Yüzbaşı: Kamil Ateş sen öldün! Karın var mı?
Asker: Var komutanım.
Yüzbaşı: Lojmanda mı kalıyor?
Asker: Evet komutanım.
Yüzbaşı: Söyle hemen yeni ev arasın. Lojmanda çok fazla tutmayacaklar. Çünkü sen öldün. Anan, baban hayatta mı?
Asker: Evet komutanım.
Yüzbaşı: İyi cenazeni ona göndeririz. Sen!
Asker: Hakan Atakan, Hatay. Emret komutanım!
Yüzbaşı: Öldün sen Hataylı. Annenizin gözü yaşlı, hüngür hüngür ağlıyor kadın.
Komşularınızın kolları arasında.
Bileklerini ovuyorlar kolonyayla. “Evladım” diye ağlıyor. Babanız da ağlıyor.
Göstermiyor ama yıkılmış bir köşeye içten içe ağlıyor adam. Ama ağzında bir cümle, “Vatan sağolsun, memleket sağolsun, bir oğlum olsa onu da gönderirim” diye ağlıyor. Aldılar hepinizi, aldılar. Gönderdik cenazeleri ailenize, kurşun izlerini silerler, yıkarlar sizi. Bir güzel de bayrağa sararlar. Böyle öldü. En değer verdiğim adam böyle öldü. Ama uyuduğu için değil, buraya erken gelelim diye. Koydular helikoptere, gönderdiler memleketine. Televizyona bile çıkarsınız. 45 saniyeliğine kahraman olursunuz. Çıkar süslü bir karı, hüzünlü sesle anlatır.
Hekim Bulut, karakol baskınında şehit düştü. 45 saniye. Sonra da magazin haberleri. Kahramanca mı savaştınız? Hayır. Bu adam uyuduğu için öldünüz. Kızmayın ona. Kızmayacaksınız. Kendinize kızın. Burası bir birlik. Arkadaşınla hareket edeceksin. O uyusa bile uyumayacaksın. Uyurken ölemeyeceksin! Uyursan ölürsün! Ölürsünüz! Sen uyursan herkes ölür. Bak 'Hazırım' yazıyor. Neye hazırsınız? Uyurken ölmeye hazırsınız. Uyumayacaksınız! Yemeyeceksiniz, dinlenmeyeceksiniz. Sizin cesetlerinizi, sizin cenazelerinizi ailenize göndertmeyeceğim. Ölmenizi yasaklıyorum. Bir kişiyi hata yaparken görürsem yemin ederim kendi ellerimle vururum. Altına da imzamı atarım 'eğitim zayiatı' diye. Anlaşıldı mı asker?

Asker: Emredersiniz komutanım

***

Yukarıdaki diyalogu hatırlayanınız oldu mu?

İzleyenler hemen hatırlamıştır.

Nefes filminden bir diyalog.

Güneydoğu’da bir yüzbaşının komuta ettiği 40 kişilik timin hikâyesini anlatan bir film.

Yaşanmış bir olay olduğunu söyleyen de var.

Ne derece doğru bilmiyorum.
Ama gariptir şu koronavirüs salgının yayıldığı günlerde sokağa çıkmanın öldürücü olduğunu düşündüğüm şu sıralar bir anda aklıma düşüverdi.

Özellikle yüzbaşının birkaç kez tekrar ettiği, “Uyursan ölürsün” sözü…

Kıyaslamaya gerek yok.

Bir ulusal ya da uluslararası savaş vermiyoruz.

Olayın milli bir tarafı yok.

Ama bırakın ülkece bir mücadeleyi vermeyi.

Tüm dünyaca ciddi bir savaştan geçtiğimiz kesin.

Üstelik bu savaşı hiç görmediğimiz, dokunamadığımız, işitemediğimiz küçük ama her gün bizden, insanoğlundan yüzlerce can alan bir virüse karşı veriyoruz.

Yani işimiz daha zor.

Allah’ın aslanı Hz. Hamza ne diyordu hatırlayın:

“Gözümün gördüğü hiçbir şeyden korkmam!”

