Bu yazımızda Kur’an’ı terk etmenin ne anlama geldiğini işlemeye çalışacağız. “O gün Peygamber ‘Ey Rabbim! Halkım bu Kur’an’ı büsbütün terk etti.’ der” âyetinde geçen, “terk etti/öksüz bıraktı” ifadesi şu anlamlara gelmektedir:

1.Okumasını büsbütün terk etmek, Kur’an’dan her gün en az bir vird okumamak, Kur’an’ı sadece ramazan ayında, kandil gecelerinde, mezarlıklarda okumak.
2. Kur’an’ı düşünmeden okumak, anlamından, kimin kelâmını tilavet ettiğinden gafil olmak, dil ile okuyup kalben uzak kalmak.
3 Okuduğuyla amel etmemek.
4.Bireysel ve toplumsal hastalıklar ve sıkıntılarda Kur’an’ın sunduğu çare ve alternatiflerden yüz çevirmek.
5.Kur’an’ı çıkar için okumak, onu geçim vesilesi kılmak.

Bir hadiste de Resûl-i Ekrem, “Şüphesiz Allah, bu Kitabı sayesinde bazı toplulukları yüceltir, diğerlerini de alçaltır.” buyurmaktadır. “Kur’an da senin ya lehinde ya da aleyhinde delildir.” hadisinin de ifade ettiği gibi, Kur’an, sahibine ya şefaat edecek ya da onu şikâyet edecektir. Sizlerle paylaştığım hadislerin vermek istediği anlam açıktır. Onunla amel edildiği müddetçe sahibine şefaat edecek; aksi hâlde onun aleyhine delil olarak sahibini şikâyet edecektir. Kur’an’la ilgili olarak gelen diğer bir rivâyette de şöyle denilmiştir: “Her kim Kur’an öğrenir de Mushaf’ı asar, müracaat etmez ve bakmazsa kıyamet günü Kur’an gelir yakasına yapışır, sarılır. ‘Ya Rab! Bu kulun beni terk etti, öksüz bıraktı, benimle onun arasında hüküm ver, der”.

Hz. Peygamber, Kur’an’dan yüz çevirenleri şöyle tasvir eder: “Rüyada başı taşla ezilen birini gördüm. Başının ezilmesi şundandı; Kur’an’ı öğrendiği hâlde onu terk etmişti. Gece ondan pay almaz, gündüz ise onunla amel etmezdi. Bu ceza kıyamete kadar devam edecek.”

Hâlid bin Velid, ömrünün çoğunu cihatla geçirdiğinden Kur’an’a yeteri kadar zaman ayıramadığından hayıflanmış ve ağlamış. Bu nedenle ömrünün sonunu Kur’an okumakla değerlendirmiş. Hâlid, ömrünü gafletle, eğlenceyle değil; cihatla geçirmiş, buna rağmen Kur’an’ı az okumaktan dolayı hayıflanmış.

Kur’an’ı terk etmek, onu inkâr anlamında değildir; bununla birlikte sadece okunmak için de inmemiştir. Kur’an okumak yetseydi, İngiliz ve Yahudilerin kurtulması gerekecekti. Zira Londra ve Tel-Aviv’de her sabah bazı televizyon ve radyolarda Kur’an okutulur.

Kur’an’ı terk etmek; okumamak, okuyup düşünmeden raflarda muhafaza etmek, ellerin ulaşmadığı yerlerde korumak, sadece hasta ve meczuplara okumak, anlaşılmaz bahanesiyle manasından uzaklaşmak, hayata müdahale etmesine engel olmak, tablo ve levhalara işlemek, kalp ve kulakları Kur’an’ın çağrısına kapatmak anlamındadır.

Kur’an’ı hayattan dışlamanın anlamı, güneşi örtmekle aynı anlamdadır. İbn Kayyım’ın ifadesiyle; “Kur’an, adına para basıldığı hâlde, hüküm ve otoritesi bulunmayan bir idareci konumuna düşürüldü.” Yani, Kur’an, hayata müdahale etmekten alı konuldu. Ebu Derdâ bu konuda şunları aktarır: “Hz. Peygamberle beraber bulunuyorduk. Bir ara gözlerini göğe dikti ve ‘Gün gelecek; ilim insanları terk edecek, insanların onda hiç nasibi kalmayacak.’ Dedi.” Ziyâd bin Lebid El-Ensâri sordu: “Ey Allah’ın Resûlü! Kur’an okuduğumuz hâlde ilim bizi nasıl terk edecek ki? Allah’a yemin olsun ki okumaya da devam ede¬ceğiz. Hısımlarımıza, çocuklarımıza da okuyacağız.” Bunun üzerine Hz. Peygam¬ber şöyle buyurdu : “Ey Ziyâd, Allah sana hidayet versin! Ben seni Medine’nin en akıllılarından zannederdim. Yahudi ve Hıristiyanların elinde de Tevrat ve İncil yok muydu, neden saptılar?’ Hz. Peygamber, bu ifadesiyle dinî metinlerin ancak yaşamakla devam edebileceğine dikkat çekmiş oldu.

