Vanlı gazeteci Günay Aslan, 21 yıl aradan sonra Almanya'dan memleketi Van'a gelmiş ve uzun yıllardır görmediği memleketinde büyük bir sevgi ile karşılanmıştı. Yaklaşık 1 haftadır Van'da gezi ve incelemelerde bulunan ve çeşitli ziyaretler gerçekleştiren Aslan, Van izlenimlerini kaleme aldığı bir yazı ile özetledi. Yıllardır gelmediği Van ile ilgili yazısında çarpıcı gerçeklere dokunan Aslan, Van'ın mevcut sorunlarını da tek tek özetledi ve çözümyleriyle birlikte paylaştı.

İşte Aslan'ın o yazısı:

Aradan 21 yıl gibi uzun bir süre geçtikten sonra yeniden Van’dayım. Hayat haritamın çizildiği bu kente en son 28 Mart 1993’te amcam Çaçan’ın vefatı nedeniyle gelmiştim.

Bir hafta kadar kaldıktan sonra da ayrılmış ve geçen Cuma gününe kadar bir daha gelememiştim.

28 Mart 1993’ten 25 Temmuz 2014’e kadar geçen sürede Van’ı uzaktan da olsa sürekli izledim. İzledim çünkü, kendimi her zaman hem de çok güçlü bir biçimde bu şehre ait hissettim. 

Bir yandan aidiyet duygumu Van’la tatmin ettim ama, diğer yandan da  ruhuma sinmiş bu şehrin uzağında yaşamak zorunda kalmanın acısını çektim.

Bu güçlü aidiyet duygusu yüzünden olsa gerek sürgünde,’ yeni bir ülke, başka bir deniz bulamadım.’

Nereye gidersem gideyim ‘bu şehir arkamdan geldi’ ve sonunda beni alıp yeniden buraya geri getirdi.

Cuma’dan Salı’ya da bu şehirde altı yoğun gün geçirdim. 

Bu altı gün içinde neler yaşadıklarımı, duygularımı ve şehrin fiziki gelişim-değişime dair gördüklerimi ilerde yazarım. Şimdi yalnızca içinden geçtiğimiz sürece dair gözlemlerimi -özetle- paylaşmak istiyorum.

Bu kısa süre içinde görebildiğim kadarıyla çatışmalı dönem kapanıyor. Savaşın sonuna yaklaşılıyor. Ancak bu, her şeyin bittiği anlamına gelmiyor.

Çatışmalı dönemin kapanıyor olması Kürdistan’da belki de daha zorlu sürecek olan yeni bir savaşın; geleceği inşa süreci savaşının kapısını da kendiliğinden açıyor.

Bu yeni süreç yeni bir yapılanmayı, yeni bir paradigmayı ve bunlara bağlı olarak yeni bir atılımı da zorunlu kılıyor. Kürt siyasetinin bundan kaçma şansı görünmüyor.

1984’le başlayan silahlı mücadele dönemiyle Kürt halkını bu noktaya getiren Kürt Özgürlük Hareketi’nin önünde şimdi yeni dönemin ruhuna uygun olarak yeni bir mücadele dönemi uzanıyor.

Bu mücadelenin de çok çalkantılı geçeceğini ve ciddi altüst oluşlar üreteceğini söylemem gerekiyor.

İlk izlenimler her zaman bir yanılma payını içerse de bunu açık yüreklilikle dillendirmek istiyorum.

İlk olarak müthiş bedeller ödeyerek bu noktaya gelmiş; yükselmiş ve otorite haline gelmiş hareketten herkes artık bir şeyler talep ediyor!

Kişisel talepler, ailesel talepler, aşiretsel talepler, bölgesel, kültürel, dinsel, mezhepsel, ekonomik, sosyal  taleplerin  vd ardı arkası kesilmiyor.

Deyim yerindeyse ağzını açan bir şey istiyor.

Eskiden bu kavga için her şeyini veren halk şimdi istiyor da istiyor. Kürt hareketinin buna sahip olup olmadığı, bu talepleri karşılayıp karşılayamayacağıyla meselesiyle de pek ilgilenmiyor.

Talep sahipleri haklı olabilirler zira, burada çok ciddi toplumsal sorunlar yaşanıyor ancak, sadece isteme ve istediğini elde etmede ısrar etme tavrı ciddi sorunlar yaratıyor.

 Böyle bir tavrı kabul etmek mümkün değil.

‘Biz bedel ödedik, bu bizim hakkımız’ demek ve ihtiyacı olsun olmasın her şeyi istemek aslında ödenen bedele haksızlık anlamına geliyor ama, çoğu kimse bunu düşünmüyor.

 Kaldı ki bu topraklarda  şu ya da bu biçimde bu  bedel ödemeyen kaldı mı?

Herkes büyük-küçük kendince bir bedel ödedi ama bu bedeller bir karşılığı olsun diye ödenmediki?