Bu hepimizin şiarı, öyle de olmalı.

Lakin dediğim bu gibi bu virüs göremediğimiz bir şey.

Ve öldürüyor.

Ve acımıyor!

***

Haliyle ne yapmak lazım?

Savaşı kuralına göre oynamak lazım.

Bu virüs yenilmez değil, önlenemez değil.

Mücadele yolu var.

Biraz zahmetli, biraz uzun ama sonu hayırlı bir mücadele gerektiriyor.

Bizlere düşen de bunu uygulamak.

Çünkü artık ülkemiz salgının en ciddi olduğu 10 ülke arasında.

Artık “Bize bir şey olmaz” diyecek bir durumda değiliz.

“Nasıl hayatta kalırım?” deyip düşünecek noktadayız.

Çok farklı senaryolar var biliyorsunuz.

Virüsün dünyanın yüzde 70’ine bulaşacağından tutun da herkesin öyle ya da böyle bu salgına yakalanacağına kadar çeşitli şeyler duyuyoruz.

Ve tedbirler de bu yüzden bu kadar sıkı.

Dünyanın bir çok ülkesinde sokağa çıkmak yasak!

Heralde dünya tarihinde bu kadar büyük sessizlik, eylemsizlik ve durgunluk olmamıştı!
Dünyanın kalabalık rekorları kıran bölgelerindeki görüntüler bunun en net göstergesi!

Bu virüs ciddi bir virüs!

O yüzden biz de mücadelesini yapacağız.

Türkiye’de çeşitli kısıtlamalar yapılıyor, hala çark dönsün diye topyekün bir yasak uygulanmıyor diye birileri hala işin rahatında!

Diğer ülkeler gibi market kuyruklarının kilometrelerce uzamamazı, insanların sebze-meyve için birbirlerine silah çekmemesi, aç kalma paniğinin yaşanmaması için üretim kanalları hala dinamik tutulmaya çalışılıyor.

Ama bu durum suiistimal ediliyor!

Van başta olmak üzere bir çok yerde hala salgına meydan okumaya benzer bir tavır takınılıyor!

Bu olmaz…

***

Verdiğim örnek de bu yüzden işte!
İşin başındaki en önemli kişi olan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, salgınla mücadeledeki en büyük silahımızın evde kalmak olduğunu söylüyor.

Bakın ilaç değil, ameliyat deği, yoğun bakım değil

Sadece evde kalmak!

Bu kadar basit!

Haliyle çıkmayacaksın!

Anamız var…

Babamız var…

Eşimiz, dostumuz, çocuğumuz var!

Bunları düşünmüyor muyuz?

Biz ölünce, ya da onlar ölünce, cenazesine gidemeyince, taziyesini kabul edemeyince ne yapacağız?

Hiç düşünüyor muyuz?

Hiç olayın bu noktaya geleceğini hayal ediyor muyuz?

Bu ülkenin başbakanlarından Binali Yıldırım’ın kaynanasının cenazesinde bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar insan katılıyor.

Koronavirüsten hayıtını kaybeden bazı insanların cenaze namazı sadece 2-3 kişi ile kılınıyor.

Bundan daha acı bir şey var mı?

Bunlar bize hiç mi bir şeyler söylemiyor?

Bence söylemeli!

Olay çok basit:

Çıkarsan ölürsün!

Sen ölmezsen birilerine bulaştırır onları öldürürsün!

Başkalarının hayatına mal olursun!

Aileni, yuvanı, akrabanı, eşini, dostunu perişan edersin.

Olacağı budur.

Olmayacağı ise evde kalmak, bir süre dayanmaktır.

Henüz o aşamada değiliz çok şükür, ama eğer biraz daha uymazsak, bu iş emir boyutuna varacak.

Ondan sonra bir ekmek için bile izin isteyip dışarı çıkmak zorunda kalınca olayın ne boyutlara ulaştığını daha net anlayacağız.

Umarım anlaşılmışımdır…