Korku, olabilecek kötü bir durumdan dolayı kalbin etkilenmesidir. Bir öğrencinin kötü geçen bir sınavın neticesinden dolayı muhtemel bir zarardan, veya suç işleyen birinin yakalanmasından endişe duyması buna örnektir. Korku, hikmetin başıdır. Korku, tehlikeyi fark edip tedbir almaktır.

 

Korku, yapılan hatalardan vazgeçip pişmanlık duymaktır. Korkunun en önemli semeresi, sahibini günah işlemekten alıkoymasıdır. Allah’tan korkmakla diğer şeylerden korkma arasındaki fark şudur: Allah’tan korkan, korkmayandan daha çok yalvarır, umut bağlar; diğer nesnelerden korkan ise onlardan kaçar ve saklanır. Allah korkusu, “Ne yapsak ceza göreceğiz,” anlayışından tamamen ayrı ve farklıdır. Mü’min yaptığı iyiliğin kabul edilip edilmediği endişesini taşır. Bu bakımdan ufak günahı da, başına düşecek bir kaya kadar büyük ve tehlikeli görür. Münafık ise yaptığı günahı hafif görür. Mü’min her zaman Allah sevgisini ve kendisine olan güven kaybetme korkusunu taşır.

 

Allah korkusu kalp amellerindendir ve farzdır. “Ben Allah’tan korkmuyorum, korkuya ihtiyacım yoktur,” diyen birinin İslâm’la ilişkisi kesilir. Korku iki kategoride incelenebilir: Birincisi, ihlas ve samimiyetten kaynaklanan doğru korku. Diğeri ise yalancı, riyakar ve hokkabazların korkusudur. Bu tür korku, eskiden taziyelerde ağlamak üzere ücretle tutulan kadınların yapmacık ağlama ve gözyaşlarını hatırlatmaktadır. Her iddia için delil ve şahit arandığı gibi, korku ve iman için de delil ve şahit aranmaktadır. Abdullah bin Şihhir şöyle der: “Allah Resûlü’nü ziyarete gelmiştim. O sırada namaz kılıyordu. Göğsünden, kaynayan tencerenin fokurtusunu andıran bir ağlama sesi geliyordu.

 

Ashabtan biri, Hz. Ömer’e, “Ey Ömer, Allah’tan kork,” der. Hz. Ömer bineğinden iner, secdeye kapanır ve,“Kim oluyorum ki Allah’tan korkmayayım,” der.

 

Resûl-i Ekrem, ashabtan birine, “Nasıl sabahladın,” der. Sahabi; ”Ey Allah’ın Resûlü hamd olsun, mü’min olarak sabahladım” der. Resûlü Ekrem;

 

–O hâlde mü’min oluşunun belirti  ve alametleri nelerdir? der. Sahabi;

 

–Ey Allah’ın Resûlü, Allah Teâlâ’nın Arş’ını üstümde tasavvur ediyorum, cennetliklerin birbirlerini ziyaret ettiklerini gözlerimin önüne getiriyorum, cehennemliklerin de hıçkırıklarını duyuyor gibiyim, der. Resûl- Ekrem;

 

–Meseleyi iyi kavramış ve isabet etmişsin, bulunduğun hâl üzere devam et, buyurur.

 

 Kur’an, Allah’ın kulları içinde âlimlerin kendisinden korktuklarına dikkat çeker.[1] Yani, hakkıyla Allahtan korkan âlimlerdir. Onlar, nefis ve şeytanı değil, Allah’ı dinlerler. Resûlü’ne tabi olurlar, günahların vahametini bildiklerinden onlardan uzak durur, tedbir alırlar. Cahiller ise, nefis ve hevâya tabi olurlar, günah işlerler, hastalığın vahametini bilmezler. Bu bakımdan hastalıktan endişe duymazlar, gerekli tedbiri almazlar.

 

Bir çocuk bile evde bir yılanın bulunduğunu söylerse uykularımız kaçar o eve girmekten sakınırız. Gerekli tedbirleri alırız. Yüz binler peygamberi, ahireti, kabir azabını, oradaki yılan ve akrepleri haber verdikleri hâlde, her hangi bir tedbir almaz, hazırlık yapmayız. Keşke en az fakirlikten, hastalıktan korktuğumuz kadar Allah’tan ve O’nun cezasından korksaydık.

 

Hayır, hasenat sahipleri, hatta kendilerine cennet müjdesi gelen şahsiyetler bile, işlemiş oldukları iyiliklerden dolayı şımarmazlar, aksine Allah korkuları ve amelleri daha da fazla artar. Malûmunuz Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer cennetle müjdelenen şahsiyetlerdendir. Hz. Ebubekir, “ Keşke ateşte yakılan bir ağaç olsaydım,” derdi. Hz. Ömer de, Allah korkusundan döktüğü göz yaşlarından dolayı yanağında iki çizgi oluşmuştu. Hz. Osman, bir mezarlığın yanından geçerken sakalları ıslanıncaya kadar ağlardı.

 

Cennetle müjdelenen ve ümmetin emini olarak bilinen Ebu Ubeyde bin Cerrah de, “Keşke boğazlanıp pişirilen ve hesap vermekten kurtulan bir koyun olsaydım,” derdi. Hz. Hasan’ın oğlu abdest aldığında, Allah korkusundan sapsarı kesilir ve “Kimin huzuruna gitmek için hazırlandığımı biliyor musunuz,” derdi. Büyük mücahit ve âlim Abdullah bin mübarek, “Dünyanın en günahkâr insani ortaya çıksın denilse, ben çıkarım,” derdi.

 

Akıllı insan, her olaydan ibret alır ve fırsattan istifade etmesini bilir der. Büyük bilge kadın Rabiatü’l-Adeviyye’nin önüne tavuk eti getirilir. Biraz düşündükten sonra şöyle der: Kardeşlerim! Tavuk da pişirilir insan da. Ne var ki aralarında tek bir fark vardır. Tavuk, kesildikten sonra pişirilir, insan ise kesilmeden cehennemde pişirilir,

 

Allah’tan korkup korkmadığımızı test etmek elimizde. “Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.”[2] âyetinin de ifade ettiği gibi, Allah’ın adı anıldığında, âyetleri okunduğunda kalplerimiz titriyor, bilincimiz artıyor ve içimizde Allah ve ahiret gününe bir arzu ve iştiyak doğuyorsa korkumuz var demektir.

 

Yazımızı, Allah’ın âyetleri okunduğunda Müslümanların nasıl etkilendiklerini gösteren bir örnekle noktalamak istiyorum. Ali bin Fudayl’in genç bir oğlu “O gün günahkârların zincirlere vurulduğunu görürsün.”[3] âyetini duyunca, Allah korkusundan titremeye başlamış ve aynı mekânda ruhunu Allah’a teslim etmiştir.

 

Cenabı Allah, kalplerimizi korku ve sevgisiyle ihya etsin. Kabirde sorguda ve mahşer yerinde yardımcımız olsun, cümlemizi kendisinden hakkıyla korkan kullarından eylesin.

 

Abdulcelil Candan’ın İlmi Hutbelerle Minberin Gücü adlı kitabından alınmıştır.

 

 

[1] Bkz. Fâtır, 35/28.

[2] Enfal, 8/2.

[3] İbrahim, 14/49.

Editör: TE Bilisim