Hamdu Sena nidalarıyla Rabbimizin tefekkür penceresinden dalar gözlerimiz alemin akışı intizamına. Masmavi göklerin üzerine sanatkar fircilarla serpiştirdiğin bulutların arasından nazlı nazlı süzülürken güneş… Vakit şükür vakti.

 

Gecenin sessizliği yerini alemden yayılan binbir türlü seslenişe bırakıyor. Bu kadar yoğun bir alemin ortasında kendine ayrılan bölümde rolüne bürünüyor insan. Kimi yaratılış gayesinden haberdar halde, kimi hatta çoğu bihaber.

 

Akleden, ilmeden, fikreden, fark eden, zikreden… Bunca meziyetlerle donatıldığı halde yol alır insan, kendini bilmeden.

 

Her şey hazır halbuki sağlam yapıda bir insan olmak için. Harcı, toprağı, taşı.. Hatta can suyu dahi. Hayret edilir oysa her şeyi bilen insanoğlunun, bir tek kendini bilmeyişi. Çokça zengin olup, kendini fakir bilen insanoğlunun meziyetlerinden haberi olmayışı da mı bir imtihan?

 

Perdeler ah perdeler… nedir bu gözdeki, kulaktaki, kalpteki, bilakis ruhu sarmalayan perdeler. Nakış nakış ilenmiş, kıymetli, paha biçilemez perdeler. İllaki bir hünerlinin elinden işlenmiş. Hakikati ve berraklığı gizlediğinden lüzumsuz görünen perdeler. Halbuki kaldırılmayı bekleyen, her biri türlü türlü sırra gebe perdeler… Sizi bunca incelikle işleyip, hakikatleri sizle sırra bürüyen, elbet sizi kaldırmayı bilen, ardınızdaki sırlara erdirmeyi bilen mimarı da tayin edivermiştir.

 

Şimdi aralayıp perdeleri gerçekleri selamlayalım. Gönül mimarı olan Mürşid bir mürid (kul) in inşasında görevli Allah’ın (c.c.) vekilleridir. Harcı, taşı, can suyu hazır halde olan fakat bir türlü bir araya gelip toparlanamayan müridin temelini sağlam atıp, nefsin heves zelzeleleriyle oluşan kırıklıklarını tamir edip, binanın inşasına hikmetle başlar.

 

Birçok nefsi büyük olana bu inşa sanki bir tahrip imiş gibi gelir. Sebebi de aslından nefis perdelerinin ardındaki hakikati görememektir. Bu hakikat şudur ki aslında mürid dünyasının darmadağın bir çok boşlukla doludur, bu boşluk ve kırıkları görüp tamir eden işe Mürşidi Kamillerdir.

 

Mürşidin darmadağın duran hayatın, bu alemin imtihan sebebiyle yaratıldığının farkında olan yorgunluğu, yüzünde bellidir. Teheccütlerin parlaklığı alnında nişanesi. Mütevazi hali, kızarmış gözleri, sükuna uğramış ruhu. Zikrullahin işlenişi beliriyor her halinde, virdine sadıkların her hali vird gibi intizamlı ve muntazam. Bu hali hazırında önderi olan Mürşid evvelden pek uğraşmış olmalı. Mürid, irade ve talep eden, isteyen, arzu eden anlamına gelir. Tasavvufta, kendisi için Allah'ın irade ettiğinden başka bir şey istemeyen, Allah'ın iradesi karşısında teslim olan; şeyhe bağlanan demektir.

 

İşte Rabbinin irade ettiğini arzulayan müridin kendi iradesini emanet ettiğidir Mürşid. İrade hırkamızı giydirendir Mürşid. Mürşidin maksadı müridinin Doğruyu yanlıştan ayırıp, halini nurla bezeyebilmeyi kazandırmaktır. Aradaki bağ o kadar güçlüdür ki, suresizdir bu karşılıklı aşk. Mürid Mürşidine aşk şarabıyla bağlıdır. Bu aşk şarabının kaynağı aslında Mürşidtir. Mürşid müridine Allahın emaneti olarak bakar, hatta evladına dilediği pek çok muradı önce müridine diler.