Kur’an, “Kim zikrim olan Kur’an’dan yüz çevirirse ona sıkıntılı bir hayat vardır,” âyetiyle, kendisinden yüz çevirenleri sıkıntılı bir hayatın beklediğini haber vermektedir. Bu gerçeğin tezahürü hayatımızda açık olarak müşahede edilmektedir. Kur’an’ı dışlayan toplumlar, tıbben canlı, zihnen ölü mesabesine düşmektedirler.

“O gün Peygamber ‘Ey Rabbim! Halkım bu Kur’an’ı büsbütün terk etti.’ der” âyeti bir şikâyetten bahsetmektedir. Aman ya Rabbi, bu şikâyet ne büyük bir şikâyettir! Bu şikâyet, Resûl-i Ekrem’in ümmetini şikâyet etmesidir. Hem de âlemlerin Rabbine şikâyet etmesidir. Hiç bir avukat ve sığınağın bulunmadığı bir yer ve zamanda şikâyet etmesidir. Kendisi dışında hiçbir makamın bulunmadığı bir makama şikâyet etmesidir. Ümmetine şefaat edecek bir makamda şikâyete geçmesidir. Ümmetine çok düşkün ve çok titiz bir zatın ümmetini Rahman ve Rahim olan Zat’a şikâyet etmesidir.

Cenabı Allah cümlemizi Kur’an’ın şikâyetine uğramaktan korusun, onun şefaatine mazhar kılsın. (Âmin).

(Merhum Abdulcelil Candan’ın İlmi Hutbelerle Minberin Gücü adlı kitabından alınmıştır.)

DİPNOTLAR:
Furkan, 25/30.
2 İbn Hanbel, Müsned,1/36.
3 Müslim, hadis no:223.
4 Âlûsî, Tefsir,10/15.
5 Buhari, hadis no: 1320.
6 İbn Kayyım, Medâricu’s-Sâlikin, 1/16.
7 Tirmizi, ilim, 5.
8 Tâhâ, 20/24.
9 Furkan, 25/30.

HADİSLERİN IŞIĞINDA
İFLASA SEBEP OLAN FELAKET: KUL HAKKI

“Kimin üzerinde başka bir kimsenin bir hakkı varsa, o bu hakkı sahibine ödesin ya da hak sahibiyle helalleşsin.” (Buhari, Hibe, 21)

Peygamberimiz (sav) bir gün:
- Müflis kimdir, biliyor musunuz, diye sordu.

Ashab-ı Kiram (ra):
- Bize göre müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler.

Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
- Şüphesiz ki ümmetinin müflisi yani iflas etmiş olanı, kıyamet günü namaz, oruç ve zekat sevabıyla gelir. Fakat söylediği kötü sözler, attığı iftiralar, yediği haramlar, işlediği kötülükler sebebiyle iyiliklerini sevabı hakkını yediği kişilere verilir. Üstelik üzerindeki kul hakları ödenmeden sevapları tükenir. Bu nedenle müflis kişi hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılır. İşte asıl müflis bu kişidir.” (Müslim, Birr, 59; Tirmizi, Kıyamet, 2.)

Kul hakları insanların canları, bedenleri, ırz ve namusları, manevi şahsiyetleri, makam ve mevkileri, dini inanç ve yaşayışlarına yönelik ihlalleri içerir. Resulullah (sav) Veda haccında bu hakların korunması gerektiğini şöyle dile getirmiştir: “Bu gününüz, bu ayınız ve bu beldeniz nasıl saygıdeğer ve dokunulmaz ise kanlarınız, canlarınız ve namusunuz da saygıdeğer ve dokunulmazdır.” (Buhari, İlim, 9, 37; Müslim, Hac, 147) İslam alimlerinin çeşitli ayet ve hadislere dayanarak tespit ettikleri büyük günahların çoğu kul haklarıyla ilgilidir.

