Bazı şeylerin tanımını yapmak kolay değildir. Çünkü herkes tarafından kesin, net ve kuşatıcı olarak ifade edilebilecek tek bir tarifi yoktur. O nedenle çoğu zaman tarif etmek yerine, benzetme yoluyla ifade etmek daha gerçekçidir. Sanırım sevgi duygusunun mahiyeti de böyledir. O zaman su ve hayat arasındaki ilişki örneği üzerinden giderek, sevginin mahiyetini ve sevginin kalpler için ne anlam ifade ettiğine bakalım.

Maddi anlamda hayat su ile mümkündür. Yanı su hayattır. Suyun olduğu yerde yeşillik, bolluk, bereket vardır. Suyun olmadığı yerde ise çoraklaşma vardır. Çoraklaşmada; Toprak kurudur ve bitki bakımından verimsizdir, zayıftır, fakirdir nihayetinde orası çöldür. Çöl uçsuz bucaksızdır. Çöl yalnızlığı çağrıştırır, o nedenle çöl algısı korkunçtur, vahşidir, dondurucu ya da kavurucudur.

Yine maddi anlamda suyun zemini coğrafik dünyamızdır. Sevginin zemini ise insanın manevi dünyası, iç dünyamız, özellikle kalplerimizdir.

Sevgiyi suya, kalbi de toprağa benzeterek diyebiliriz ki manevi anlamda hayat sevgiyle mümkündür. Maddi alem de su hayat için ne ise, sevgi duygusu da manevi alem için aynı şeydir. Bu yönüyle sevgi; Dirilten, ihya eden, genişleten, yayan, açan, aydınlatan, parlatan, büyüten, paylaşan, paylaşıldıkça çoğalan, geliştiren, iyileştiren, adaleti ayakta tutan bir güç bir enerji ya da bir duygudur.

Sevgi belki de, sadece insana verilmiş en kıymetli insani vasıflardan biridir. Kalbi sevgiyle yoğrulmuş şahsiyetlerin dünyaya bakışı, hayata dokunuşu, tabiata yaklaşımı ve insanlarla diyaloğu birFduygy başkadır. Kalplere yerleşen sevgi; İnsana değer katar, insanı iyiliğe yönlendirir ve adalete sevk eder.

Sevginin aydınlattığı kalplerin sahipleri dünyada adalete önem vermişler. Kimsesizlere, yetimlere, yoksulara güvenli liman, sağlam barınak, el ve ayak olmuşlardır. Sevgi ile yoğrulmuş kalpler, insan da güzel bir değişim, olgunlaşma ve normalleşme meydana getirerek, insana adeta hayat verir ve insanı hakkıyla insan eder.

Donanımlı bir ferdin sevgi yayması birçok yol ile mümkündür. İnsanlar arasında sevgi aktarımı gözle, sözle ve de davranışlarla sağlanabilir.

Gözler adeta kalbe açılan yoldur. Dolayısıyla göz teması kalpten kalbe sevgi aktarır. Peki gözlerine bakılmayan muhatabın kalbine ulaşmak mümkün olur mu? Açıktır ki karşımızda ki muhataba bir şey anlatırken sevgi dolu gözlerle onun gözlerine odaklanmamız son derece önemlidir.

Bir diğer yol ise sözlerdir. Sözler kulaklardan kalplere yol bulur, sevgi taşır. ‘’Gözden evvel kulak aşık olurmuş.’’ deyimi pek yerinde bir tespittir. Çünkü güzel sözler kalpte sevgiye, muhabbete, merhamete, şefkate dönüşür. Dolayısıyla muhatabımızı dinlerken, bütün dikkatimizi ona vermeli ve can kulağıyla dinlemeliyiz ki ona verdiğimiz değer onun kalbine sevgi yumağı olarak ulaşsın.

Ya davranışlar. Çok şey söylenebilir. Ancak kur’anda ki şu müthiş ifade söylenecek her şeyin yerini tutar. ‘’ İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir şekilde sav (önle/karşıla ) birde bakarsın ki seninle arasında düşmanlık olan kimse sanki sıcacık bir dost oluvermiştir. ( Fussilet-34 ). İşte davranışların sevgiye dönüştüğü eşsiz ifade bize böyle yol gösteriyor.

Sevgiyle yoğrulmuş kalplere sahip tarihi şahsiyetlerden Yunus Emre şöyle diyor: ‘’Ben gelmedim dava için, benim işim sevgi için. Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.’’ Anlaşılıyor ki hiç bir dava sevgisiz olmaz. Dava her ne ise hamuru sevgiyle yoğrulmalıdır. Hata asıl dava sevgi olmalı, sevginin ta kendisi olmalıdır.

Mevlana ise doğrudan sevginin meyvesine vurgu yaparak şöyle diyor ‘‘Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.’’ Evet müthiş bir benzetme. Güneş ki ışığını hiçbir şeyden esirgemez. Güneş karşılıksız ve hiç bir beklentisi olmadan evreni aydınlatmaktadır. Zira hasbi bir yaratılışa sahiptir. Hesap yapmaz, karşılık beklemez. Dolayısıyla hepimiz güneşi severiz değil mi? Acaba kim herkes tarafından sevilmek istemez ki, tıpkı güneş gibi. Güneş sıcağının buzu eriterek suya çevirdiği gibi karşılıksız ve samimi sevgi de kalpleri değiştirir. Öyle ki muhatabı kalpteki değişimle birlikte çekip çevirir. Yeniden şekillendirir, davranışlarını değiştirir. İnsanı olması gereken noktaya getirir. Gönlü şefkat ve merhamet ile dolu olanlar elbette bu yolda, yol almaya başlamış olanlardır. Bilindiği gibi bir şeyi başarmak için önemli olan düşünmek, niyet etmek, başlamak ve yol almaktır. Gerisi kolaydır.