 

Her gün müridlik torbasına bir erzak atar. Mürid bunu görse de görmese de her hizmetin bir nimeti, rızık olarak konulur müridin tasına. Mürşid emanetini Rabbinden, Resulünden ve Büyüklerinden aldığı vekaletle korur, kollar. Öyle ki müridin etrafına ihlastan bir perde çekilir, ne sağdan ne soldan nede arka ve önden şeytani, nefsani insi ve cinni herhangi bir zarar gelmez. Gelen zarar bu kulu koruyan var deyip geri çekilir. Başı bağlı bir genç gibidir, haram ona ilişmez. Aslını bulmaktır aslında bağlanmak bir Mürşidi Kamile…

 

Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bir hadisi şerifinde "Kim devrin halifesine biat etmez ise o cahiliyet hükmü ile ölmüş gibidir.” Buyurmuştur. Çünkü O (s.a.v.) kendi döneminde yaşayan insanların, Asr'ı Saadeti yaşamalarının, ancak kendisine mutlak tâbî olmalarından kaynaklandığını en iyi bilendir. Bu gerçeği en iyi bilen Peygamber Efendimiz (s.a.v), kendisinden sonra gelecek olan zamanın halifesine (devrin imamı) insanların tabi olmalarını onların dünya ve ahiret mutluluğunu yaşamaları için yegâne şart olarak görmektedir.

 

Çıkarmak lazım kalbimize saplanan okları. Ardı ardına saplanan o oklar viraneye çevirdi aşk şuleleri saçan kalplerimizi. Açın kendi kapılarınızı. Kilitlerini çözdüğünüz de yeni ufuklar, realist bireyler taşacak gün yüzüne. Kendimizin bile inkar ettiği doğruları haykıracak. İçimizde ki karanlığa tutalım meşaleleri. Işıksız kalmaktan çürüyen ne varsa yeşertelim. İşte en kurak zamanda doğup, batmayan güneş, devrin muhyiddini Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri buyurmuştur ki ‘Takva ehli alimler, zahiri (açık, belli) ve batini (iç gerçekle ilgili, gizli olan) ilimlere vakıf olan alimlerdir. ‘Zahir ilimleri görünen kısmın ışığıdır, Batın ilimleri ise görülmeyen kısmın’.

 

Yani göz görmedi diye hmekten vazgeçmiyor kalp. Sevdiren Allah, sevgiyi yaratan Allah. Tarif etmeye çalışsak tıkanmaz mı sözcükler fikrimizde. Çıkmaz sokak gibi. Ama yürümekten vazgeçmeyiz sokak son buldu diye, başka yollar ararız. Htiğimiz yöne ilerleriz kayboluşlarımızda. Rabbim hepimize feraset nasip etsin. Çünkü his yoksa, yol da yoktur.

 

Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya bir perde arkasından iletişim kurar, yahut bir elçi gönderip izniyle dilediğini vahyeder. O, Yücedir, Bilgedir. Şura Suresi/51.Ayet Ayetiyle kullarıyla nasıl konuşacağını beyan etmiştir. Bunlardan elçi gönderme ve vahyetme şekli peygamberlere, ilham, gizlice bildirme, uykuda veya başka bir yoldan perde arkasından konuşma ise Mürşidlere ve ilimde yüksek payeye ulaşmış seçkin ariflere aittir.  Bu iletişim kıyamete kadar sürecektir.

 

Ayeti kerimeler, hadisi şerifler ispatlıyor ki Mürşidi Kamiller elzemdir.  Böylesine mühim bir konudan bahsetmek ne güzel bir nimettir. Vazgeçilmez olanları hayatınıza dahil etmeniz duasıyla…