Başkalarına zarar vermek anlamına gelen kul hakkı aynı zamanda insan haklarını ihlal etmektir. Hırsızlık ve hile yapmak, eksik ölçüp tartmak, yalan söylemek, iftira atmak, alay etmek, gıybet ve dedikodu yapmak, başkalarının özel hayatlarını ve gizli hallerini araştırmak, kötü lakapla çağırmak kul hakkına sebep olan başlıca davranışlardandır.

Dinimiz, söz ve davranışlarımıza özen göstermemizi, kulhakkı konusunda duyarlı davranmamızı ve birbirimizin hakkına saygılı incitici ve kırıcı söz de kul hakkı kapsamına girdiği için dinimizce yasaklanmıştır. Kul hakkına özen göstermek Müslümanlar arasındaki güven duygusunun gelişmesini sağlar. Güven duygusu her Müslümanda bulunması gereken önemli özelliklerden biridir. Nitekim sahabeden Ebu Musa (ra) Peygamberimize gelerek:

- Ey Allah’ın Resulü! Hangi Müslüman en üstündür, diye sorar.

Peygamberimiz (sav) kendisine yöneltilen bu soruya şöyle cevap verir:
- Dilinden ve elinden Müslümanların emniyette olduğu kimse. (Buhari, İman, 4-5; Rikak, 26; Müslim, İman, 64-65)

Kul hakkı, maddi olabileceği gibi manevi de olabilir. Örneğin, başkasının malını haksız yere alma kul hakkının maddi yönünü gösterir. Mal ve sahip olunan değerlerin haksız ve izinsiz kullanılması konusunda Kur’an’da şöyle buyrulur: “Birbirinizin mallarını haksız şekilde yiyip tüketmeyin…” (Bakara, 188) Sevgili Peygamberimiz, Veda Hutbesi’nde gönül rızasıyla kendisi vermedikçe, başkasının hakkına el uzatmanın helal olmayacağını belirtmiştir.

Kul hakkının manevi yönüne bir örnek de kesin bilgi sahibi olmadığımız konularda yorum yapmaktır. Duyduğumuz bir haberle ilgili olarak araştırmadan ve sağlam bir bilgiye dayanmadan yaptığımız yorumlar genellikle olumlu sonuçlar vermez. Nitekim Rabbimiz bu hususta bizlere şöyle buyurur: “Hakkında kesin bilgin bulunmayan bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül (kalp) bunların hepsi yaptığından sorumludur.” (İsra, 36)

Hz. Peygamber (sav) Velid b. Ukbe’yi Beni Mustalik kabilesine zekat tahsil etmesi için gönderdi. Bu Kabile Velid’i zekatları ile birlikte karşıladılar. Velid eski bir düşmanlıktan dolayı onlardan korktuğu için geri dönerek, Hz. Peygamber’e onların zekat vermeyi reddettiklerini ve kendisini öldürmeye kalkıştıklarını söyledi.

Bu durum olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına sebep olabilir ve masum insanlar bundan zarar görebilirdi. Bunun üzerine Resulullah Efendimiz, durumu inceleyip kendisine bilgi vermesi için Halid bin Velid’i onlara gönderdi. Hz. Halid yola çıktı, geceleyin oraya varınca gözcülerini onlara gönderdi. Gözcüler geri dönünce Hz. Halid’e, Mustalik oğullarının İslam’a bağlı olduklarını, onların ezan okuduklarını ve namazlarını kıldıklarını haber verdiler. Sabah olunca Hz. Halid kendisi bizzat Mustalik oğullarına gitti ve anlatıların yanlış olduğunu gördü. Hz. Halid Resulullah’a geri döndü ve olanları aktararak daha önce gelen haberin yanlış olduğunu söyledi. Zaten bu haberi Velid b. Ukbe’ye bir müşrik getirmişti. Bunun üzerine Allah Teala şu ayeti indirdi: “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat, 6)

Kişilerin kendileri yanında aile ve çevrelerini olumsuz etkileyen içki, uyuşturucu, tefecilik, sigara ve kumar gibi kötü alışkanlıklar, emanete hıyanet etmek, haksız yere insanların canına kıymak, zenginlerin zekat ve sadaka vermemelerinden de kul hakkı söz konusudur. Çünkü, “Onların mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.” (Zariyat, 19) Bununla birlikte Allah Teala özellikle kadınların, akrabalarımızın, komşularımızın, çocuklarımızın, anne ve babamızın yetimlerin, yolcuların, engellilerin haklarını korumamızı istemiştir. (Bakara, 83, 231-232, 241.)