İnsanın fıtratında sevgi vardır ve insani diğer yaratılmışlardan farklı kılan hususiyetler den biridir. Dolayısıyla muhteşem bir yaratılışa sahip olan insanın bu özelliğini kaybetmemesi esastır. İşte bu şerefi taşımak, korumak ve devam ettirmek başarmamız gereken en önemli vazife, iş ve eylem olmalıdır. Bu şerefi insana kazandıran şey, sevgiyle parlayan kalptir. Böyle bir kalbe sahip olan insan, sevgi deryasından şefkat ve merhamet çağlayanını kalplere taşıyan insandır. Zira Kur’ani kerimin ifadesiyle insan ‘’ EŞREF’UL MAHLUKATTIR ’’ yanı insan yaratılmışların en şereflisidir.

Sevgi, şefkat ve merhamettin kaynağıdır. Bu kaynağa sahip olmayanın bırakın başkalarını, kendisini sevmesi mümkün değildir. Kendisini sevmeyen, kendisiyle barışık olmaz. Kendisiyle barışık olmayan ise kendini bilmez ve tanımaz. Dolayısıyla merhamet ve şefkati bilmez. Hak hukuk gözetmez, insanın kıymetini hiç bilmez.

Sevgisiz kalplerin insanın hal, hareket ve düşüncelerini olumsuz etkilediği bilinen bir gerçektir. Hatta insanın beşer vasfını yitirmesine sebep olmaktadır. Öyle ki sevgiden mahrum kalpler, zaman içerisinde ‘’Taşlaşmış kalp’’ olarak tanımlanmıştır. Kalplerde meydana gelen çoraklaşma ve taşlaşma; kararan kalplerde; Artan, kabaran, taşan, kinin/nefretin sonucudur. Katmerleşen kin ve nefret, alışkanlık haline gelen nemelazımcılık ve bencillik acımasızlığa, merhametsizliğe sebep olmaktadır. Kalplerin içinde barındırdığı kin ve nefret insanı iyilik yapmaktan yoksun bıraktığı, benlik ve hırsın esiri haline getirdiği ve nihayetinde insanı canavarlaştırdığı insanlık tarihindeki sayısız olayda görmek mümkündür.

Tarihte doğanın hoyratça kullanılması, kirletilmesi, mabetlere zarar verilmesi, insanların köleleştirilmesi, sömürülmesi, işlenen insanlık suçu cinayetler, toplu infazlar, adeta yok edilen insanlığın yanında DÜNYA’ ya özellikle çevreye verilen zarar bu taşlaşmış kalplerin ve canavarlaşmış insanların eseridir. Sevgisizliğin kalpler üzerindeki tahribatı, insanda zorbalık ve zulüm olarak ortaya çıkmaktadır.

Sevginin olmadığı yerde nefret ve kin vardır. Nefret; Öldüren, yok eden, daraltan, kapatan, karartan, parçalayan, küçülten, yayıldıkça zulme zemin hazırlayan bir duygu, bir enerji, kontrolsüz bir güçtür. Kin bencilliğin, doymazlığın, ırkçılığın temel sebebidir. Meyvesi zulüm, zorbalık, sömürü, hak gaspı, gözyaşı ve kandır.

Tarihi dikkatle incelediğimiz de sevgisizliğin insanı nasıl canavarlaştırdığı görülecektir. Sevginin uğramadığı kalplere sahip kişi veya toplumların geçmişlerini düşündüğümüzde, vahşet dolu olayların yaşandığı gerçeği zihnimizde belirecektir. 2019 yılı içinde Sri Lanka da meydana gelen facia ve öncesinde YENİ ZELANDA da meydana gelen vahşet bizi nefretin ve kinin korkunç yüzüyle karşı karşıya getirmiştir. Özellikle Yeni Zelanda da mübarek bir günde, en özel saatte ve Cuma namazını kılmaya hazırlanan müslüman cemaate karşı işlenen hunharca katliamın merhametsiz, sevgisiz, taşlaşmış bir kalbin/kalplerin, canavarlaşmış bir yaratığın/yaratıkların korkunç tezahürü olduğu apaçık ortadadır.

Gerek tarihte meydana gelmiş olan olaylar gerekse günümüzde yaşanan durumlar aslında insan ayarının bozulmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Zira insan sevgi ayarlı yaratılmıştır. Ancak doğumundan itibaren karşılaştığı insanların hayatları, toplumun kültürü, adet, gelenek ve alışkanlıklar ile aldığı eğitim maalesef insanın ayarını bozmaktadır.

O zaman kalpler sürekli sevgiye ayarlı olmalıdır. Çünkü aile fertleri sevgiyle bir arada durur. Çocuklar sevgiyle büyür, toplum sevgiyle gelişir ve DÜNYA ancak sevgiyle huzura kavuşacaktır.

Çocuklarımızı sevgiyle yoğrulmuş bir kalbe sahip olarak yetiştirmek, kalplerini sevgiye ayarlamak insan olarak hepimizin görevidir. Zaten geleceğimiz olan çocuklarımıza bırakacağımız en büyük miras SEVGİ dolu bir kalp olacaktır.

Sevgi ile türevleri olan merhamet ve şefkat bilinçli bir eğitim ile kalplere yerleştirilirse, İNSAN KİN VE NEFRETTEN temizlenir, İNSANLIK HAYAT bulur, İHYA olur. DÜNYA HAYATI anlam kazanır, adeta CENNET olur.

İşte o zaman SEVGİ çoraklaşmış kalplere DERMAN olur, İLAÇ olur.