Çözüm süreci başladığından beri devlet, hükümet, barış duyarlılığına sahip Türkiye’deki kurumlar, KCK, BDP ve Kürt siyasi kurumlar tüm çalışmalara yeterli ya da yetersiz derecede destek verdiler.

Devlet yetkililerinin Abdullah Öcalan ve KCK ile yaptığı görüşmeler sürekli yeni boyutlara taşınarak devam etti. Bu durumun elbette kalıcı bir barışa hizmet etmesi gerektiğine tüm kesimler ikna edilmeli.

Fakat hem devletin hem de KCK’nin silahlı mücadelelerini geliştirmesi aynı hızla devam etti. Her iki taraf da tedbirli davranma peşinde olduğu yadsınamaz bir gerçek. Tüm bu olgulardan hareketle, ülkede barış ortamından hoşnut olmayan kesimler de yok değil. Sürekli binbir bahaneyle ortalığı geren hakaret eden tüm çözüm yollarına set koyan bir 'provakatör ordusu' da bulunmakta.

Öncelikle şunu belirtmek gerekirse bir devlet kendi güvenlik birimlerince silahsız, kendi vatandaşı olan köylüleri öldürüyorsa, kimse kusura bakmasın ama vicdanı olan her literatürde bunu adı ‘katliam’dır. En azından Kürtler’de algı aynen böyle.

Lice’deki olayların gelişmesinde devlet sorumluluktan kaçmaya başlayınca ortaya daha önce bilinen fakat dillendirilmeyen şeyler çıktı.

Olaylar vuku bulmadan zaten birkaç gün önce güvenlik birimleri açıkça imha tehdidinde bulunmuştu. Bu konuyu ciddiye almak ne yazık ki kimsenin işine gelmemişti. Ne aktif siyaset ne de devlet birimleri bu konuda hiçbir olumlu girişimde bulunmadılar. Ve ortaya bu sorumsuzca işlenen katliam çıktı. Sonuç olarak bunun sorumlusu hem devlet yetkilileri hem de halkın çağrılarına kulak asmayan BDP/HDP siyasetçilerinindir.

BDP/HDP herhangi bir toplumsal tepki pratiğinde sert söylemlere başvururken onca söyleme rağmen bölgedeki çağrıya yeterli duyarlılıkta ilgi göstermedi. Duyarlılıkları ise katliamdan sonraki bayrak krizinde ortaya kondu bu da zaten tüm bilinçli kamuoyunca ortak bir tepki doğurdu. Kaldı ki bu bayrak meselesi katliamın Türkiye kamuoyunun gündeminden kaldırılması amacıyla gerçekleştirilen bir provokasyondan ibarettir. Abdullah Öcalan, HDP ve KCK’nin de yaptığı tasnif edilemez açıklamaları buna işaret etmektedir.

Öte taraftan son yaşanan olaylardan sonra halk iradesinde bir muhataplık meselesi ortaya çıkarken KCK artık HDP’nin görüşmelere gidip gelmesini yetersiz bulduğunu açıkladı. Bu durumun HDP’nin legal siyaset alanında KCKyi yeterli derecede temsil etmediğini gösteriyor. Artık halkın bu görüşmeleri sonuca bağlayacak bir heyete ihtiyaç duyduğu kanaatindeyim. Devlet ve KCK ciddi adımlar attı. Barış yolu, zorlu bir süreç ama bunun rayına oturmasının vakti çoktan geldi.

Lice olaylarına değinmek gerekirse…

Lice’de katliama halk tepkisi sürekli demokratik yollarla pekiştirilmeye çalışılsa da hemen hemen tüm şehirlerde protesto edildi. Bu protestoların bir adresi de Van ilimizdi. Tepkisiz kalmamak adına BDP il yönetimi tarafından organize edilen protestoda kentin eşbaşkanları da bulunmaktaydı.

Tüm olumsuzluklar bir yana bunu vicdanen kabul etmeyen kesimler de oradaydı. Tabi ayrıca tam kadro emniyet müdürlüğü teşkilatı da…

Kentimizin emniyet müdürü sürekli olarak kentin huzur ve barışından dem vuruyor. Fakat bunu bir türlü icraatlarında göremedik. Bu son olayda halkın büyük bir çoğunluğu ile kente belediye başkanı olmuş kişileri direk hedef gözeterek daha basın açıklamalarını bitirmeden TOMA’larla müdahale edildi.

Bu durum için sürekli kendilerini savunacak bir şeyler bulan emniyet teşkilatı, birçok şeyi de görmek istemiyor. Sokak aralarında esnafların dükkânlarına gaz bombası atma, yoldan geçenlere sürekli ağza alınmayacak küfürler savuşturma, basın mensuplarına insanlıkla tarif edilemeyecek hareketlerde bulunmak bu ülkenin bu ilin emniyet teşkilatının görevi değildir.
Provakasyonlara, şiddete meyilli kesimleri tüm Van halkına mal eden güvenlik güçlerinin de bu noktada biraz kendisini sorgulaması lazım.

Bu kentte yaşayan hiç kimse ağza alınmayacak hakaretlere sessiz kalamaz bunun önüne geçmesi gerekenler bunu görmemezlik hakkına da sahip değildir. Şiddet olaylarının bastırmada yeterli olamayan bir emniyet teşkilatı başıboş bir şekilde, kentimizin merkezinde her şeyden habersiz hiçbir vatandaşa hakaret etme malına zarar verme şiddet uygulama hakkına sahip değildir.

Bunun önüne geçmesi gereken kurumlar kendilerine pay çıkartmak zorunda kalmadıkça, sözlü ve yazılı hiçbir iyimser cümle hayata geçmeyeceği kanaatindeyim.