Stefan Zweig, Avusturya'da yaşayan; Yahudi kökenli bir yazardır. Daha çok bibliyografik eserleriyle tanıdığımız yazar, Hitler'in iktidarı tek başına ele geçirdiği 1934 yılından itibaren artık Avusturya'da yaşayamayacağını anladı. Çünkü kitapları ulu orta yakılıyor, kitaplarının yayımlanması yasaklanıyordu. 

Böyle bir ortamda nefes alma imkanını bulamayınca Brezilya'ya gitti. Huzurunu kaçıran savaş, şimdi de vatansız bırakmıştı onu. Brezilya, onun için rahat bir hayat sunuyordu işte.
Fakat insan huzurunu da kederini de yüreğinde  taşıyordu.Hem vatanının işgalini hem de devam etmekte olan savaşı tüm benliğiyle hissediyordu.

Böyle bir ruh haleti içinde "Nasıl hayatta kalabilirim?" değil de "Nasıl insan kalabilirim?" sorusunu savundu. Gemisini kurtaranın da ızdırap çektiği denizlerdeydi onun ruhu. 

Öyle bir hal düşünün ki; tüm dünyayı içine alan devasa bir yangın, insanlık haysiyetinin ayaklar altına alındığı her anlamda tökezleyen, hatta sakat bir dönem…

Belki nitelik ve nicelik bakımından karşılaştırma yapmam yanlış olacak, ama tıpkı şu an  Müslümanlara yönelen, onursuz savaş gibi…

Neyse kaldığımız yerden devam edelim isterseniz. 


Savaş tüm hızıyla, arkasında koyu kırmızı lekeler bırakarak ilerliyordu. Hitler 21 Şubat itibariyle Süveyş Kanalı'na dayanmıştı.

Stefan Zweig tam da bu tarihte kat'i olarak kararını vermişti. Kendi isteğiyle gelmediği bu dünyadan, kendi istediğiyle gitme özgürlüğünü hissediyordu. 61 yaşındaki Stefan Zweig, 33 yaşındaki karısıyla sımsıkı sarılarak veda ettiler hayata. 

Edebiyata alaka duyan insanların bedenlerinde hassas bir kalp taşıdığını bilirsiniz. Böyle bir kalbe sahip Zweig, giderken de umut vermeye çalıştığı kısa notunda şöyle sesleniyordu dostlarına:

"Bütün dostlarımı selamlarım! Umarım, uzun gecenin ardından gelecek olan tanın kızıllığını görebilirler. Çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum."

Amacım karamsarlığa düşmüş, acizlik duygusuna yenilmiş birinin intiharını övmek, güzel göstermek değil. 

Dünyanın karanlığının zayıf, taksitsiz insanlığımıza da sirayet etmesinden korkuyorum. Bu korkuyu ruhumda taşıyorum.

İnançlı insanlar olduğumuz için biz kendi canımıza kastetmiyoruz belki ama, hiç düşünmeden başkasının umutlarına, hayallerine, geçmişine, geleceğine kastedebiliyoruz. Evet, kendi canımızı değil, fakat insanlığımızı ellerimizle öldürüyoruz.

Bu vahşetin yaşanmadığı bir dünya mümkün mü? desem, dünya hep bir ağızdan "Yok"diye bağıracak gibi geliyor.

Gözümü toz pembe bulutlar kaplamış değil. Şunun da gerçekliğine inanıyorum: Beyaz, yanında siyah varken değerli oluyor.
"Ancak aydınlıkla karanlığı, savaşla barışı, yükselişle alçalışı yakından tanımış bir insan gerçekten yaşamış sayılır."
Dostlarım, böyle olmasaydı bunca hatır gönül bilmezin arasında varlığıma kıymet verenin değerini nasıl bilebilirdim?! Değil mi?

Konu hatır gönül bilmezlere gelmişken, merak ediyorum: Ne zaman türedi bunlar? Yeni mi geldi bu hal üstümüze, yoksa eski bir hastalık mı?

Bize hiçbir şey yapılmadı diyor Zweig, yalnızca tam bir hiçliğin içine koyulduk, çünkü bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhunu hiçlik kadar baskı altına alamaz. 

İlkelerimizle, yaşantımızla ve hatta dindarlığımızla ne kadar övünürsek övünelim, bizi saran bu hiçlik duygusundan arınamadığımızı düşünüyorum. Kanıtım yok bunun için fakat sizce de tuttuğumuz yolun doğruluğuna kanıp, hesaba çekmeyişimizden belli olmuyor mu? 
İnsanlığımızı oturtup karşımıza biraz hırpalayıp kendine getirmeyişimizden belli olmuyor mu?
Aklımız başımıza ancak etkisini ta ruhumuzda hissettiğimiz bir deprem yaşadığımızda geliyor. Birinin değerlerinden alırken değil, kendi ömrümüzün cebinden çalınırken farkına varıyoruz. Ya da seyirci kalıyoruz olan bitene.Sahipsiz, başıboş nesneler değiliz, bunu biliyoruz ama hesaba çekilmeden, hesaba çekemiyoruz kendimizi.

Ben gibi ahkam kesenden hep bir çözüm yolu sorarlar. Bu soruya genel için verecek bir cevabım yok. Benim gücüm ancak kendime yeter. Bütün cevaplarımı yine kendime sunuyorum. İyi niyetimi, her türlü olumsuzluğa rağmen beslemeye çalışıyorum. Yüreğimi güzellik adına tüm renklere tuval yapmaya uğraşıyorum. Çünkü dünyayı güzellik kurtaracak biliyorum.