Yağmur yağıyordu. Evden dışarıya bakmadığım için yağmura hazırlıksız yakalanmıştım. Ellerim cebimde, çoğunlukla çatı altlarından üzerime yağmur damlaları gelmesin diye acele ederek hızla yürümeye başladım. Birazdan en sevdiğimle buluşacaktım. Olsundu. Azıcık ıslansam ne olurdu ki?  Hem yumuşacık elleriyle belki de alnımdan çeneme doğru akan damlaları silebilir, ellerimi tutarak pek tâbi beni ısıtabilirdi.

 

Gelmedi....

.....

 

Bugün hava çok güzel... Güneş adeta içimi yakıyor. En sevdiğim gömleğimi giydim. Hele yüzüklerim. Bu onun en sevdiği yüzüğüm. Gerçi bir erkekte takıyı çok sevmezdi ama bunu bana o beğenmişti. Alaçatı çarşında beğenmiştik. Hem  parmağımda görünce sevinedebilir. Ona bu yüzüğü alırken nasıl mutlu olduğumu ve o günden beri gözüm gibi baktığımı söylerim. Zaten konuya burdan girsem devamı gelir. Şöyle saçıma da son bir hareket vereyim. Evet... Çok güzel oldu.

 

Gelmedi...

....

 

Bu kaç oldu hâlâ gelmedi? Mutlaka gelirdi oysa. İşi mi çıktı acaba ya da başına bir şey mi geldi? Yok yok, kesin bir şeyler oldu. En son babası hastaydı. Babasına mı bir şey oldu acaba???

 

....

 

Bugün beni kendisi aradı. Doğrusu sesi biraz telaşlı biraz da çatallıydı. Hasta mı oldu acaba? Gerçi en son gördüğümde sadece ağzının içinde yaralar vardı ama bu kadar uzun sürede iyileşmemesi imkansızdı. Neyse nasıl olsa göreceğim. O zaman anlarım ne olduğunu. Ama önce şuradan çiğ köfte alayım. Paramızın olmadığından değil de böyle ayak üstü , dudaklarımızın kenarını silerek, parmaklarımızı yalayarak yediğimiz ucuz yemekler daha samimi gelirdi bize. Acısız ama cevizli ve naneli sever çiğ köfteyi. Ya nane  kalmamışsa... Ya ceviz bittiyse... Hâlâ ona aldığım bir şeyleri beğenmeyecek diye içimde nasıl da bir korku var.

...

- Selam.

- Selam.

Bana ne zaman selam diyerek cümleye başlasa hep korkardım. Belki o farkında değildi ama biz ne zaman barışmaya kalksak ya da aramızda limoni bir hava oluşsa o hep bana "selam" diyerek cümleye başlardı.

- Uzun zaman oldu?

- Evet, epeyce oldu aşkım.

- Aşkım demesen...

- Ne diyeyim peki?

- Bir şey deme, hatta bir şey demek zorunda da değilsin.

Konuşmalarımızın gidişatı beni ürkütüyordu.Daha önce birkaç kez böylesi tecrübeleri bana yaşatmıştı ama ben ustaca davranıp konuyu değiştirmeye ya da hiçbir şey olmamış gibi davranmaya karar verdim.

- Çiğ köfte aldım. Senin sevdiğin yerden. Hem ceviz ve nane de var içinde.

- Eksik olma ama ben yemeyeceğim. Hem buraya bunu yemek için gelmedik.

Ben konuyu ne kadar dağıtmaya çalışırsam o da o kadar konuya beni çekmeye çalışıyordu.Damdan düşer gibi söyledi:

- Artık beni arama. Hatta hiç görüşmeyelim. Ben çok yoruldum. Her gün kafamı yitiren şeyler var. Yitiyorum ben... Sayfalar dolusu yitiyorum hem de.

- Mevsimlerden olsa gerek.

- Anlamadım.

- Yok, yok bir şey... Neden peki? Neden bitiyormuş?

- Hiç. Böyle işte...

Onun  "Böyle işte"  lafı da meşhurdur. Ne zaman konuşmak istemese ya da konuşacaklarını bitirse böyle söylerdi. Anlamıştım bu sefer. Demek ki bana söyleyecek sözü bitmişti. Sözü bitenin sevgisi de biterdi.

" Ama " diyerek söze yeniden başlamayı ve ona hep olduğu gibi onursuzca yalvarmayı yakarmayı düşündüm. Ama bu sefer yapamadım.

Belki bir gün ilk günkü demle son ana kadar yanımda olur diyerek sustum.

O gün kanatsız bir kuş nasılsa öyleydim. Sanki omuzlarımda taşıyamayacağım kadar ağır bir yük vardı. Kafam kazan gibi, beynimse adeta keçelenmişti. Herhalde atacağım en doğru adım susmaktı. Ve ben sustum. Sadece sustum. Biz sevmekle yükümlüyüz... Kavuşmak mı?

Onu da sadece Allah bilir...

 

Böyle işte...

 

.......

 

KAÇINCI

 

Bu kaçıncı yalan ayrılık

Bu kaçıncı dumanlı gece

Bu kaçıncı solgun resim

Çıkmış adımız bela diye geceden

İnmez oldu sevdan yürekten

Bu kaçıncı mevsim sensiz

Bu kaçıncı kaçış densiz

Çokça kovalamış akrep yelkovanı

Hüzünlü bırakmış bir yanını

Bu kaçıncı saat sensiz

Bu kaçıncı günün bensiz