İlkokul 3. Sınıftaydı. Müdür kapıyı çaldı bir gün. Öğretmene tiyatro gösterisi için öğrenci seçeceğini söyleyip sınıfa döndü ve katılmak isteyen öğrenci olup olmadığını sordu. Adresi belirsiz bir cesaret gelip oturdu kalbine. Parmağını kaldırmıştı bile. Müdür onu da seçti tiyatro çalışmalarına. Müdürün ‘yarın hazırlıklı gelin’ talimatıyla heyecanlanarak vardı eve. Bıyıklı bir adamı oynayacaktı. Evdeki eşyalara sinsi sinsi göz gezdirdi. Durdu, biraz düşündü. Yatak odasına geçip annesinin geçenlerde bağladığı yastıklardan birinin dikişini söktü, içinden biraz yün çıkardı. Yünü aldı, üst dudağının üzerine yerleştirip ayna karşısına geçerken yün yere düştü. Tekrar aldı, bir şeyle onu tutturması lazımdı yüzüne. Ağabeyinin çantasındaki uhuyu alıp yün parçasına sürdü, böylece yapışkanlı bölgeyi üst dudağının üzerine tekrar yapıştırdı. Sonra gidip yatağına uzandı. Yatıp uyuyayım da yarına kadar bıyığım kurusun, iyice yapışsın diye düşünüyordu.

 

Erciş’te soğuk bir kış akşamı sıcak konteynırda otururken ‘Tek bir şeyi merak ediyorum Nazif başkan. Tiyatro aşkın nasıl başladı?’ diye sorduğumda o böyle benim yaptığım gibi ciddiyetle anlatmamıştı tabi. O sorumu yanıtlarken kahkahalar gecenin sessizliğini delip konteynırın dışına taşıyordu. Sıradan bir bıyık macerası değil ki bu. Gülüyorduk. Çünkü sahnenin dışında farklı bir kimliğe bürünüp de ciddi, keyifsiz ve soğuk bir insan olmayı hiç beceremedi Nazif Çetin. Sahnede neyse, dışında da oydu. Onu iyi tanıyanlar günlük hayatta ‘nasılsın’ diye sorarken bile vereceği yanıtın ardından kahkahayı basacaklarına eminler. Onunla yemek yiyenler, yolculuk yapanlar, oturup kalkanlar Nazif başkanın heybesinde her daim halihazır kahkahalar olduğunu bilirler. Bilirler ve öyle davranırlar. Örneğin ben, yaptığı şakaya halihazır boğazıma düğümlenen kahkahayı koyverip ağzımdaki meyve suyunu püskürterek tayfaya mahcup olduğumdan beri hazırlıklı ve temkinliyim.

 

Yastık yününden bıyık yapalı yıllar oldu. Büyüdü o çocuk. 12 yıldır tiyatroyla iç içe. Uzunca zamandır Van, komşu il ve ilçeler dahil, pek çok yerde yazıp çizdiği ya da uyarlama alıntıladığı oyunları sahneleyerek binlerin kalbine giriyor. Bir dakika… Van ve çevresi mi dedim? Tunceli’yi, İstanbul’u, Ankara’yı, Gebze’yi unuttum sanırım. Türkiye’yi dolaşıyor desem yeri. Şanslıyım; çünkü söz konusu turnelerde son iki yıldır program sunucusu olarak eşlik ediyorum onlara. Lafı açılmışken sunumlarda onları hiç mahcup etmediğim, hatta onlara yakışır sunumlarla yeteri kadar beğenildiğim kabalığına da girmiş olayım. Böylece keyifli yolculuklarla, ekipten Kadir’in gitarıyla söylediği şarkılarla, nam-ı diğer Mazlum’un, Nazif başkanın canı sıkıldıkça stres topu yerine kullandığı Hasan’ın soğuk esprileriyle dolu dolu iki yılı da devirmiş olduk birlikte. Bitlis en güzeliydi sanırım. Defalarca çıktığımız o sahne bize alkış ve övgülerin en güzelini armağan etti. Van da öyleydi. Kampüsteki kültür merkezi gecemiz unutulmazdı. Adilcevaz başkaydı. Program öncesi sahnede hazırlık yaparken Hasan’ın arka dönük halde küt diye sahneden düşmesine biz kahkaha atarken seyircinin sadece sessizce ve soğuk soğuk bakması nasıl da ödümüzü koparmıştı: Hasan’ın paldır küldür yere yuvarlanmasına gülmeyen seyirci skeçlere gülmez!...

 

Erciş hüzünlüydü bizim için. Olmayan bir kültür merkezinin hayaliyle camları kırık, kış vakti içi buz tutmuş soğuk salona seyirciyi doldurup gösteri yapmaya mecbur olduğumuz için kızardık kendimize, camları kırık salon için bile başkandan kira alan okul müdürlerinin bir gün sanattan anlayacağını umarak…

 

Sesi ayrı büyülerdi seyirciyi Nazif başkanın. Skeç aralarında seyirciye kahkaha arası soluk aldırma niyetli sahneye çıkıp da gözleri kapalı ‘ Lo Şivano’ diye içlenmeye başladı mı bir alkış daha kopardı ‘on parmakta on marifet’ fısıltıları eşliğinde. Türküleri de skeçler kadar ilgi görürdü anlayacağınız. Program sonrası ev sahipliği yapan kurum ya da sponsor firma ekibimizi yemeğe götürdüğünde önceden masalara dizilmiş olan salata tabaklarındaki limonları görür görmez Nazif başkan yüzünü buruşturup çıldırmışçasına masayı terk ederdi. Garsonlar bir anlam veremezdi bu duruma. Hemen bir hareketlilik başlardı hepimizde. Onların kulağına ‘başkanımızın limona tiki var’ diye fısıldayan Ömer Faruk, garsonların harekete geçmesine fırsat vermeden bütün tabaklardaki limon parçalarını eliyle toplayıp garsonlara gider ve avucundaki limonları onların avucuna doldurup yumuşak ve şaka yollu bir talimatla ‘kaldırın şunları başkanın gözünün önünden’ derdi. Salatada limon sevenlerin bu yüzden limondan mahrum kalmaları da ayrı bir enfesti. (Bu bölümdeki sarı renkli turunçgil güzelinin ismini okurken bana defalarca hesabını kestim diye söyleneceksin Nazif başkan, biliyorum. Affetmeyeceksin de ama bugün haylazlığım tam da yazarken devreye girdi, hoş gör.)

