Odamdaki pencerenin hemen dibindeki kırmızı kadife kumaştan yapılmış koltuğa oturuyorum. Mevsim soğuk. Isınan kaloriferin içeride yarattığı sıcak hava ile dışarıdaki soğuğun karşılaşması sonucu oluşan camdaki buhar su damlacıklarına dönüşüyor. Küçük kıvrımlar halinde camdan aşağıya sürüklenen bu damlacıkları izliyorum. Yer çekimine yenik düştüklerini görmek o an bende doğaya karşı gizleyemediğim bir hayranlık uyandırıyor yeniden. Ben küçükken yağan yağmur ve ardından yağmur tanelerinin cama ok gibi çarptıktan sonra  aşağıya süzülmesi beliriyor hafızamda. Defalarca bu ana şahitlik eden çocukluğuma dönmek doğrusu hüzün verici. Nedense yağmurun insanda hüzün yaratan bir etkisi vardır. Edebiyat derslerinde teşbihlerde sıkça kullanılan 'bulut ağladı, bulut gözyaşı döktü' tabirleri bu hüzünden olsa gerek. Dışarı çeviriyorum bakışlarımı çocukluğumdan dönerek. Beyaz kristaller bürünmüş ağaçların üstüne hafiften bir kar yağmaktadır. Hayat suyu çekilmiş tüm nebatat gibi ağaçlar da hüzünlü bir yalnızlığa gömülmüş. Hareketsiz, hayatsız ve ruhsuz bir ölüyü çağrıştırmaktadırlar beyaz kristalli elbiseleriyle. Ara ara üstünde biriken karların düşmesi  ile oluşan titrek hareketleri canlı olduklarını kanıtlamaya yetmiyor.  Sahipsiz kalmış ağaçtaki kuş yuvaları ölü bir mezarlığı andırıyor. Sessiz, sakin, soğuk. 

Kar biraz daha hızını artırıyor. Havada raks ederek uçuşan kar taneleri garip bir şekilde hedeflerine ulaşarak iniyorlar yeryüzüne. Milyonlarcası aynı amaçla ve aynı ahenkle bu ayini gerçekleştiriyor. Küçüklüğüme dönüyorum tekrardan. Acaba biri diğerine değecek mi diye takibe aldığım fakat nasıl oluyorsa izini kaybettiğim kar taneleri geliyor gözümün önüne. Hani bir film şeridi gibi denilir ya işte aynen onun gibi. Cevabını bulmakta zorlandığım, bulduğumda ise akıl erdiremediğim sorular geliyor aklıma. Nasıl? Nasıl oluyor da hiç bir tanesi diğerine değmeden ustalıkla iniyordu yeryüzüne? Büyükanneme kalırsa bu iş o kadar da zor ve  içinden çıkılmaz bir durum değildi. O, her bir kar tanesinin bir melek tarafından  yeryüzüne ulaştırıldığını söylerdi kendinden emin bir şekilde. Bunu iddia etmez kesin olarak belirtirdi. Ama nasıl olur ? Bu işi yapacak milyonlarca melek nasıl olurdu ? Büyükannem, 'Sus! Allah'tan gelene sual olunur mu? Günah.' derdi. Bilimle çeliştiğini söyleyemezdim ona. Zira sonradan öğrenecektim ki taneciklerin birbirini itmesiyle oluşan bir kanun koymuş yaratıcı.

Kalkıp bir çay alıyorum. Ve tekrardan koltuğuma kuruluyorum. Şimdi daha iyidir dışarısı galiba. Dünden kalma dondurucu hava karın yağması ile yumuşamış olmalı ki ağaçtaki beyaz kristaller uçuşmaya başlıyor. Ve ağaçlar rüzgarın esintisiyle sallanıyor. Suyun üzerindeki bir kayığın hareketlerini taklit ediyormuşçasına yavaş oldukça yavaş sallanıyor. Onlar sallandıkça beyaz kristaller düşüyor. Eşyanın ruhuna uygun bir sorumluluk ile düşüyorlar.

Beni çocukluğuma kadar götürüp getiren bu tabii olay çoğu kişinin hafızasından atamadığı bir anekdota dönüşür bazı zamanlar. İster istemez hafızamızın bir köşesinde kayda geçen; dünü, bugünü ve yarını şekillendiren bu olaylar mecmuası insanoğlunun yaşam silsilesindeki halkalardan yalnızca bir tanesi. Bir halkasında bazen beyaz kristaller olur, bazen öbüründe bir akşam kızıllığındaki batan güneş huzmesi. Hepsinin fısıldadığı bir şey var: "Hayat devam ediyor".