Bilgiye ulaşmak, bilgiyi kullanmak ve bilgiyi yaymak şu anlık bir durum değildir. İnsanoğlu bulunduğu anı merak ettiğinden bu yana farkında olarak veya olmayarak bilgi ile iç içe olmuştur. Zamanla elde edilen bu bilgiler kimileri için çok büyük bir güç, kimileri için halka hizmet ve kimileri için de bir ölüm makinesine dönüşmüştür. Bunların yanında kendinde var olan bilgileri en tepe nokta olarak gören, bilinmesi gereken her şeyi bildiğini düşünen ve yeni bir bilgiyi öğrenmenin kendinde var olan bilgilere hiçbir katkısı olmadığını düşünen kişiler de vardır. Bu kişilere cehl-i mürekkep denilmektedir. Aslında boş insanlar değiller ve sahip oldukları bazı bilgiler vardır ve bu bilgileri de belli bir eğitim sürecinde almışlardır. Ama onlarda sorun olan şu ki; kendinde var olan bilgileri yeterli ve yeni bilgilere gerek bırakmadığı düşünceleridir.

           Cehl-i mürekkep dediğimiz kişiler fikirlerine yapılacak hiçbir ameliyatı kabul etmezler çünkü kendilerinde var olan bilgiler, tedavisi imkânsız bir virüs gibi vücutlarını sarmıştır. Her şeyi bildiklerini zannediyorlar ve kendilerinde var olan bilgileri de yanlış biliyorlar ama bu yanlışın da farkında değiller. Aynı konu için fikir aldığımız prof unvanına sahip iki kişinin, birbirinden farklı tamamen zıt bilgilerle karşımıza çıkması bunlardan birisinin cehl-i mürekkep olduğunu gösterir. Proflardan biri 1970 te öğrendiği bilgiyi 2023 te de kesin ve net olduğunu, bunun aksinin söylenmesi anca bilime ihanet olarak görüleceği fikrini şiddetle savunmaktadır. Aynı bilgi ile ilgili 2020 yılında konuşan başka bir prof, konuya bir önceki proftan çok farklı bir şekilde bahsetmektedir ve bu prof ta kendi bilgisinin kesin ve net olduğunu savunmaktadır. Ama finalde fark ediliyor ki ikisinin de fikirlerinde sakıncalar olduğu fakat kendi fikirlerinin adeta kölesi olduklarını, tek doğrunun kendi bildiklerinin olduğunu savunan ve yanlış olduklarını asla kabul etmeyen kişiler olduğu ortaya çıkmıştır. Yani cehl-i mürekkep dediğimiz kişiler sadece bir mahallenin kahvehanesinde oturup sabahtan akşama kadar içtiği çayın yanında fikirlerini ıslatıp kurutup millete savuran kişiler değildir. Bir üniversitenin en önemli kademesinde bulanan bir öğretim üyesi, bir bilim insanı da olabilmektedir.  

    Toplumun neredeyse her noktasında olan bu durum sadece bir ülkeye mahsus değildir neredeyse her dönemde her ülkede böyle kişiler olmuştur. Bir öğretmen olarak aynı durumlarla var olduğum ortamda da karşılaşıyorum. Maalesef aynı durum okullarda da mevcuttur. Atandığından beri 20-30 yıldır okul müdürü olarak görev yapan neredeyse hiç derse girmemiş kişilerin kendilerinde var olan bilgileri kesin ve net olarak gören, bu zamana kadar elle tutulur hiçbir başarısı olmayan ama öğretmenlere sınıf içi ve ders anlatma şekilleriyle ilgili sürekli aynı telkinlerde bulana kişiler vardır.  Aslında öğretmen bu salvoların çok gereksiz hatta modası geçmiş ve yanlışlıkları net olan fikirler olduğunun farkındadır ama müdürüne bunun anlatamamaktadır çünkü müdür bey tek doğrunun kendinde olduğu ve bilginin yanlışlığını asla kabul etmemektedir. Bunu okulun dışına da taşıyabiliriz birçok kurumda da aynı kişiler mevcuttur hatta yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen, önemli eğitimlerden geçmiş çok yakınımızda bulunan kişilerde de bu durumu görebilmekteyiz. Bilmediği halde,kendini biliyor zannetme veya yanlış bildiği-öğrendiği şeyin kesin ve net bilgi olduğunu kabul etme hali bu kişileri birer cehl-i mürekkep olarak karşımıza çıkarmaktadır.

       Bu kişilerle oturmak, konuşmak ve yüz yüze bakmak inanılmaz güçtür çünkü kendilerinde olan bilgiler onlarda hastalık seviyesine gelmiştir. Bunlar öyle sıradan insanlar değiller çok iyi eğitim almalarına rağmen kendilerinde olan bilgi onlarda hastalık seviyesine gelmiştir. Bu hastalık vücutlarının her zerresine bulaşmış bir virüs haline gelmiştir ama kişi doktora gitmez, ilaç kabul etmez ve daha da kötüsü hasta olduğunu asla kabul etmez. Bu kişiler kendi gölgesinin dışına sıçrayamazlar. Bunlarla olan savaş onların mevzilerinde dolanıp durur, bu yüzden kendini merkeze alarak oluşturulan tabuların yıkılarak at gözlüğünün çıkarılması kolay olmamaktadır. ‘’Ancak, bir noktanın perspektifinin bize sadece eşyanın iki boyutunu verdiği akıldan çıkarılmamalıdır. Dolayısıyla iki boyut ise insanoğluna bütünün bilgisini vermemektedir. Körlük kelimesinin muhayyilesi söz konusu olduğunda hiç şüphesiz akla insanoğlunun kendinden bağımsız dış dünyaya adeta bir projeksiyon şekliyle bakmasındandır.’’

Ercüment ZÜNGÜR