 

İstanbul’da Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün deprem mağduru ekibimizi sahnelerinde ağırladığı gecede sergiledikleri ve ünlü sanatçı Selahattin Taşdöğen’in de oynadığı deprem skeci herkesi hüngür hüngür ağlattığında öğrenmiştik hayatın iki yüzü olduğunu. Birinin mutluluk, diğerinin keder ve acı olduğunu.

 

Ve derken… Yıllardır her gece gördüğü bir rüya için tiyatro turnelerine, alkışların kulak çınlattığı programlara bir süreliğine ara vermek durumunda kaldı Nazif Çetin. Aslında istediği de buydu. Yani o rüyayı ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmek ve sevenleriyle bir sinema filminde buluşmak zorundaydı. Film rüyasını sıradışı kılansa, coğrafyamızın kültürel, sosyal ve turistik özelliklerini sonuna kadar barındıran bir yapıtı seyircinin belleğine kazıyacak bir projeyle sunmak istemesiydi. İlki imkan kısıtlılığı sebebiyle yarım kaldı. Zamana bıraktı Nazif, demini alsın diye hayalleri. Aldı da… Kolları yeniden sıvadığında şevkinden hiçbir şey kaybetmemişti. Yakın dostlarını topladı. Manevi desteğiniz lazım, arkamda durun dedi rica yüklü bir ses tonuyla değil her Vanlı’nın ve Ercişli’nin taşıması gereken sorumluluk ve memleket duygusunun bilincinde bir ödün vermezlikle… Yumruğu masaya sert vurdu tabiri caizse… İlk etapta ihtiyacı olan desteğin ne kadarını aldı orası tartışılır ama Erciş’teki mülki amirimizle film için görüşürken elindeki her şeyden, bütün maddi imkanlarından vazgeçmeye hazır olduğunu gördüğümde anladım ki Vangölü Canavarı bu kez yola çıktı, geliyor. Geldi de… Vizyona girmeden günler önce güzel Van’ımızın Maraş caddesinde asılı kocaman afişlerini gördüğümde duyduğum gururun iki katını sanırım Nazif Çetin ve ekibi de duymuştur. Film duyarlılığına minnettar olunacak Vanlı işadamlarının da maddi katkısıyla vizyona girdi. 450.000 liraya mal olduğunu anlatırken rüyanın gerçek oluşunun gizli gururunu taşıyordu Nazif başkanın ses tonu. Neden gurur olmasın ki… Yıllardır tanıtmayı, ülke ve dünya platformuna taşımayı doğru düzgün beceremediğimiz tarihi ve doğal güzelliklerimizi, Van ve Erciş’in otantik kimliğini her kimlikten, her etnik kökenden insanın takip edeceği görsele taşımayı başardı. Günümüz şartlarında sinema kültürünün hayatımızdaki vazgeçilmez yeri de göz önüne alınırsa Vangölü Canavarı adı altına gizlenmiş kültür zenginliğimizi tanıtmak için ne denli yerinde bir seçim yaptığı da anlaşılmış olur. Bol izleyici diliyorum ben Vangölü Canavarı’na… Dilemek yetmez tabi. Hepimiz arkadaşımızı, sevgilimizi, eş dostumuzu yanımıza katıp tıklım tıklım doldurabilmeliyiz sinema salonlarını. Yazıp çizebilmeliyiz yalnız artılarını değil, gözden kaçmış eksilerini de… Yeter ki bir arpa boyu yol alınabilecek ve filme hakettiği primi kazandıracak yapıcı eleştiriler olsun. Korkmayın, yazın, eleştirin, olmuş ya da olmamış deyin. Üzerinde kafa yormaya değer olan asıl şeyin verilen emek olduğunun ayırdına vararak tabi…

 

Vangölü Canavarı beyaz perdenin büyülü atmosferinde bize gülümsesin diye ekibin gözbebeği arabasını da gözden çıkardı Nazif Çetin. Onunla konuşup şakalaştığı günleri anımsayıp sessizce gülümsüyorum bu satırları yazarken. Kadın düşkünü bir adamı canlandırdığı Hacı Sıddık skecinde binlerce insanın diline pelesenk olmuş bir repliği vardı başkanın. Güzel bayan ona işveli işveli ‘Hacı Sıddıııııık’ diye seslenirken aşka gelen Hacı Sıddık ‘Wî caaaaaan’ diyerek bayana karşılık verdiğinde alkışlara kahkahalar eşlik ederdi salonda. Sonunda ‘Wî caaaaan’ slolaganlaştı ve başkanın arabasının arka camında yerini aldı. Gitti o araba. Vangölü Canavarı beyaz perdeden bize gülsün diye gitti. Fakat bize yastık yününden bıyık yaparak işe koyulmuş yürekli bir adamın öyküsünü bıraktı. İyi seyirler Türkiye…