Özlü Söz: Müslümanlar, özellikle İslam âlimleri İslam’ı ve İslam ahkâmını yaymak ve dünyaya tanıtmakla sorumludurlar. İMAM HUMEYNİ

 

Abdullah Öcalan’ın isteği doğrultusunda oluşturulana Demokratik İslam Kongresinin 2. Toplantısının sonuç bildirgesinde yazılanları incelemeye devam edelim.

 

Bildirgede şu görüşlere yer veriliyor;

 

“Medine sözleşmesinde etnik, dil, din ve inanç açısından birbirinden farklı olan toplumsal gruplar kendi isimleriyle tescil edilmiş daha birinci maddede bu kesimlerin tümü için “ümmet” kavramı benimsenmiş bu guruplara lokal ve genel savunma hak ve sorumluluğu verilmiş, herkes kendi din ve inancında serbest bırakılmış ve aynı çatı altında yerel otonomi hakkı tanınmıştır. Demokratik İslam Kongresi başat Kürt sorununun çözümü olmak üzere toplumsal sorunların çözümlenmesinde bu sözleşmenin esas alınması gerektiğine inanmaktadır. Kongremiz bu bağlamda Kürt sorununun barış ve eşitlik temelinde bir an önce çözüme kavuşturulması için tarafları yeniden müzakereye ve çatışmalı süreci sona erdirmeye davet etmektedir”

 

Sosyalist düşünce sahipleri her nedense Medine Sözleşmesi içinde ümmet kavramını önemser bir vurguyla Kürt sorununda kullanmayı öngörmüş. Ümmet kavramını yıllarca görmemezlikten gelen bu düşünce sahipleri her ne olduysa Kürt sorunu için bir kurtuluş reçetesi olarak fark ettiler.

 

Hz. Peygamberin Medine Sözleşmesinde beyan buyurduğu ilke ve kurallar elbette ki insanlığın faydasınadır. Bundan insanlar faydalansın ve barış içinde yaşasınlar. Ama madalyonun diğer yüzünde bu söylenenler öteki yüzünde söylenenler gibi dillendirilmiyor.

 

Kürt sorununu ümmet bağlamında çözmek için taraflar ümmet birliği içinde ve ümmet bilincinde hareket ediyorlar mı? Ümmeti oluşturan İslam inancıdır ve acaba taraflar bu inanca ne kadar bağlıdırlar soruları havada kalıyor. Bizde Müslüman’ız demek pek inandırıcı gelmiyor da…

 

Bildirinin maddelerine devam edelim;

 

“Kongremiz Müslüman toplum, millet ve devletleri aralarında çıkan çatışma ve savaşları şu ayetin hükmüne göre çözmeye davet etmektedir: “Eğer müminlerden iki kesim savaşırlarsa bu kardeşlerinizi barıştırın. Şayet buna rağmen biri öbürüne karşı saldırılarına devam ederse Allah’ın emrine dönünceye kadar siz de saldırgan tarafla mücadele ediniz” (Hucurat Suresi 9. Ayet) Görüldüğü gibi ayete göre iki Müslüman grubun çatışmaya girmesi halinde diğer Müslümanlara düşen bunların arasını bularak uzlaşmalarını sağlamaktır. Çatışan iki gruptan bir anlaşmaya yanaşmaz ve saldırganlığını devam ettirirse diğerlerinin barışı sağlamak için o grupla mücadele etmesini öngörmektedir”

 

Rabbimiz bu ayeti kerimede İslam hukuku üzere olan Müslümanlardan iki topluluk savaşırlarsa aralarını bulup düzeltin. Şayet biri haksızlık eder ve devam ettirirse haklı olanın yanında haksız olana karşı Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın buyruluyor.

 

Şimdi bu kongre sahipleri acaba bu ayeti kerimenin hükmünü nasıl algılıyorlar. Ayette iki Müslüman topluluktan bahsediliyor. Mevcut duruma göre Türkiye Cumhuriyeti Kemalist bir idare şekli ile Hıristiyan Avrupa’dan almış olduğu hükümlerle bir sistem kurarak İslam hukukunu terk etmiş bir sistim. Şimdi bunu ahkâm bakımından Müslüman olarak kabul etmek ayete ters düşmektedir.

 

Diğer taraftan sosyalist bir düşünce ile Kürt sorununu çözmeye çalışanlar da İslam hukuku ile bir bağlantı ve istemleri yoktur. Onlara göre bütün dinler kitleleri kendi peşlerinden koşturan afyondur. Her iki tarafta İslam hukukuna bağlı değil. Eğer arabuluculara seslenip müdahaleci olun diyorlarsa onlar Allah’ın emrine dönünceye kadar onlarla savaşın hükmünü nasıl hayata geçirecekler.

