“Bizi Türkler’in gücü değil, manevi gücü yendi. Onların atacak barutu bile kalma-mıştı. Lakin biz gökten inen güçleri müşahade ettik. ( Hamilton)”
“Bunca teknolojiye rağmen Türklere nasıl yenilirsiniz?” diye sıkıştırılınca şu cevabı vermiştir:
“Anlamıyor musunuz, biz Çanakkale’de Türklerle değil Tanrı’yla harbettik. Herhalde yenildik...” (Churchill)
Her ne kadar bazı kesimler Çanakkale’de vuku bulan olağan üstü olaylara inanamadıklarını dile getirseler de; bunların doğruluğunu hem savaşan düşmanların komutan ve askerlerinin hatıralarından, hem de savaşa katılmış Mehmetçiğimizin hatıralarından anlıyoruz .
Çanakkale Savaşı, kahraman ecdadımızın batının son haçlı seferine (İngiltere, Fransa, Rusya...) karşı Birinci Dünya Savaşı sırasında (1915-1916) verdiği bir ölüm kalım savaşıdır.
İngiliz ve Fransızlar adeta dünyayı parsellemiş ve birçok ülkeyi sömürgeleri altına almışlardı. Dünyanın çeşitli yerlerinde kurdukları kamplarda, gerek yalan vaadlerle gerekse zorla, sözde gönüllü asker(!) yetiştiriyorlardı.
İşte bu bir kısmı Müslüman, bir kısmı başka dinlerden olan askerlerin kandırılması sonucu oluşturdukları orduyla Çanakkale’ye dayandılar.
Müslüman askerleri “Halifeniz esir alındı, onu kurtarmak için savaşmalıyız!” kandırmacalarıyla; Hristiyanları (Avusturalya, Yeni Zelanda...) “ Osmanlı barbarlarından ve yamyamlarından dünyayı kurtarmalıyız...” yalanlarıyla kandırmışlardı.
Savaş ülkeleri tarafında bulunup kandırılan müslümanlar, cephede Mehmetciğimizin tekbir seslerini duyunca olayı çözmüş saf değiştirmişlerdir.
İngilizlerin oyunu bununlada sınırlı kalmamıştır. Kimyasal bomba kullanmak istemişler, fakat muvaffak olamamışlardır.
Bir başka İngiliz ayıbı ise yaralı ve hastalara dokunmak yasakken 18.000 yaralı Mehmetçiğin bulunduğu hastaneyi bombalayarak hepsini şehit etmişlerdir.
Emellerine ulaşamamışlar ki şuan bile Orta Doğu’yu kana bularken kardeşi kardeşe kırdırıyorlar. Bir avuç direnişçiyi törörist ilan ediyorlar. Kimyasal bahaneleriyle...
Bu nedenle etnik farklılıklarını ve mezhep farklılıklarını ön plana çıkarmakla müslümanların birbirlerine düşmesinı sağlamaya devam ediyorlar.
Enfal Suresi 17. Ayet-i Kerime ile Bedir’den Çanakkaleye gelecek olursak:
“Savaşta (onları) siz öldürmediniz ama Allah öldürdü, ( okları) attığın zaman da sen atmadın, ama Allah attı ve bunu müminleri güzel bir imtihanla denemek için yaptı. Şüphesiz ki Allah işitendir, bilendir.” (Enfal 17)
Bu ayeti celile Bedir Savaşı’nda indirilmiştir. Peki neden Bedir ve Çanakkale? Çünkü imkan ve şartların kısıtlılığıyla benzerlik arz ediyorlardı.
Tam bir teslimiyetle Bedir Savaşı’nda gelen yardım, aynı teslimiyetin gösterildiği Çanakkale Savaşı’nda da gelmiştir.
Kilitbayır tabyalarında eğitim subaylığı yapan Mehmet Hilmi Bey askerleri bu ayetle motive edip Bedir ve Çanakkale’nin benzerliklerini anlatırken özet olarak şu kararları da almıştır:
Bundan böyle abdestsiz dolaşılmayacak.
