Bestesi aşk, güftesi yalnızlık olan ve muhayyerkürdî makamında okunan bir şarkıdır gece. Radyoda çalan ahir zaman yalnızlık, bir şiir gibi dizile durdu masamda ki gece, karla sevişik! Güneş çıkar diye çıktığım bütün balkonlar şahane bir geceye büründü. Yer ve gök kapkızıl! Dilimde, kar gibi inceden konan hafif bir şarkı:

“Bir kızıl goncaya benzer dudağın
 Açılan tek gülüsün sen bu bağın”

Hüznün dibinde gezinen cümlelerim yeni bir sayfaya kapı aralıyor. Kalem, yazacak yer arıyor! Avcuma yazıyorum bütün hüzünlü sözcükleri. Kar serpile serpile yağıyor. Gökyüzünden lapa lapa hüzün yağıyor ve yürek kar kesiği. Buzdan burun, yalancıktan duman çıkarıyor.

Radyodaki hüzün tükeniyor; zaman kar gibi akıyor. Sessizlikten çıldırmak üzere olan gece, yalnızlığın öksürüğüyle yankılanıyor. Düş üşüyüp gece çığlık atıyor ve bundan ötesi korku seansıdır bütün yalnızlıklar; biteviye kederdir içilen her sigara.

Sigarayı bırakıp yazmayı düşünüyorum. İçecek bir şey bulamıyor sigaraya abanıyorum! Hüzne eş, geceye yoldaş bir sigara daha yakıyor ve hayat diyorum: Kalın, fosforlu bir kalemle üstü çizilen kimi gözalıcı sözcükler gibidir. Yaşamla yaşamak arasında keskin bir yerde duruş sergiler. Bu duruş öyle sıcak, bu duruş öyle soğuktur! Hafif meşreptir hayat. Hem nazlı dahi zillidir. Göz kırpar ve göz kısar..!

Dışarıda kar yağıyor; içime hüzün. İsyankâr birkaç cümleye yataklık ediyor bütün kötümser düşünceler: Üşüyen ellerim! Kar soğuğu düşlerinizle ellerimden tutmayın. Güneş, gündüzle sevişiyorken gece yıldız gibi titremesin gayrı. Her keder, benzer bir ayrılık yaşar gökten kopan kar gibi. Kar yağsın ama kar soğuğu ellerinizle düşlerimden tutmayın.

Sıradaki parça gibi ayazla gelen soğuk, bütün üşüyenlere geliyor. Üşüyorum; ellerim, sobanın duman yutan borusunda. Ölümden korkuyorken kendimi soğukla olan savaşın orta yerinde buluyorum. Sonra savaş, vahşi bir hayvan gibi karşımda sırıtıyor. Derken savaş diyorum: Suriyeli bir çocuğu kanlı gözleriyle oyuncak bebeğini arıyorken görüyorum. Filistin’de hırpalanmış bir çocukluk ve ambargo yemiş bakışlar görüyorum. Afganistan’da paramparça bir beden; Irak’ta bölünmüş bir düş görüyorum. Kosova’da kapı arkasına saklanmış bakire korkusu; Afrika’da açlık görüyorum. Ve merhamet ve adalet görüyorum yeryüzünü koşarak terk ediyor. Ve adalet görüyorum, İlahi adalet, elbet..!

Parmaklarımın üşüyen ucunda kıvrılan sigara ateşine bir adım kala öpüşünü hatırlıyorum. Andığım bütün öpüşmeler soğuk, keskin ve ince bir sızı gibi. Aşırı dozda tükenme hissi ve soğuk, düşünceyi felç ediyor. Seni düşünmeyi bir kenara bırakıp sancılı bir yazıya, uzun bir geceye hazırlanıyorum. Gece, iki perdelik bir oyun gibi. İlk perdesi bitti. Perde çekildi! On ömürlük mola henüz başladı! İkinci perde, yarım yamalak cümleler. Seni düşünmek beni tüketiyor! Tükeniyor, tükeniyorum.