 

Yani kısacası Demokratik İslam Kongresi Hucurat Suresi 9. Ayete göre davranılmasını istiyorsa Allah’ın emrine dönmeyi de kabul etmesi gerekiyor.

 

Bildirgenin devamında;

 

“Kongremiz *Dinde zorlama yoktur* (Bakara 256) ve *Allah isteseydi sizi tek bir ümmet yapardı* ayetleri doğrultusunda insanları belli bir din ve inanca zorlamayı doğru bulmamakta; farklı din ve inanç mensuplarının kendi din ve inançlarını özgür bir şekilde yaşamalarını savunmaktadır. Çünkü zorla İslamlaştırılanlardan kendilerine ve ümmete bir hayır gelmeyeceği ve insanları ölümle tehdit ederek Müslüman yapmanın toplumda münafık sayısını arttırmaktan başka bir sonuç vermeyeceği bilinmektedir”

 

Demokratik İslam Kongresi asıl hedefi olan Kürt sorununu çözmek için İslami bir perspektiften yaklaşırken ayetlerin sadece kendilerine yarayan kısmını alarak tamamını almayarak hedef saptırıyor. Çünkü Bakara Suresi 256. Ayetinde Rabbimiz bir insanın zorla bir dine girmesini yasaklıyor. Ayetin devamında Hak ile Batılın da birbirinden apaçık ayrıldığını ve kim Tağutu ret edip Allah’a iman ederse o sapasağlam bir kulpa yapıştığını beyan buyururken ayetin bu kısmını görmezden gelerek bildirgelerine dahil etmiyorlar.

 

Bütün dinler için geçerli olan zorlama yoktur İslam dininde de geçerli değil. bu tartışılamaz bile. Allaha Hak ile Batılı birbirinden ayırdığını beyan ederken bu kongreye katılan din tahsil etmiş kişiler neden bu konuda “Beyler Hak Allahtan olana tabi olmaktır, Batıl da akılla bulunana tabi olmaktır”diye bir beyanda bulunmadılar diye sormak gerekiyor.

 

Kongreye İslami bir görüntü vermek için birçok İslam dinini tahsil etmiş insan davet edildi ve katılımları sağlandı. Ama bakıyoruz ki bu din tahsilcileri sonuç bildirisinde yazılanlara hiç müdahale etmemiş ve bu kongrede sadece var olma görüntüsü vermişler. Müdahale etme ve Allahın hukukuna göre görüş beyan etme gibi bir yetkileri kendilerine verilmemiş görünüyor.

 

Ayetin ilk başındaki "Dinde zorlama yoktur" ibaresini alan bu beyler Bakara Suresi 256. Ayetinin son kısmı olan “Kim Tağutu ret edip Allah’a iman ederse o sapasağlam bir kulpa yapışmıştır” emri ilahisini bildirgelerine almayı pek önemsememişler.  Çünkü orada Tağut kavramı geçiyor ve işlerine gelmeyen Tağutun tarifini alimlerin tanıtımı ile yapalım.

 

Tağut: “Allah’ın mülkünde Allah’ın hukukunu ret edip yerine kendi hukukunu koyan her şey tağuttur. Allah’ın hukuku karşında olunan şeyin şeytan, insan, meclis, konsül veya herhangi bir şey olması fark etmiyor. Allah’ın hukukuna karşı olan kişi veya kişiler Tağut kavramı ile nitelendirilir."

 

Allah isteseydi sizi bir tek ümmet yapardı ayetlerine gelince bu ayetler Maide Suresi 48, Şura Suresi 8 ve Nahl Suresi 93. Ayetlerdir. Rabbimiz bu ayetlerde daha evvelki ümmetlerden milletlerden ve kavimlerden zalimliklerinden ve emre karşı gelmiş olmalarına vurgu yaparak Allahın adaleti ile aralarında hükmedin buyuruyor.

 

Şimdi kongre üyeleri Kuran ayetleri ile yola çıkmak isterlerken acaba neden Allah’ın murat ettiği yol üzere değil de kendi ideolojilerine bir kılıf bulup yollarına devam etmek için bu yolu seçerek hedef saptırıyorlar.

 

Bildirgelerinin başında Müslüman iki topluluktan bir olduklarına vurgu yaparlarken sonra kişilerin istediği inanca sahip olmakla dine girmelerine zorlanmamaları vurgusu yapılıyor.

 

Anlaşılıyor ki, kongre üyeleri gelişen Kurana dönüşler karşısında kendilerine bir yol bulup bizde bu yolda varız ama bizi böyle kabul edin çünkü biz ümmet üstü, mezhep üstü, İran İslam anlayış üstü, Arap İslam anlayış üstü bir İslami inanca sahibiz gibi garip bir davranış ve düşünce üzere hareket ediyorlar.

 

Konumuza 4. Yazımızla devam etmek dileği ile…

 

Selam ve dua Allah yolunun gerçek yolcularına olsun...