Medrese öğrencilerinin sürekli yüksek sesle kuran okumaları ve tekbir getirmeleri sağlanacak.
Top dolduran erler ezan okuyarak vazifelerini tamamlayacak.
Özellikle topçularımızın kimi insan üstü başarılarının sırrının; eğitimle öğrendikleri sahabe hayatını, iman ve cihad ruhuylada hayata geçirmeleriyle gerçekleştirdikleri görülmektedir.
Bu ruhtur devrin süper güçlerine diz çöktüren...
“Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi” dizesiyle Akif bu gerçeğe vurgu yapar.
Bedir harbinde binlerce meleği sayıca az olan müslüman askerlere yardımcı olarak gönderen Rabb’ul Alemin şüpesiz ki Çanakkale’ye de benzer yardımlar göndermiştir.
Derviş Ahmet Efendi ve Sırlı Rüyası
Ali Haydar Efendinin naklettiği, Çanakkale’nin manevi cephesine dair sırlı olaylardan biri şöyledir:
“Çanakkale Savaşının en çetin çarpışmalarının yaşandığı günlerden biriydi. İsmet Efendi Dergahı dervişlerinden yedek subay Ahmet Efendi’nin birliğinde cephane bitmişti. Gerideki birliklerle irtibat kopmuş, yardım ümidi tükenmiş, nefer başına sadece 17 mermi kalmıştı. “Ya şehitlik, ya teslimiyet...” başka yol kalmamıştı. Ahmet Efendi geceyi dua ve göz yaşı içinde geçirmiş, bir ara uykuya dalmıştı. Rüyasında karşı tepeden iki pir Seyyit Abdul Kadir-i Geylani (RA) ve Ahmet Rufai (ks) Hazretleri kol kola girmiş kendilerine doğru gelerek şu cümleleri tekrarlamaktadırlar:
“İzâ kaale‘l abdu Ya Rab, kaal’Allahü lebbeyk ya abd” ( Kul Ya Rab dediği zaman Allah der ki , buyur ey kulum.) böylece yardım Allah’ın izniyle, Allah’ın tasarrufunda bulunan bir yöntemle geldi.
Ve siz hiç attığınız her adımda Allah Allah nidalarını duyduğunuz bir mekanı ziyaret ettiniz mi?
Kar yağdığında Sarıkamış hatırlanmalı, su içildiğinde Kerbela...
Ölülerimizi tek parça gömdüğümüzde Uhud Aslanı Hamza(RA) hatırlanmalı...
Birbirimize düşüp, ırkçılık damarlarımızı kabartıp, öteki muamelesi gösterdiğimizde ; mallarıyla, kanlarıyla ve canlarıyla aynı siperlerde kolkola can veren Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Lazlar... akla gelmeli ve toparlanmalıyız.
Ülkemizde el açıp dolaşan aç ve açıkta kalan muhacir Suriyeli kardeşlerimizi görünce vatan mefhumunun ne kadar önemli olduğunu görmeliyiz.
Şuurlu bir gençlik, mükellef ve mükemmel... donanımlı, eğitimli ve kültürlü... dinamik ve atak gençlerİ olmalı bu toprakların...
Filistinde zulme maruz kalan, Doğu Türkistan’da yasaklarla, ceza gören; Çeçenya’da terörist muamelesi gören , Bosna’da soykırımlar yaşayan , Mısır’da, Suriye’de, Irakta ... kargaşalara neden olan zihniyeti görünce Çanakkale’deki, Bedir’deki ,Kudüs’teki aktörlerin değişmediğini gören ve ona göre maddi manevi donanıma sahip olması gereken kaliteli bireyler yetişmeli.
Yok olduğu sanılan bir milletin ‘VARIM’ diyebilen bir ruhun, mücadelesiydi ÇANAKKALE...