Helâl-haram, Allah Tealâ’nın, yer ve göklere emredip yüklenmekten çekindikleri; ancak insanın taşımayı kabullendiği emanetin bir bölümüdür. Bu konuda Kur’an-ı Kerim şöyle der: “Şüphesiz biz emaneti (yani, helâl-haramı) göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.”[1]

 

Helâl-haram sorumluluğu, insanı diğer varlıklardan ayıran özelliktir. İnsan, helâl-haram sınırına riâyet ettiği sürece mükâfat, ihlâl ettiğinde de cezayı hak eder. Helâl-harama riâyet için, insana irade ve akıl verilmiş, kitaplar ve peygamberler gönderilmiştir. Helâl-haram konusunda öne çıkan hususlar, kolaylık, rahmet ve fıtrata uygunluktur. Haram malla yapılan camide namaz kılınmaz, kaçak su ve elektrikle abdest alınmaz. Haram olarak yenen her lokma, vücuda giren bir mikrop ve ona saplanan zehirli bir hançer işlevini görür. Haram yiyenin, kalbi ölür, duası kabul olmaz, ibadetlerden haz almaz hâle gelir.

 

Resûl-i Ekrem şöyle buyurur: “Öyle bir zaman gelecek ki, kişi malını helâlden mi yoksa haramdan mı elde ettiğine bakmayacak!”[2] Özellikle modernizm, yabancı düşünce ve ideolojilerin etkisinde kalan bazı kesimler helâl-haramı kendi görüş ve emellerine göre alet ederler. Bu bağlamda şu örnekler verilebilir: Faizi helâl görüp almak isteyenler, “Ey iman edenler faizi kat kat yemeyin,”[3] âyetini emellerine alet ederler. “Sadece yüksek oranda faiz almak haramdır,” derler. Domuz etini tüketmek isteyenler, “domuz eti haramdır; ancak Kur’an’ın haram kıldığı domuzlar orta çağda yaşayan domuzlardı, günümüzde ise domuz eti haram değildir,” demeye getirdiler. Kendilerine, “‘Allah, mirasta, kadına erkeğin yarısını vermiştir,” denildiği zaman, “Doğrudur; ancak bu hüküm, kadının çalışma alanına çıkmadığı dönem için geçerliydi, bu gün ise artık kadın da erkek gibi çalışma hakkını elde etmiş, bundan dolayı da erkek kadar alması gerekir,” derler.

 

Ne hazindir ki, Müslüman olduklarını iddia eden bazı çevreler de, Kur’an’ın açık olarak haram kıldığı konuları tartışır olmuşlar. Söz gelimi, “İçki sarhoş etmiyorsa helâldir,” derler. “Allah zina yapmayın,” demiyor, “Zinaya yaklaşmayın,” diyor gibi hezeyanlarını savururlar. Bu kesime, “Allah Teâlâ, içki, kumar, şans oyunlarını ‘şeytan işi’ olarak tanıtmış ve haram kılmış,” denildiğinde de, ‘”Doğrudur, Kur’an böyle bir şeyden söz etmiştir; ne var ki bu yasak sıcak bir ortamda gelmişti, bu gün ise buzdolapları, klimalar, soğutucular vs. mevcuttur, içkinin bu şartlarda haram olması savunulmaz,” deyip, hâşâ Allah’ı cehaletle itham etmeye kalkışırlar. Kur’an kesin noktayı koymuştur: Siz mi daha iyi biliyorsunuz Allah mı? Allah bilir siz bilemesininiz.

 

Ailelerine haram yedirenlere kıyamet gününde eş ve çocukları davacı olarak kendilerini şöyle şikâyet edecekler: “Allah’ım şu büyüğümüze davacıyız; zira rızamız olmadığı hâlde bizi harama yönlendirdi, haram yedirdi.” Geçmişte Müslümanlar aile büyüklerine, “Bizler açlığa tahammül ederiz; ancak harama tahammül etmeyiz,” derlerdi. Hz. Peygamber, “Tanıdığım bazı toplumlar Tıhame Dağı kadar iyilik işledikleri hâlde, kıyamet gününde Allah yaptıklarını boşa çıkaracaktır,” buyurdu. Ashab, “Ey Allah’ın Resûlü onlar kimlerdir?” deyince, Resûl-i Ekrem, “Onlar kardeşleriniz ve sizin gibi insanlardır, gece namazlarını da kaçırmazlar. Ne var ki, tek başına kaldıklarında Allah’ın haram kıldıklarını ihlâl ederler,” cevabını verdi.

 

Helâl-haram konusunda bilmemiz gereken önemli bazı kurallar şunlardır: Herkesin mesleğini bilmesi farzdır. Söz gelimi bir tüccarın alış-veriş hukukunu, bir öğretmenin eğitim psikolojisi ve metodolojisini öğrenmesi farzdır. Helâl-haramı tayin etme hakkı sadece Allah’a aittir. Helalı haram, haramı helâl kılmak şirktir. Haramları işlemek için hilelere başvurmak haramdır. Mesela bazıları, zekâtı vermemek için yıl sonuna doğru mallarını eşlerine hibe ederler. Yıl geçtikten sonra tekrar geri alırlar.

 

Kazancı haram olanın yemeği yenmez, davetine icabet edilmez. Haram mal sahipleri ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, hakikatte fakirdirler. Bu açıdan halkın malını zimmetine geçiren devlet başkanları, sahip oldukları mal kendilerine ait olmadıkları için fakirdirler, zekât alabilirler.

 

Meşhur büyük âlim ve müçtehit Abdullah bin Mübarek’in babası, azatlık bir köleydi. Bir bostanda çalışıyordu. Bahçe sahibi;

 

–Evladım bana tatlı bir nar getir, der. Mübarek getirir, ancak ekşi çıkar.

–Evladım sen tatlıyla ekşiyi birbirinden ayıramıyor musun?

–Ayırabiliyorum; ancak bana yeme iznini vermediniz ki!

–Öyle mi, bunca yıldır burada çalıştığın hâlde, bir nar tatmadın mı, der ve kızını kendisiyle evlendirir ve Abdullah isimli büyük âlim dünyaya gelir.

 

Cenabı Allah cümlemizi, ailemizi harama düşmekten korusun. (Âmin).

 

Abdulcelil Candan’ın İlmi Hutbelerle Minberin Gücü adlı kitabından alınmıştır.

 

 

[1] Ahzâb,33/72.

[2] Buhari,Buyu’,23.

[3] Al-i İmran, 3/130.

Editör: TE Bilisim