Bundan tam 10 yıl önce Şehrivan’ı kurduk.

 

2003 yılının yağmurlu bir mart günü, merhum Aziz Aykaç’la kahvede buluşmamız üzerine başlayan ve 10 yılı geride bırakan sıkıntılı ama eğlenceli bir serüven…

 

İç içe açılan iki odalı bir büro, bir adet bilgisayar…

 

Üstünü ciltleme marifetiyle sehpa niyetine kullandığımız iki karton koli!

 

Bundan başka da bir şey yok!

 

Açıkçası; Aziz Aykaç bana “kendi gazetemizi kuracağız” derken, işin böyle olacağını hiç düşünmemiştim.

 

Hayal kırıklığı yaşadım daha işe başlamadan.

 

Bir fotoğraf makinemiz bile yoktu ve biz gazete çıkaracaktık!

 

Çok değil, 10 gün sonra o gazetenin ilk sayısı basıldı.

 

18 sayfa ve dolu dolu…

 

İki hafta kadar sonra akrabalardan birinden eski bir bilgisayar daha temin ettik.

 

Fotoğraf makinesine sahip olmak için 8 ay kadar bekleyecektik.

 

O zamana kadar ya diğer gazeteci arkadaşlardan ödünç alıyorduk makinelerini, ya fotoğraf istiyorduk ve ya röportaj ve özel haberler için vakitleri varsa gelip çekmelerini rica ediyorduk.

 

Yusuf Ziya Cansever’in arşivinden faydalanıyor bazen bulamadığımız fotoğrafların yerine el yordamıyla şekiller çiziyorduk.

 

İnternet bağlantımız yoktu elbette, onun için de iki yıl bekleyecektik.

 

Kısa sürede kapatırız dediğim gazete, her geçen gün daha iyiye gitti.

 

Sadece ben değil, çevremdeki herkes uzun ömürlü olmayacağımıza inanıyordu.

 

Bir kişi hariç: Aziz Aykaç.

 

Bu işi biliyordu çünkü.

 

Yerel sorunları gündeme getiren ilk köşe yazarıydı.

 

Kendisinden önceki köşe yazarları Bursa’daki camileri konu alıyorlardı Van’daki yerel gazetelerde.

 

Halkın anlayacağı bir dil kullanması onu okutuyordu.

 

Haber anlayışını tamamen yerel üzerine kuruyordu ve halkın da bunu istediğini çok iyi biliyordu.

 

İlk başlarda zaten az olan ‘ulusal’ haber sayısı 8.sayıya geldiğimizde gazeteden tamamen silindi.

 

Yayın yaptığımız kentin sorunlarını dile getiriyorduk.

 

Ben içeride, o dışarıda tüm günümüzü haberlere verdik.

 

Kendisine “Bir muhabire ihtiyacım var” dediğimde, “Sen ve ben yeteriz” demişti.

 

Ben sadece röportaj yaparken o her gün haber için dolaşıyor, haberlerini gece evde kağıtlara yazıyor, gündüz bana bırakıyor bilgisayara aktarmam için…

 

* * *

 

Bütün bu çabalara rağmen gazetemiz aslında yine de istediğimiz gibi olmuyordu.

 

Hep daha güzeli için çabaladık.

 

Bu çaba içinde çok defa tartışmalarımız oldu.

 

Bir gazetede veya televizyonda haberin veriliş biçimi üzerine kavga ediliyorsa, orada kalite var demektir.

 

Şimdilerde olduğu gibi ajanstan gelen haberi kopyala, gazete sayfasına yapıştır anlayışı hiç olmadı bizde.

 

Ve bu anlayışı 2006’ya kadar sürdürebildik.

 

* * *

 

Yerel basın yayın yaptığı kent için çok önemlidir.

 

O kentin sorunlarını, sıkıntılarını dile getirmelidir.

 

Bunu yaparken o kentin ve o kentteki yaşayanların önceliklerini diğer bütün önceliklerden üstün tutmalıdır.

 

Saygınlık, güvenilir olmak böyle kazanılır.

 

Van’daki yerel basın, bu serüvene başladığımız yıllara oranla çok renkli.

 

Değişik fikirde insanlar gazete çıkarıyor.

 

‘Çokseslilik’ açısından elbette bu büyük bir kazançtır.

 

Ancak, gazetecilik yapmak dışında başka uğraşların peşine düşüldüğünde bu çokseslilik kirliliğe dönüşür.

 

Bu geçen 10 yıllık sürede anladım ki; yerel gazetecilik para kazanma işi değildir.

 

Reklamlardan, devletin verdiği ilan hakkından para kazanılabilir ama bu durum doğru ve objektif haber vermenin önüne geçmemelidir.

 

Bir gazete okuyucu ile ayakta durduğu müddetçe gazetedir.

 

Okuyucudan kastım abonedir.

 

Van’daki yerel gazetelerimizin abone sayıları nerede durduğumuzun açık göstergesidir.

 

Aynı şekilde radyoların dinlenme, televizyon kanallarının da izlenme oranları yerel medyamızın durumunun çıplak gerçeğidir.