Bu yazı; herhangi bir edebi türde yazılmamış olup, yazan kişi tarafından hayal ürünü olması temennisi ile yazılmak istenilse bile –maalesef- bir düşünce ürünüdür. Genel okuyucu kitlesine hitap etmektedir fakat rahatsız olanlar sağ üstteki kırmızı butona basıp kapatabilir. Rahatsız etmeyi sevdiğimi söylemiş miydim? Doğru, bu henüz ilk yazım oluyor. İlk, Şehrivan okur ailesiyle tanışma yazım. Adım Talha, henüz öğrenci olup herhangi bir alanda uzman değilim. Seven veya sevmeyen insanlar tarafından iyi veya kötü tanımlanabilirim yalnız kendimi sadece “fırlamayım, bıktım tanımlanmaktan” (İsmet Özel/Davun) cümlesiyle ifade ediyorum.

Yazının konusu; konular. Bugün konularla sohbet edeceğim. O konular; çözüme kavuşmayı beklerken hep gözardı edilen ama içimizi deşen, bir süre sonra kendimize bile anlatırken kızıp “ne değişiyor ettiğin kavgalarla” diye vurdumduymazlaşmaya başlayıp eriyip giden, her seferinde dünyayı bir miktar daha kirleten konular: yeşil alan katliamları, hayvan haksızlıkları, hak ihlalleri, cinayetler, yolsuzluklar, adaletsizlikler… Şu üç noktanın anlamının “daha nice konular var” demek olduğunu anlamamış olsam daha mutlu olurdum. Dünyanın gerçekleri bunlar efendiler, acıtıyorlar biliyoruz fakat bu acı artık sadece iyi kalabilen insanlar için geçerli. Hoş, iyi kalabildiğini iddia edenler genelde en kötüler oluyor. Neyse ki biz iddia edenlerle değil, kalan sağlarla ilgileniyoruz. Konuları beklettim. Ufak bir başlayalım.

Geçtiğimiz günlerde gündemimize oturan orman yangınlarını dualarla ve iyi dileklerle takip ediyorduk. Dile kolay, tek seferde 500 milyon canlının yok olduğu yangından bahsediyorum. O yangında yok olan canlıların serzenişlerinin olduğu konu insanların bencilliği, umursamazlığı. Her yere diktikleri betondan kalelerle yüzlerce arkadaşlarının yaşam alanını oluşturan ağaçların, yeşilliklerin talan oluşunu izleyen hayvanlar ve tabii orada yok olan ağaçlar, doğa güzellikleri. Rant uğruna, kendilerine yaşam alanı oluşturmak için onları düşünmeyen insanların şu yangın boy gösterince önceden kendi yaptıklarından bi’habermiş gibi davranıp yayınladıkları göz yaşartan sosyal medyatik mesajların samimiyetsizliği onları haklı olarak çok rahatsız etmiş. Ben değil, onlar söylüyorlar. İnanmıyorsanız gidip kendiniz konuşun. “Ağaç veya hayvan konuşur mu yiiaav” demeyin. Acıyı görmek, sessizliği izlemekten geçer.

Bir diğer konu, gündemimizden düşsün istediğimiz ama bir türlü yakamızı bırakmayan cinayetler. Her sabah gündemi takip için bakındığımız haberlere girmeden önce “aman bir tane daha görmeyeyim” dediğimiz kadın cinayetleri mesela. Özgecan Aslan, Emine Bulut ve daha nice canlar. Hani her seferinde katillerine kısas isteyip, orada olsaydım belki engel olabilirdim diye kendimizi yiyip bitirdiğimiz konu. Ya da, yok muydu orada bir yiğit de çıkıp kurtarsın, en azından çaba göstersin videolar çekmek yerine dediğimiz konu. Bunu dedikten sonra önümüze bir fırsat çıktı hanımlar beyler. Buyrun, bir üniversite hazırlık öğrencisi genç, adı Kadir Şeker, bunu yaptı. O cinayete engel oldu ve 19 suçtan sabıkalı saldırgan tartışma esnasında kazara öldü. Kadir, hepimizin içinde zerre dahi olsa bulunan insan vicdanıyla hareket etti. Bu konu da, sürekli ahkam kesen insanların eyleme geçen birini gördükten sonra “ya başıma bir şey gelirse” tavrıyla destek olmaktan çekinmelerinden yakınıyor. Bu konuya adaletsizlik de dahil oluyor. Şayet yargılandığı mahkemeden beraat kararı çıkmayacak olursa, adalet de isyankar oluyor. Bakın, her şey ne kadar bağımsız, her şey ne kadar bağımlı değil mi? Aman ha, adalet ve mahkeme kavramı sadece dünya diye tabir edip yaşadığımız yerle sınırlı değil, farkında değilsek bile uyanalım. Dilegetirelim, korkmayın yahu. Adil olanı savunmak malımıza, canımıza zaiyat verse de bize en son kalan gurur duyduğumuz şerefimiz ve onurumuz olacak.

Son bir konuya daha değinmek zorunda hissediyorum. İnsanların psikolojisine en fazla etki eden unsur, ekonomi. Yine geçtiğimiz günlerde –çok uzak değil- bir baba, Hatay Valiliği önünde “çocuklarım aç, iş istiyorum” deyip kendini ateşe verdi. Bu konu şunları suçluyor; çalışanı veya fakiri hakir gören patronlar, evinin sıvasını yapamamış adamların kapısına lüks araçlarla gidip oy isteyen yüksek makam işgalcileri, kendileri dünyada cenneti yaşamaya niyetliyken gün ekmeğine muhtaç insanlara “imtihan dünyası, senin de imtihanın bu” diyen din adamları, o grup, şu parti bensenobizsizonlar... Hepsi mi aynı olur demeyin. Yapmışlar, olmuş. O babanın ve daha göremediğimiz anne-babaların, daha net ifadeyle geçim derdinde olanların acısı karnı tok şekilde sıcacık yatağımıza girdiğimizde yarınımızdan habersiz olan bizlere musallat olacak. Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun, beni ne ilgilendirir diyor musunuz? Bundan en az benim kadar emin olmayan her kimse, ilk sırada olanlar onlardır. Demedi demeyin.

Daha dilegetiremediğimiz çok meseleden bahsedip canınızı sıkabilirdim, çünkü benim çok sıkılıyor. Neyse ki ilk yazı, uzatmak doğru olmazdı. En çok canımı sıkanlara ufak bir selam vereyim istedim. Selamım rahatsız etmiş olsa da merhaba, ben geldim.