Geçen gün televizyonun karşısına kurulup kumandayla kanalları dolaşmaya başladım. Trt 1'de yeni yarışma başlığıyla yayınlanan bir program dikkatimi çekti. Yarışmanın ismi 3'te 3 Bir Zamanlar.

Bir Zamanlar ifadesi bana çocukluğumuzun o hiçbir şeye değişemeyeceğimiz yıllarına yönelik bir yarışma olduğunu düşündürdü. Yanılmamıştım. Tam da olan buydu. Sunucu Emre Altuğ, oyuncu Erdal Özyağcılar ile (Bizimkiler dizisinin Şükrü'sü) yarışmacıyı ve izleyiciyi ta o yıllara götürüyordu. Kumandayı bıraktım elimden, yüzümde engel olamadığım bir tebessüm, içimde kabarık bir özlem duygusuyla kulak kesildim.

Sorular ardı ardına ekrana yansıdıkça heyecanım artmaya başladı. Her evde telefon olmadığı için telefon etmek için bakkala ricada bulunulan yıllardan tutun da Bonanza dizisine, mektupların sonuna düşülen notların isminin hamiş olmasından teletabi dörtlüsüne, Kemal Sunal'dan Tarkan çizgi romanına, tasolardan Trt'nin teknik arızaları esnasında ekrana yansıyan şeyin necefli maşrapa oluşuna kadar her şey vardı sorularda. Soruları hazırlayan ekibe içimden teşekkür ettim. Birkaç dakikalığına çocuk oldum. Mutluydum.

Sonra bir soru daha yansıdı ekrana. Şöyleydi: Metin Oktay'ın jübilesi için 1969 yılında Galatasaray ve Fenerbahçe arasında oynanan maçta Taçsız Kral, hangi futbolcuyla formasını değiştirerek bir süre kendi takımına karşı oynamıştır? Emre Altuğ'u yanlış duyduğumu düşünerek soruyu dikkatlice okudum. Doğruydu. Türk Futbol tarihinde destan yazmış bir oyuncunun hayatı boyunca hatırlayacağı ve takımına karşı forma giydiği bir maçtan söz ediyordu soru. İlginç olan buydu.

Dostluk, sevgi, güven kavramlarının kıyasıya yarıştığı, rekabetin bile tatlı çekişmelerle saygı çerçevesinde gerçekleştiği yıllar yani. Aslına bakarsak 80'lerin ve 90'ların yüreği kötülüğe bulaşmamış masum nesli olarak o yılların güzelim yaşam şeklini olağan karşılamamız gerekir. Fakat çocukluğumuzu takvime teslim ettikten sonra öyle bir devirden geçtik ki güzeli çirkinle, iyiyi kötüyle değişmek zorunda kaldık. Çocuk yaşımızın tertemiz dünyasına şöyle edebimizle tutunamadık. Önce yıktık. Bütün değerlerimizi, kutsal bildiklerimizi...

Ekmeğin bereketini, suyun saffetini, toprağın sadakatini unuttuk. Onlara da kötülük ettik. Çocukluğumuzun susam sokağının yerini kadınların yerlerde sürüklendiği, çocukların tacize uğradığı, gençlerin katledildiği karanlık sokaklar aldı. Teletabi dörtlüsünü izlemiyoruz artık, azılı katiller, gözü dönmüş canilerle mücadele ediyoruz.

Barış Abi çoktan gitti, yediden yetmişe saygıyı bilmeyen, vefaya yabancı bir toplumuz artık. Misafirliğe gidilen hafta sonu akşamları, leblebi tozu yuttuğumuz sokak saatleri, tek başımıza bakkal amcaya ekmek almaya gittiğimiz kahvaltı sabahları, ekmeğe salça sürdüğümüz keyif günleri tozlu raflarda. Üflemeye kalksak daha beter saklanacaklar bizden. Masum değiliz, masum kalamadık. Dedikodunun, çekememezliğin, dolandırıcılığın, siyasi ayrışmaların gırla gittiği bu zamanın, haline razı zavallı nesliyiz.

Ne kimse çıkıp siyasi duruşlarınız farklı diye sosyal medyada birbirinizin annesine küfretmek zorunda değilsiniz diyebiliyor, ne de gözümüzün içine baka baka yalan söyleyen politikacıları alkışlamaktan vazgeçebiliyoruz. Ne kimse futbol maçlarıyla tribünlerden küfür dizmenin ne alakası olabilir ki diye sorguluyor, ne okullarda değerler eğitimi verilmesine rağmen değerlerden yoksun bir nesil yetiştiğini görebiliyoruz.

Hepimiz senaryosu bizce ya da hayatı paylaştığımız kişilerce yazılan cinayet senaryolarının kurbanı olduk. Yani öyle faili meçhul cinayetler filan değil bunlar ha, basbayağı faili malum cinayetlerdi. Katil belliydi. Kıydık kendimize. Ve daha da dramatik olanı bu saatten sonra pirincin taşı ayıklanacak gibi görünmüyor.

Yok olmaya yüz tutmuş toplumsal değerlerimize toplu bir mezar kazdık o mezara hep birlikte çoktan yuvarlandığımızı göremeden...