Açlık grevleri nihayet son buldu. 

68 gün süren grevlerin kazasız belasız atlatılması iyi oldu.  Grev sona erdi, bu hem ülkeye hem de bölgeye rahat nefes aldırdı. Nihayetinde kimsenin burnunun kanamaması dahi önemli bir kazanım…

 

Grevler sona ermesine erdi de, beraberinde birçok soru da bırakmadı değil.

 

Bu işin son bulması için isteneler neydi? Kısaca hatırlayalım:

 

-Anadilde savunma

 

-Anadilde eğitim

 

-Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması…

 

İlk maddeden başlayalım. Anadilde savunma hakkı AK Parti Büyük Kongresi için hazırlanan kitapçıkta yer almış ve bizzat Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından duyurulmuştu. Kitapçık, kongreden haftalar öncesinde hazırlandığına göre, demek ki bu taleple ilgili bir problem yoktu. Yani hükümet bir nevi eylemler öncesi ön almıştı.

 

Taleplerden ana dilde eğitimle ilgili hiçbir gelişme olmadı. Zaten olması için önce Anayasa değişikliği olması gerekir. Bu da partilerin uzlaşmasına bağlı…

 

Tecride ilişkin son talepten kasıt ise Öcalan’a avukatlarıyla görüşme yolunun açılmasıydı. Hükümet burada da geri adım atmadı. Erdoğan başından beri “Öcalan isterse aile mensuplarıyla görüşebilir” dedi ve dediği gibi de oldu. PKK yöneticilerinin bizzat açıklamalarıyla karşı çıkmalarına rağmen adaya kardeş Mehmet Öcalan gönderildi.

 

Tüm bunlar biryana, Erdoğan’ın, bu süreçte BDP Milletvekillerini aşağılayan, alaya alan açıklamaları da çabası…

 

Artı başta Diyarbakır ve İstanbul olmak üzere bölge illerinde BDP Milletvekilleri ve yöneticilerinin yediği onca biber gazı ve tazyikli suya ne demeli?

 

Fotoğrafa yukardan bakan biri için Erdoğan’ın söylediği sözler, bu sözler paralelinde yaşananlar ve hemen ardından bu işten vazgeçilmesi sürpriz ötesi bir gelişme olsa gerek.

 

Sonuçta Erdoğan’ın bilgisi dâhilinde aday gönderilen MİT mensupları (Radikal Gazetesi’nin haberi) işi tereyağından kıl çeker gibi çözdüler.

 

Gelişmeleri yakından takip edenler için görünen köy: BDP’nin bu işe son anda dahil edilmesi ve belki de hükümetin istese bu işi bizzat BDP’siz çözecek güce sahip olması .

 

Demek ki, Erdoğan’ın BDP için sarf ettiği ağır sözler, polisin BDP Milletvekilleriyle saç saça baş başa girdiği görüntüler, taraflar için (Buna Öcalan da dahil) hiçbir anlam ifade etmiyor.

 

İşin en ilginç yanı beklenen gelişmenin bir gün önceden hükümet kanadı tarafından açıklanması.

 

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 1 gün öncesinden sinyali verirken, BDP sanki hiç haberi yokmuşçasına, grevin son bulduğu ana kadar eylemlerini sürdürdü.

 

Peki, süreci doğru okuyanlar olmadı mı?

 

Hayır oldu.

 

Bağımsız Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana, açlık grevine başladığında dahi “Bu sorunu çözerse Erdoğan çözer” dedi.

 

Zana’nın sözleri çoğu kimse tarafından şaşkınlıkla karşılandı, ancak olanlar Zana’yı haklı çıkardı.

 

Her şeye rağmen Erdoğan’ın dediği oldu.

 

Önceden “Kürt sorununu çözerse Erdoğan çözer” yaklaşımlarına temkinli yaklaşıyordum.

 

Ancak son hadise de göstermiş oldu ki, Erdoğan’ın bu işi çözmedeki gücü hiç yadsınamaz. Herhalde Erdoğan çözemezse bir başkasının bu sorunu çözmesi çok zor olur.

 

Büyükşehir yasasının geçmesinde dahi, çoğu AK Partili’nin itirazına rağmen Erdoğan milim geri adım atmadı.

 

Yasayla birlikte BDP’ye gün doğdu. Belki bu yasa sayesinde BDP elindeki büyükşehir sayısını 3’e (Diyarbakır, Mardin, Van) çıkaracak. CHP ve MHP’nin tüm itirazlarına rağmen yasa geçti. Yasa geçerken BDP tüm mesaisini eylemlerde harcıyordu.

 

Benim anlamadığım altın tepsi içinde BDP’ye böyle bir fırsat sunulurken, BDP hala neden farklı işlerin peşinde?