Her şey akilce bir önermeyle başladı.  Çözümü önerirken barışı getiren olmak bu topraklarda öyle çok sık rastlayabileceğimiz bir olay değildir.

Adına çözüm süreci denilen bu dönemde Türkiye’yi kronikleşmiş sıkıntılarından kurtaracak bu yeni yola karşın  kafa karışıklıkları olduğu gibi endişelerle dolu  destek ve önyargılı bariyerler de bir bir diziliverdi.

Sürece yaklaşımda bugüne kadar hiç alışkın olmadığımız akil tavır ve istikrar görüntüsünün bir illüzyon olup olmadığını sorgularken, alışkanlıktan olsa gerek içimizi saran umudun yanı başına da endişeyi oturttuk.

 

Barış arayışları

Ortak akıl ve birlikte çözüm arayışları sınırları aştı ve ansızın baharı erken getiren barış haykırışları televizyonlardan, meydanlardan yüksek sesle haykırıldı.

Güzel şeyler oluyorken, anketler sürece yüksek destek oranlarını gösterirken bir parçamız olan öğrenilmiş çaresizlik halinin kader olmaktan çıkabileceğini gözlemlemek yüreklerimize de su serpmeye başladı.

Ben var mıyım yok muyum terenennileriyle yazıda hayat bulan, entelektüel endişelerle devam eden bu tartışmalar arasında ‘Akil insanlar’ listesinin pat diye açıklanması bireysel hayal kırıklıklarını da beraberinde getirdi.

 

‘Ama’sız, ‘fakat’sız bir destek

 

Usule, metodolojiye, bölgesel dağılımlara karşı itirazlar olmasına rağmen bu sürece ‘ama’sız, ‘fakat’sız  bir desteği çok görmememiz gerekiyor.

Bu işi planlayanlara, bu sürecin mühendislerine, mimarlarına, ustalarına ve emekçilerine, çok yeni olan ve kırılganlığı yüksek olan bu yolda şans ve destek vermek, Anadolu’nun nüvesinde bulunan en akil tavır olacaktır.

‘Akil İnsanların’ hükümet eliyle seçilmiş olması, bir nevi atanmışlık hissini de beraberinde getirecektir. İçinde bulunduğumuz dönemin özel şartları nedeniyle demokrasiyi zedelemeden kontrollü pragmatik bir inisiyatifin Başbakan tarafından doğrudan alındığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Atanmış ‘Akillerimiz’ ise tüm tepki ve eleştirilere rağmen bu büyük ve tarihi sorumluluktan, kendilerinden beklenenden daha büyük bir barış modeli çıkarabilirlerse önemli bir iş yapmış olacaklardır.

 

Akil Çelebiler ve Anadolu’nun akil kadınları

 

Akilliğin hükümet eliyle atfedilmiş bir değere dönüştüğü bu süreçte istisnaların genel görüntüyü etkilememesiyle beraber Ankara ve İstanbul ikametgahına sahip bu entelektüel kitlenin ‘Akil Çelebilere’ dönüşmesi zor görünmekle beraber, bölgelerden de kamu otoritelerine dayanmayan akil bir destek arayışıyla süreç amacına daha kolay ulaştırılabilir.

Genel itibariyle üzerinde fazla tartışmaya gerek bırakmayacak bir şekilde belirlenmiş, genel bir saygınlığa sahip ‘Akil İnsanlar’  içerisindeki kadın sayısının azlığına rağmen Anadolu’nun akil kadınlarının bu işin merkezinde gönüllüce ve örgütlenerek yer alması büyük bir motivasyon kaynağı olabilecektir.

Türkiye’nin geldiği noktada çözüm ve sonrasındaki toplumsal barış ne tek başına hükümete, ne siyasi partilere, ne de akiller heyetine bırakılmayacak kadar önemlidir.

 

Ben bilmem, ‘akil’im bilir

 

Bu sorumluluğa ve sürece karşı toplumda oluşma ihtimali bulunan ‘Ben Bilmem, Akilim Bilir’ ön kabulüne ve algısına kapılmadan bu sürecin içinde herkesin gücü yettiğince ve gönüllü bir şekilde yer alması gerekiyor.

Seçilen ‘Akillerin’ görüş, düşünce ve şahsiyetleri ne kadar saygıya layık olsa veya farz edelim ki olmasa da, hükümet eliyle başlatılan bu süreçte seçilenlerin konunun tek otoriteleri olmalarına izin vermemek için her şekilde yazarak, çizerek ve konuşarak bu süreci onlarla beraber sade bir vatandaş sorumluluğuyla Anadolu’nun destanları arasına yazmak zorundayız. 

 

CAN OZAN TUNCER/RADİKAL

Editör: TE Bilisim