“Hastalıkla savaşanları izlemek kim olduğumuzu ve biz olmayan her şeyden soyunmamız gerektiğini açığa çıkarır. Ölüm yatağına düşmüş bir kimseyi gördüğümüzde, öncesinde üzerine odaklandığımız kusurlarını, yanlışlarını görmemeye başlarız. Artık yalnızca hastayı yani kişiyi görürüz, çünkü yaşamın sonunda tıpkı çocuklar ve bebekler gibi daha gerçek, daha dürüst, daha kendileri olurlar.”

Hasta olup; unvan ve sıfatlarımız geride kalıp yalnızca kendimiz kaldığımız günler geldiğinde, kendimize şu soruyu yöneltmek zorunda kalırız: "Ben bu sıfat ve unvanlara sahip değilsem (İyi komşu, iyi arkadaş, kötü yoldaş...) öyleyse kimim?"

İnsanoğlunda (Özellikle Doğu ve Ortadoğu toplumlarında) kendini değersiz hissetme duygusu hakimdir. Bu nedenle kendimizi toplumda itibarlı-değerli hale getirmek için çırpınır durur ve karşımızdakinin onayını kazanmak için şekilden şekile gireriz. Karşımızdaki bunu görüp değer verdiğinde de mutlu oluruz.

Ancak kişinin bize değil ona yaptığınız hizmet ve iltifata değer veriyor olmasını gözden kaçırırız. Aslında onunla kendimizi kıyaslarsak istisnalar hariç onda maharet olmadığını sadece doğarken daha şanslı olduğunu görürüz. İbrahim Tatlıses’ in dediği gibi “Şanlıurfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık!”

Başkalarının nezdinde kendimizi değerli hale getirmek için çabalarsak kendimizdeki değeri inkar ederiz. “Ne yapmak istediğimizden çok, ne yapmamız gerektiğiyle bu kadar fazla yaşamamız insanı hayrete düşüren bir şeydir.”

Bazı arkadaşlarla görüştüğümde bana üstleriyle aralarında geçen sorunlar ve üstlerin hakaret ve bağırmalarını anlattıklarında onlara “Siz kendinize hakaret ettiriyor ve bağırttırıyorsunuz,” diyorum. Mardin'de şöyle bir söz söylenir. “Baban benim babamdan büyük mü ki bana bunları söylüyorsun?” Mardin yöresinde büyükler çok saygındır. Bu sözle aslında karşındakine şu söylenmek istenir:

Bana ancak babam laf söyleyebilir; baban babamdan büyükse o da babam gibidir. Ancak senin bana söz söylemen haddin değildir.

“Asil at kendine kamçı vurdurmaz” deyimini duymuşsunuzdur. Burada söylenmek istenen asil adam ne yapacağını bilir ve söylenmeden yapar. Dolayısıyla yiğit te kendine söz ettirmez.

Görev yaptığım yerlerden birinde benden sonra yeni bir müdür atanıyor. Müdürün yanına bir vatandaş geliyor. Müdür bey de bir memur arkadaşı odasına çağırıp vatandaşın önünde çağırıp- bağırıyor.

Arkadaş akıllıca davranıp bir şey demiyor. İşini bitirip odadan çıkınca yerine gitmeyip müdür beyin kapısında beklemeye başlıyor. Müdür beyin odasındaki kişi bir süre sonra odadan çıkınca odaya girip müdüre şöyle diyor:

“Müdür bey bir daha vatandaşın önünde bana bağırırsan sana karşılık veririm.”

Müdür bu beklenmedik tepki karşısında bir süre nasıl davranacağını kestiremiyor. Ancak o olaydan sonra bu durum bir daha tekrar etmiyor. Ancak bunu söyleme gücünü kendinizde bulmak için öncelikle asil gibi çalışmanız lazım.

Toplumda herkesin statüsü-yaptığı iş ve görevi değerlidir. Görev, iş ve kişileri birbiriyle karıştırmak doğru değildir.

Aslında görevini yapan herkes değerlidir-önemlidir. Eğer bir doktor veya mühendis vs mesleğinin gereğini yapmıyor ve hakkını vermiyorsa, görevini hakkıyla yapan temizlik görevlisi ondan daha değerlidir. Dolaysıyla değer ve önem görevin hakkıyla yapılması ile ölçülür, etiket-unvanla değil.

Daha önceki görev yerimde oturduğumuz binanın kanalizasyon sistemi tıkandı. Bir anda bina oturulamaz hale geldi. Binada hiç kimse bırakın tıkanıklığı gidermeyi borunun tıkandığı ve aktığı bodruma dahi inemedi. İşin uzmanını çağırdık.

Gelip elbiselerini değiştirerek bodruma indi. Ve yaklaşık bir saat çalışıp arızayı giderdikten sonra o günün parasıyla hatırı sayılır (helal hoş olsun) parayı aldı gitti. Şöyle bir düşünelim o yerleşim yerinde herkes müdür-memur olsa ne olacaktı. Demek ki kişinin değerini yaptığı iş dolayısıyla kendisi belirler.

Unutmayın ki; hiç kimsenin babası babanızdan büyük değildir.