Son zamanlarda yaşadıklarımız.

Kentle ilgili tartışmalarımız.

Kazanımlarımız, kayıplarımız bende ilginç bir şey oluşturdu.

Şunu farkettim.

Kentin mevcut halini, geleceğini konuşmak bir yana, çok acayip konulara odaklanıyoruz.

Sanki hiçbir sorumuz yok da sadece bu kentte konuşulması gereken sadece birkaç isim varmış gibi tüm her şeyi belli başlı isimler, kurumlar üzerinden yürütüyoruz.

Herkes birilerine saldırma, deliler gibi eleştirme, ezme, kötüleme, karalama peşinde!
Kimse olumlu bir yaklaşım sergileyerek kentin temel sorunlarını çözme konusunda bir yerlerde değil artık.

Dikkat edin sosyal medyada hep büyük kavgalar var!

Birileri hep birilerine hakaret ediyor!

Birileri hep gözünü kapayıp deliler gibi saydırıyor!

Ortak bir masada oturduğumuz, kenti konuştuğumuz yok.

Her birimiz belli gruplar halinde birilerinin taraftarı olmuş bir şekilde farklı kavgalarda yer buluyoruz.

Her birimiz ‘birilerinin adamı’ kategorisine yerleştirilip kavgalara çekiliyoruz.

Susmak falan olmuyor.

“Bağırın, çağırın” diyorlar.

Bizi taraftarlığa davet ediyorlar.

Ama kimse oturup da “Bu kentin taraftara ihtiyacı yok” demiyor.

Kentin büyükleri diyebileceğimiz yöneticileri, STK temsilcileri arasında müthiş bir gerginlik var ki bu geçmişten bu yana Van’ın değişmeyen, gelenek haline gelen bir konusu…

Onların tartışmaları kentin genel anlamdaki ruh haline fazlasıyla sirayet ediyor.

Ve dikkat ettim.

Gençlerimiz, yeni nesillerimiz, umudu bağladığımız kuşağımız da büyükleriyle aynı kültür ortamında yetişiyor.

Büyüklerin bıraktığı yerden gençler devam ediyor.

Ve bir garip alışkanlık daha.

Gençler popüler olmanın kısa yolunu farketmiş durumdalar.

Meşhur olmak istiyorlarsa, birilerinin onları takip etmesini istiyorlarsa gözlerine ‘popüler’ birisini seçip onu hedefine alıyor.

Sonra Allan ne verdiyse saydırıyor.

Yanına birkaç da destek aldı mı tamamdır!

Eleştirmekle, sürece katkı sunmakla, yapıcı olmakla değil birilerine hakaret etmekle kendince ‘popüler’ olduğunu düşünüyor.

Önüne geleni biçiyor.

Tam anlamıyla bir provakasyonun parçası olup bunun üzerinden bir kimlik inşa ediyor.

Sonrası biliyorsunuz.

Memleketin ‘bela’ tiplemeleri olup istisnasız her kurumun, siyasetçinin, yöneticisinin, STK temsilcisinin her yazdığına bir kulp bulup kendisine malzeme çıkarıyor.

Bıraksan kendi kimlik inşasıyla, kendi bireysel meziyetleriyle bir şeyler yapsa kent adına daha yararlı bir birey olacakken, birkaç beğeni, paylaşım, kısa süreli popülerlik kazanmak adına ‘arıza’ bir tip oluyor.

Arıza olmayı tercih ediyor!

Yazık değil mi peki?

Olmaz mı…

Böylesi bir dezavantajlı kent kendi kentine, kendi insanına bu kadar düşman bir anlayışla, kültürle büyümemeli!

Bu işin kısa vadedeki getirileri düşünülmüyor ama bu gidişat hayra alamet değil.

Gençlerimiz yapıcılıkla değil yıkıcılıkla yetişiyor.

Ona nasıl iş yapılırdan çok nasıl yıkılır konusunda ders veren büyükleri bu kente de geleceğine de ihanet ediyor.

Ayıp, günah, ahlak, akıl, fikir dinlemiyorlar!

Yabancıları sevip kentin evlatlarını adeta doğruyorlar.

Yeter ki birileri onlara alkış tutsun, onların sırtını sıvazlasın.

Kent ne kazandı? Ne kaybetti?

Kimsenin umrunda değil.

Anlayacağınız azizim bu gidişat korkutuyor.

Bu hal hal değil.

Üzülüyorum ve endişe ediyorum!
Birilerinin buna dur deyip gençleri uzlaşı masasına oturtması gerekiyor.
Yoksa şimdilerde tam anlamıyla dağıtılmaya çalışılan bu masa bir daha asla toparlanmayacak!

Yazık olacak.

Biz kaybedeceğiz.

Çünkü bize taraftar değil.

Aktör lazım!

Oynayan, kazanan, kazandıranlar lazım!

Artık bu taraftarlık işinden vazgeçelim.

Yeter.

Vallahi de yeter!