İslâm, “silm”; yani barış sözcüğünden türetilmiştir. Selâm, Allah Teâlâ’nın mübarek isimlerindendir. “Barış” ifadesi, sözcük olarak bile hoş ve tatlıdır, ruhlara esenlik veriyor, sokak “barış” diyor, üniversite “barış” istiyor, dağlar taşlar “barış” istiyor, çöller “barış” diyor, aileler “barış” diyor, yuvasındaki karınca “barış” istiyor, denizdeki balık “barış” diyor ve istiyor. İstemeyenler, sadece insanlık düşmanları ve silah tüccarları olan emperyalistleredir. İslâm’la barış aynı anlama gelmektedir. Başta Hz. peygamber olmak üzere tüm peygamberler, barış elçileridir. Cennet barış yurdudur. Müslümanlar karşılaştıklarında ve vedalaştıklarında, namazdan çıktıklarında selâm vermek suretiyle barıştan yana olduklarını tescil ederler.

 

Kur’an, “Ey iman edenler hepiniz barışa girin,”[1] demek suretiyle savaşsız ve kavgasız bir dünya öngördüğünü tüm dünyaya ilan ediyor. İslâm’ın barış ve hoşgörüsü o dereceye varmıştır ki, bazı âlimler; “Bir Müslüman, bir Hıristiyan’ın domuzunu öldürür veya şarabını dökerse, onun bedelini ödemesi gerekir.” demişlerdir. Resûl-i Ekrem de, “Düşmanla karşılaşmayı dilemeyin. Allah’tan barış ve afiyet isteyin.” buyurmuştur.”[2]

 

İslâm, barışı savaş, muamele, ahlâk ve idarede, edebiyat ve kültüründe, eşler ve komşular arasında emreder, ona davet eder. Öyle ki; Resûl-i Ekrem, savaş ismini hoş görmez değiştirirdi. Hz. Ali der ki: “Hasan doğduğunda ona “Harb/Savaş” adını verdim. Allah Resûlü geldi ve; ‘Bana oğlumu gösterin bakayım.’ dedi. Sonra, ‘Ona ne isim verdiniz?’ buyurdu. “Harb/Savaş” adını verdim, ey Allah’ın Resûlü.” dedim. Efendimiz, ‘Hayır Harb/Savaş olmaz, onun adı Hasan olacak.’ buyurdular. Hüseyin doğduğunda ona da “Harb” ismini koydum. Yine Efendimiz gelerek, ‘Oğlumu bana gösterin, adını ne koydunuz?’ dedi. “Harb adını koydum” dedim. Resûl, ‘Hayır, Harb olmaz! Onun adı Hüseyin olacak.’ buyurdu. Üçüncü çocuğumuz olduğunda da adını “Harb” koymuştum. Yine nebi gelerek, ‘Oğlumu bana gösterin bakayım, adını ne koydunuz?’ dedi. “Harb koydum.” dediğimde; ‘Onun adı Harb değil, Muhsin olsun.’ buyurdu.”

 

Hz. Peygamber, yanına gelen birisinin adını sorar; “sert” ve “katı” manasına gelen “Haşn’dır” deyince, Hz. Peygamber, “Sen sert değil, esneksin,” buyurdu ve ismini değiştirdi. Hudeybiye anlaşmasında Hz. Peygamber’e “Allah’ın elçisi” vasfı yazdırılmadı. Abdullah’ın oğlu Muhammed yazıldı. Resul-i Ekrem, Bismillahirrahmânirrahim yerine, Bismikellahümme/Allah’ım senin adınla yazılmasına itiraz etmedi. Himar lakaplı Abdullah adında içki içen bir sahabi vardı. Abdullah/Himar zaman zaman Hz. Peygamber’i neşelendirirdi. Abdullah/Himar, içkiye devam ettiğinden Hz. Peygamber tarafından elli defa cezaya çarptırıldı. Ancak, İslâm toplumundan dışlanmadı ve lanetlenmedi. Şirk toplumunda mağdur olmuş ashap, Hz. Peygamber’den direniş için silah kullanma izni isteyince.” “Hz. Peygamber şu âyeti okudu. “Kendilerine: ‘Savaştan uzak durun; namaz kılmayı ve zekâtı vermeyi sürdürün!’ denilen şu kimselere baksana…”[3]

 

Hz. Peygamber, yıllarca Mekke’de kaldı. Putlara tapmanın günah olduğunu ve sakıncalarını anlattı. Tevhide davet etti. Mekke’de bir gün bile putlara ilişmedi, zarar vermedi; oysa putlar yeryüzünün en mübarek yerinde bulunuyordu. Hz. Peygamber de Kâbe’de namaz kılardı, putların varlığından haberdardı, gününü bekliyordu. Putların ne olduğunu, ne anlama geldiğini herkesten çok iyi biliyordu. Onları bizzat sevenleri, koruyanları, tapanları tarafından izale edilmesini istiyordu ve öyle de oldu. Mekke’nin fethinde önceden putlara tapanlar onları izale etmeye başladılar.

 

Resûl-i Ekrem’e emredilen; korkaklık, pısırıklık, çaresizlik değildi. Hz. Peygamber, meyvenin olgunlaşmasını, eğitim ve inşa sürecinin bitmesini bekliyordu. İnşa ve onarımın insanla başlaması gerekir. Değişim surette değil, özde olmalıdır. İnsan akıl ve düşüncesinin ibadetle olgunlaştırılması, beden ve ruh arasında dengenin sağlanması gerekir.

 

Müslüman, bütün evrenle barış hâlindedir. Söz gelimi ihrama giren Müslüman bir hayvanı bile incitemez, bitkiyi koparamaz. Abdest alınca, su değen organlarıyla hiç kimseye zarar vermeyeceğini taahhüt eder, oruç tutarken kalbiyle dahi kötü niyet besleyemez. Namazdan selâmla çıkar. İslâm, canlı-cansız her varlık için bir rahmettir. Sözgelimi; İslâm, büyük günahlardan olan şarap içmeyi gayrimüslimlere yasaklamaz. Cenabı Allah savaşsız, kansız ve barış dolu bir dünya nasip etsin. (Âmin).

 

 (Abdulcelil Candan’ın İlmi Hutbelerle Minberin Gücü adlı kitabından alınmıştır.)

 

 

 

[1] Bakara, 2/208.

[2] Buhari, Temenni, 8.

[3] Nisâ, 4/77.

Editör: TE Bilisim