüğü sözde Türkiyecilerin telaffuz ettiği ‘Türkiye bölünüyor’ tezvirinin aksini ispat ediyor: AK Parti ile birlikte ilk kez Kürtler kendilerini Türkiye halkı olarak görüyor. İlk kez Türkiye bir bütün oluyor.