Dinlere yönelik hakaret ve aşağılayıcı mizah anlayışının 'düşünce özgürlüğü' sayıldığı Fransa'da geçtiğimiz günlerde Charlie Hebdo adlı mizah dergisine yönelik bir saldırı gerçekleşmişti. On iki kişinin öldürülmesiyle sonuçlanan baskın, dünyada infial yaratmıştı. Saldırıyı gerçekleştirenlere yönelik yapılan operasyon suncunda failler(Müslüman göçmenler) “ölü olarak ele geçirilmiş” ve cevaplanması muhtemel çok soru da yanıtsız kalmıştı.

Kısa sürede neredeyse dünyanın tamamı Charlie Hebdo olmuş; olmayı reddedenler de kınanmıştı. Paris’teki yürüyüşe rekor sayıda bir katılım sağlanmış; dünya liderlerinin çoğuyla tokalaşılıp öpüşülürken Davutoğlu’nun eli gayri samimi bir şekilde Fransız devlet başkanı tarafından sadece sıkılmıştı. Bu aslında, faturayı Türkiye’ye kestik, demekti. Batılı müteffiklerin bu davranışından okunan bir başka şey ise: Yeni dönemde inşa edilecek işgal ve sömürü planlarının alt yapısınının zihinsel arka planı, idi.

Batı medyası inceden inceye sorunun köken olarak İslamdan kaynaklandığını işlemeye başladı. İslamı karalama ve İslama yönelik modern haçlı seferlerini başlatma hamlesinin başatı olmasa da önemli bir ayağıdır bu. Batı medyası mizahi yönden(!) Hz. Muhammed’i ve İslamiyet’i aşağılarken Türk medyasının batıya dönük yüzü de adeta “haç çıkardı.” Bütün Müslümanlar için anne babadan daha kutsal olan Hz. Muhammed’in, ahlak dışı tekniklerle resmedilip İslamiyetin ve buna eşdeğer kutsalların rencide edilmesi bu ittifakın göze çarpanlarıdır.

Avrupa toplumunun göçmenlere karşı takındığı tavır ve Müslümanlara yönelik gerçekleşen sistematik baskılar, büyük bir kesimi basit bir mantık yürütmeye itiyor. Bu basit mantık yürütmenin doğurduğu sonuç ise “göçmen karşıtlığı”dır. Kafamız çok karıştı. Nasıl düşüneceğimizi şaşırır olduk. Ama şunu çok iyi biliyoruz ki Fransa’da Müslüman göçmenlere yönelik dışlayıcı, ırkçı söylemlerin devlet politikası haline getirilmesini isteyenlerin sayısı günbegün artıyor. Bu saldırganlığın temelini sadece, Avrupa ülkelerinde son yıllarda yükselen göçmen karşıtlığıyla açıklamak doğru olmaz.

Bunun evveli Ortadoğudur. Ortadoğu bir değişim, dönüşüm geçiriyor. Ortadoğu halklarının girdiği dönüşüm sürecine, batılıların sadece izleyici olması beklenemez. Bugün dünyanın temel gündemi, Arap halklarının mücadelesi değil, onlara istediği şekli vermeyi düşünen Kuzey İttifakının saldırılarıdır. Dolayısıyla bu saldırılara “demokrasi vaadi” pek yerinde bir ayar olamayacaktır. Çünkü bu maya daha önce de denenmiş ve tutmamıştı. Daha postmodern, daha kutuplaştırıcı bir neden gerekiyordu. O da: islamofobi idi.

Hızla bir kutuplaşmaya doğru gidiliyor. Nefret nutukları atılıyor ve 1,6 milyar Müslüman nüfusu Charlie olmayı reddediyor. Olacak olan şu: Yine çok Müslüman ölecek.
Daha önce benzerini 11 Eylül saldırılarında da görmüştük. Saldırılardan sonra İslam coğrafyasında onanmaz acılar yaşanmış; modern haçlı ittifakının işgal ve iğfal nev’inden baskılarını iliklerine kadar yaşayan Ortadoğu ülkelerinin içine çekildiği sistematik savaşlara da seyirci olmuştuk. İlk bahane ırak değildi ve “Irak”, ABD’ye pek de ırak değildi. Çünkü Irak, demokrasi vaadiyle ancak parça parça edilebilirdi. Böylelikle bir diktatörün hakimiyetine son verilirken modern köleliğin de kapısı aralanmış olacaktı. ABD’nin Irak’taki beklenti ve kazanımları elbetteki petrolden başka bir şey değildi. Nihayetinde IŞİD’in Irak ve Suriye’deki ilerleyişine dair endişelerini: “Iraktaki petrol kuyularının güvenliğinden endişe duyuyoruz.” cümlesiyle belirtmişlerdii.

Komikti. Oldukça sarsıcı ve komikti. Hergün onlarca kişinin öldüğü, öldürüldüğü bir coğrafyada endişe duyulacak tek şey petroldü çünkü. Bu cümlenin sarfından birkaç hafta öncesine kadar Gazzede iki binden fazla insan yaşamını yitirmiş; on binden fazla insan da yaralanmıştı. Bunların %80’i sivil; sivilllerin büyük çoğunluğu da kadın ve çocuktu. İsrail’in on yıllar süren Gazze ablukası ve haftalar süren bombardımanı ne batı dünyasını ne de medyasını müteesssir etmiş aksine takındıkları tavırla Batı’nın şımarık çocuğu İsraili daha da saldırganlaştırmışlardı.

Zaten öldürülen Müslüman ise Katilin kimliği de önemli değildir.

Peki, bu süreçte Müslümanlar ne yapıyordu?

Sürekli ağlıyor ve dua ediyorlardı. Dualarını Allah’ın ve Hz Muhammedin adını anarak yapıyorlardı

Bundan sonra ne yapacaklar?

Yine ağlayıp dua edecekler.