Hikmet, Arapça dışındaki dillerde tek bir kavramla tercüme edilip aktarılma imkânı olmayan çok anlamlı kavramlardan birisidir. Türkçede hikmetin geldiği anlamlardan bazıları şunlardır: Hikmet; akl-ı kâmil ile ilm-i âlidir. Hikmet; ilim, marifet ve bilgidir. Hikmet; söz ve hareketlerde isabet etmek, her şeyi yerli yerine koymaktır.

 

Hikmet; hizmette itidali yakalamak, gaye ve hedefleri belirlemektir. “Hikmetli söz, mü’minin yitiğidir, onu nerede bulursa, on(u öğrenmeye ve uygulamaya) en lâyık olandır.”[1] Hikmet, sözden ibaret değil, varlığı yaratılış gayesinde kullanmaktır. Özetle ifade edersek; Hikmet; münasip sözü münasip şahsa, münasip zamanda, münasip ölçüde ve münasip zeminde ulaştırmaktır.

 

Peygamberlerin gönderiliş gayelerinden birisi de, insanlara hikmeti öğretmektir. Hikmet ve irfan, insanlığın ortak malıdır, nerede görülürse alınması gerekir. Bu nedenle, hikmet konusunda gayrimüslimlerin deneyimlerinden de yararlanılabilir. Hz. Peygamber ve Hz. Ebubekir, hicret esnasında bölgeyi iyi bilen, coğrafya uzmanı müşrik Abdullah bin Uraykıt’tan yararlanmışlardır. [2]

 

En kötü yaratık olan şeytandan bile yararlanılabilecek bazı hareketler vardır. Kur'an, şeytanın şu itirafını nakletmektedir. “Şeytan der ki: Allah size gerçek olanı vaat etti. Ben de bir vaat yaptım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu; ancak sizi çağırdım siz de bana uydunuz. O hâlde beni kınamayınız, kendinizi kınayınız. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz.”[3] Şeytanın kıyamette yandaşla­rına vereceği nutuktan da alınacak dersler vardır.

 

Şöyle ki: Şeytana tabi olanlar, Allah Teâlâ’nın emirlerine kulak vermemişler, bilakis şeytanın sözlerine delilsiz ve dayanaksız uymuşlardır. Kimseyi kınamaya hakları olmayıp, kınanması gere­kenler kendileridir; zira, şeytanın vesvese verme dışında herhangi bir yaptırım gücü yoktur. Âyette de ifade edildiği gibi, şeytan bu gerçeği itiraf etmiştir.

 

Gayrimüslimlerden hikmet alınabileceğinin bir delili de, meşhur Şair Lebid bin Rabia’nın Müslü­man olmadan önce söylemiş olduğu şu mısradır: “Haberiniz olsun, Allah dışında her şey bâtıldır.” Lebid, Müslüman olmadan önce hikmet içeren bu şiiri okumuş, Resûl-i Ekrem de bizlere aktarmıştır. Sa’d bin Ebi Vakkas hastalanınca, Resûl-i Ekrem, kendisine müşrik; fakat hazık hekim Haris bin Kılde’ye gidip muayene olmasını tavsiye eder. Bu örnekler, hangi din ve inançta olursa olsun, ihtisas ve ehliyetli kişilerden isti­fade edilebileceğini gösterir.[4]

 

Hikmet ve doğru söz, hayvandan da gelebilir. Bu konuda Kur'an, cin ve hayvanların âlemine vâkıf olan ve aynı zamanda peygamber olan Hz. Süleyman’ın, Kraliçe’nin yeri konusunda Hüdhüd kuşundan faydalandığını haber vermektedir.

 

“Hüdhüd ona şöyle dedi: ‘Ben senin etraflıca görüp bilmediğin bir şeyi etraflıca görüp öğrendim, Sebe’den sana çok doğru bir haber getirdim”[5] âyeti, Hz. Süleyman’ın (a.s) bilmediği bir gerçeği Hüdhüd’ün bildiğini ve Hz. Süleyman’ın ondan yararlandığını belirtir.[6] Hz. Süleyman’ın (a.s) cin ve kuşların dilini bilmesi, onu Hüdhüd’ün hak bildiği bir konudan faydalanma­sına mâni olmamıştır. Keza Kur’an, Adem’in oğlu Kabil’in de gömü eylemini, kargadan öğrendiğini haber verir.[7]

 

İlim ve hikmetin yaşla alâkası yoktur. Küçüklerin de hakkı büyüklere öğretmesi mümkündür. Bu bağ­lamda Kur’an, İbrahim’in (a.s) babası Azer’e yaptığı nasihat ve tavsiyelerini aktarır. “Babacığım, gerçekten sana gelmeyen ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki seni doğru yola çıkarayım.”[8] İbrahim (a.s) babasına gerçeği söylemiştir.

 

Buhari, sahihinde “Küçüklerden Hadis Alma Babı” başlığında bir konu açmıştır.[9] Ashabın yaşça küçüklerinden Abdul­lah bin Ömer şunu anlatır: Resûl-i Ekrem, bizlere “Müslüman’a benzeyen bir ağaç vardır, o hangisidir?” diye sordu. Cemaatin yaşça en küçüğü olduğum için “hurmadır” demekten çekindim.[10] İbn Ömer, cemaatin en küçüğü olduğu hâlde Hz. Peygamber’in sorusunu bilmiştir.

 

Hikmeti dışlamak, tüm hizmet ve çalışmaları aksatır; hatta insanı gülünç durumlara düşürür. Konuyla ilgili bir örneği sizlerle paylaşmak istiyorum: Yakın tarihimizde, Afrika yerlisi bir kabile, İslâm dinine girmek ister. Kabile reisleri ne yapmak gerektiğini, bir âlimden öğren­mek isterler. Âlim, “İlk olarak sünnet olmalarının gereğini” beyan eder. Kabile, bu tekliften ürker ve İslâm’ı kabulden vazgeçer.[11] Başvurulan âlim hikmetle hareket etmemiştir.

 

Zira söz konusu kabilenin sünnet olması, tali konulardandı; bununla birlikte, söz konusu kabileye, zarif ifadelerle İslâm’ı anlatmak gerekirdi. Hz. Peygamber İslâm dinine girenlerden hemen sünnet olmalarını talep etmemiştir. Büyük fakih İbn Kudame, konuyla ilgili olarak şunu der: “Müslüman birinin sünnet olup olmadığı araştırılmaz”[12] Cenabı Allah, bizleri hikmeti bilen ve ona göre hareket eden kullarından eylesin. (Âmin).

 

Abdulcelil Candan’ın İlmi Hutbelerle Minberin Gücü adlı kitabından alınmıştır.

 

 

 

[1] Tirmizi,İlim,19.

[2] Bkz. et-Terikî, Abdullah b. İbrahim b. Ali, el-İstiane bi Ğayr’i-l Müslimin, s. 92.

[3] İbrahim, 14/22.

[4] Bkz. Ebu Davut Tıb, hadis no: 3875.

[5] Neml, 27/22.

[6] Hicâzî, et-Tefsiru’l-Vâdıh,2/ 27.

        [7] Mâide,5/31.

[8] Meryem, 19/43.

[9] Askalânî, Fethu’l-Bâri,1/226.

[10] Askalânî, a.g.e.,1/218.

[11] Beyânûnî, Kadâyâ İslâmiyye,2/176.

[12] İbni Kudame, el-Muğnî,2/176.

Editör: TE Bilisim