Kat kat apartmanlarda lüks içinde oturup katlanmaktansa, şatafattan uzak bir evde daha huzurlu yaşamanın adıdır evlilik. Her şeyin başında olduğu gibi evliliğin başı da istemekten geçiyor tabi ki.


Akla, artık kendi düğmesini dikememenin verdiği acizlikle pilavın ortasına kaşık diken delikanlılar geliyor. Yalnızca müzmin bekarımız Necip Hoca'dan değil, genel anlamda gençlerden bahsediyorum. Evlenmek isteyip de evlenemeyenlerden. Evet, burası izdivaç köşesi değil benim de çöpçatanlık yapmak gibi bir amacım yok.

 

Niyetim ufaktan bi' dert yanmak. Gençlerin neden evlenmekten kaçtığını acizane anlatmak. Çünkü bu devirde evlenmek isteyenlere ebeveynleri tarafından verilen ilk cevap "it doydi, galdi heydo" oluyor.

 

Ahh çok değerli analar-babalar siz de biliyorsunuz ki insanlar karnım doydu mu doymadı mı diye bakmıyor artık. Olay artık yemek, doymaktan ziyade, egoları tatmin etmek.

 

"Desinler içün" yapmayacağımız şey yok. Hele bir de sosyal medya var. Herkesin evini karışı karışına biliyoruz neredeyse. Arkadaşının fotoğrafına yorum yapıp "aa koltuklarının yerini değiştirmişsin" diyeni bile var. Durum o kadar vahim yani. Çoğu insanın tek derdi var, caka satmak! Vitrine koydukları fincan takımlarının, "ğır heşeğin" depremde, sarsıntıdan dolayı yerle yeksan olmasına aldırmayıp; kullanmak için değil sadece görülsün diye vitrinini yeniden donatan, hatta bir de yenilerini ekleyen insanımız var bizim. ("İnsanımız" yerine "kadınlarımız" kelimesini kullanacaktım, başımı geceltirler diye kullanmadım)

 

Babaannemin yanı başına oturduktan sonra "bana eskileri anlatisan?" Diye sorup, onun eskileri anlatmasını dinlemek en büyük aktivitelerimden biridir. Büyük bir heyecanla anlatırken ben de gelin görmenin pazartesi ve perşembe günlerine has olduğunu, gelen misafirler için takıların yeniden görücüye çıktığını, mahallenin her biri birer Instagram donanımına sahip olan Şefga, Söhla, Miyeser ablaları, ne takıldı, kim taktı diye belleklerine kaydettiğini öğreniyorum. Hatta bununla da kalmayıp ileriki düğünlerde lazım olur düşüncesiyle arşive atıp, lazım olduğunda kullanırlarmış o verileri.

 

Yani gösteriş, o zamandan beri süregelen bir şey. Şimdi de öyle değil mi? Düğünlerde çekilen fotoğraflar, videolar, hatta tutulan çeteleler... İnşallah siz de benim gibi yanılıp düğün videosunun sadece anıları saklamak için çekildiğini düşünmüyorsunuzdur. Düğün demişken; daha düğüne gelmeden bir yığın aşamalardan geçip öyle geliyorlar o mutlu (!) güne.

 

Önce çikolata çiçekle hatun kişi ailesinden istenir sonra gelsin baklavalar, iki bayram arasıysa kurbanlıklar... "Hele bu lelesidir bunun lolosu var bir de..." Bkz; mutfak takımı, yatak odası, salon takımı, oturma odası... (Alınan takımların kaymaz bir örtü ile örtülmesi de var o apayrı bir konu)

 

Ne var ne yok her şey alınır, bunlar alınırken huzur da alınır evlenme aşamasında olan çiftten. "Seni ele seviyem ele seviyem az gali ölüm" cümlesini kuranlar, evlendikten sonra "senlen evlenecağıma öledim daha iyiydi" der. Hayatım düzene girsin düşüncesiyle evlenenler, borç ödemekle uğraşıp durur.

 

Sonra da "git başan bi semvar kaynar su tök yine de evlenme" benzeri cümleler kurarak gençleri evlilikten soğutmaya çalışan kişiler türer. Ve tabi ki sonunda dışı altın gibi görünse de içi "teğeze" olan bir evlilik ortaya çıkar.

 

Şimdi gidip büyüklerinize sorun; eve gelin geldiğinde yerde bi çul vardır, bi de başlarını koyacakları yatak. Kasmamışlar yani kendilerini. Kredi çekerek oturma grubu mu almışlar? Birilerinden borç para alıp, aynalı konsol olmazsa ben gelin gitmem mi demişler?

 

Bunları yapmamışlar çünkü her şeyin aslında maddeden ibaret olmadığının bilincine çoktan varmışlar. Bir pirinç tanesini bile yere düştüğünde arayacak kadar iktisatlı davranan büyüklerin torunlarına yakışmıyor sanki bunlar. İnşallah lafım döner dolaşır gideceği yere ulaşır, evlilik dert olmaktan çıkar, sonsuz bir mutluluğa dönüşür.