Bu bedeller Kürtler-Kürdistan özgürleşsin; özgür bir ülke, soysal adaleti sağlamış, refah düzeyi yüksek demokratik bir toplum kurulsun diye ödendi.

Bazılarının peşinden koştuğu kişisel beklentiler karşılansın diye değil.

Ayrıca bu tutum ahlaki de değil. Kişisel, ailesel, aşiretsel bir şeyler elde etmek için didinmek kişiyi ve toplumu ahlaken çürütüyor.

Sistem zaten çürüme ve dejenerasyon yayıyor. Buna bu tavır da içerden güçlü bir destek sunuyor.

Çoğu kişi yaratılan kurumlara bir rant ve ağalık kapısı olarak bakıyor! Oysa bu kurumları halka hizmet kapısı olarak görmek gerekiyor.

Elbette Kürt hareketinin de halka bu izlenimi güçlü bir biçimde vermesi gerekiyor. Dolayısıyla bu kurumlarda emekle, adanmışlıkla, yaratılan ahlaka uygun yaratıcılıkla donanmış kişileri görevlendirmesi önem kazanıyor.

Asur Kraliçesi Semiramis’in emek yoğunluk olarak kurduğu benim şehrim; Van şehrinde 21 yıl sonradan gözlemlediğim ikinci bir gözlemimse tembellik.

Canla başla çalışan bazı kurumları, kimi yöneticileri ve az sayıdaki kimi kadroları dışarıda tutarak söylüyorum burada müthiş bir tembellik var.

Sanki her şey olmuş bitmiş, çok şey elde edilmiş, bundan sonrası da yavaş yavaş kendiliğinden olur gibi, çoğu kişi yan gelip yatıyor.

Çalışmaktan ve üretmektense sadece bir mitinge, yürüyüşe, etkinliğe katılmayı, orada boy göstermeyi anlıyor.

Tembelliğin boyutu oysa çok derin. Burada üretime dönük bir gayret görünmüyor. Çoğu insan üretim sürecinden kopuk ve kendini tüketim çılgınlığına kaptırmış durumda.

Çoğu insan kolay yoldan para kazanmanın peşinde. Sistemin de körüklediği bu anlayışı kırmak lazım yoksa, iş çok zor görünüyor.

Van’da tefecilik almış başını gidiyor. 100’de 300 faizle para alan-veren var bu kentte. Tefecilik Van’ı her geçen gün biraz daha tüketiyor.

İşsizliğin çok yüksek olduğu kente birçok kişi evini veya arsasını rehin vererek yüksek faizle borç alıyor. Borcunu ödemeyince de sorunlar başlıyor.  Örgütsel enerjinin önemli bir kısmını bu sorunlar alıyor.

İşkur’dan aldığım bilgiye göre bu kente kayıtlı 70 bin işsiz genç var. Bir o kadarı da kurumdan umutsuz olduğu için kayıt yaptırmamış durumda.

İşsizlerin eğitilmesi, bunlara mesleki beceriler kazandırılması ve bunların üretime katılmalarının sağlanması gerekiyor ama, işin bu boyutuyla kimse ilgilenmiyor.

Emek ağırlıklı, uzun soluklu projeler yapılması ve halkın bu projelerin etrafında örgütlenmesi gerekiyor. Ama dediğim gibi olayın bu yanıyla kimse ilgilenmiyor.

Bunun yerine öncüyle kitle arasında tüketici bir ‘talep’ tartışması yaşanıyor. 

Kitlenin beklentileri çok yüksek ve bunların kısa sürede karşılanması istiyor. Oysa bunu Kürt Özgürlük Hareketi değil, Türk devleti de karşılayamaz.

Dolayısıyla iş başa düşüyor. Bunun için de tepeden tırnağa ‘yeniden yapılanma’ gerekiyor.

Çözüm Süreci derseniz; devam ediyor ancak, sosyo-ekonomik sorunlar siyasi sorunların çözümünü  zora sokuyor!

Çözüm Süreci söz konusu olduğunda siyasi öncüler de dahil çoğu insan hükümetin ‘oyalama taktiğinden’ ve ‘samimiyetsizliğinden’  dem vuruyor.

Bu kesim toplumsal sorunlar karşısında gösterdiği duyarsızlığı ve yönetimdeki başarısızlığını bununla örtmeye çalışıyor.

Halkın ağır sorunlarını çözme çabası içinde olacağı yerde gerekçe üretiyor. Adım atacağı, halka sorunların çözüleceğine dair umut vereceğine hamaset yapıyor.

Onun bıraktığı boşluğu ise sistem doldurmaya çalışıyor.

Bunun yakın erimde ciddi sorunlar üreteceğini söylemem gerekiyor…  

Haftaya Diyarbakır’dan yazacağım…

Günay ASLAN

Editör: TE Bilisim