Ana ve baba hakkına özen gösteren bir Müslüman onların hakları konusunda özenli davranmış olur. Çünkü kul hakkı konusunda anne ve babanın önemli bir yeri vardır. Bu durumda bizler onları üzmememeye, üzdüysek gönüllerini almaya çalışmalıyız. Özellikle yaşadıklarında onlara tatlı dille konuşmalı ve güler yüz göstererek hizmetlerini görmeliyiz. Çocukluğumuzda bize gösterdikleri sevgi ve merhameti biz de onlara göstermeliyiz.

Kul hakkı konusunda hassas davranmamız gerekenlerden biri de komşularımızdır. Komşularımıza elimizden gelen yardımı esirgememeli, onları rahatsızlık verecek söz ve davranışlardan kaçınmalı, hak ve hukuka özen göstermeliyiz. Komşu hakkı konusunda Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Komşusunun aç yattığını bildiği halde, kendisi tok yatan, olgun bir mü’min değildir.” (Buhari, Edeb, 12.)

Dinimiz, bedelini ödemeden ve izin almadan kamuya ait mal ve hizmetlerden yararlanmamızı da kul hakkı sayar. Bu nedenle herkesin ortak kullanımına açık olan mekanlara ve eşyalara emanet gözüyle bakmalı onlara zarar verici davranışlardan uzak durmalıyız.

Halife Ömer bin Abdulaziz (ra) halife iken millete ait işler için çalışıyordu. Vakit gece yarısıydı. O sırada birisi, özel bir iş için yanına gelerek söze başladı.

Halife Ömer bin Abdulaziz (ra) hemen ayağa kalktı ve yanmakta olan mumu söndürüp başka bir mum yaktı.

Bu durumdan bir şey anlamayan misafir, Halife’ye:
- Her ikisi de mum. Durup dururken birini söndürüp diğerini niçin yaktın, diye sordu.

Halife Ömer bin Abdulaziz (ra) adama şu cevabı verdi:
- Söndürdüğüm mum, millet parası ile alınmıştır. Seninle özel olarak görüşürken onu kullanmaya hakkım yoktur. Onun için o mumu söndürdüm. Kendi paramla aldığım mumu yaktım. (İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, c.9, 6. bölüm)

Herhangi bir şekilde hakkını ihlal ettiğimiz kimseye bir borcumuz varsa onu memnun etmeli ve adalet ölçüsünde ona hakkını ödemeliyiz. Ardından onunla helalleşmeli ve ondan özür dilemeliyiz. Nitekim Peygamberimiz bu hususta şöyle buyurur: “Üzerinde kul hakkı bulunan kimse, hiçbir maddi bedelin geçerli olmayacağı kıyamet gününden önce bu hakkı ya ödesin ya da hak sahibiyle helalleşsin.” “Buhari, Mezalim, 10; Rikak, 48, Hibe, 21) Aksi takdirde kul hakkının sebep olduğu günahlar affedilmez. Peygamberimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Allah’ın huzurunda hesabı sorulan günahlardan bir kısmı affedilebilir, bazıları affedilemez, bazıları ise şarta bağlı olarak affedilebilir niteliktedir. Kulun Allah’a karşı işlemiş olduğu günahlar affedilebilir. İnkarcılık affedilmez. Kul hakları ise ancak mağdur olanın iznine bağlı olarak affedilebilir.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, c. 6, s.240)

Kul hakkı, dinimizin üzerinde önemli durduğu ve sakınmamız istenen günahlardan birisidir. Bu nedenle dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşmak isteyenlerin kul hakları konusunda duyarlı olmalıyız. Mutlak adaletin gerçekleşeceği hesap günü gelmeden önce üzerimizde bulunan kul haklarını ödemeli ve has sahipleriyle helalleşmeliyiz.

DUA
Allah’ım sapmaktan, saptırılmaktan, ayağımın kaymasından ve kaydırılmasından, haksızlık yapmaktan, haksızlığa uğramaktan, cahilce davranmaktan ve cahillerin davranışlarına muhatap olmaktan sana sığınırım. (Ebu Davud, Edeb, 103; Tirmizi, Daavat, 34; İbn MAce, Dua, 18)

NÜKTE-HİKMET
DEVELER AHIRA BAĞLANMALI, KALBE DEĞİL!

İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye kendisinden daha az zengin biri gelerek:
- Ya imam, namazda aklıma hep sahip olduğum servet geliyor, develerimi hayal ediyorum. Siz ise daha çoğuna sahip iken, bu ibadet zevkini ve vecdini nasıl bulabiliyorsunuz, diye sorar.

İmam-ı Azam şu harika cevabı verir:
- Ben develerimi ahıra bağlarım, kalbime değil. 


Hazırlayan M.İkbal CANDAN...

 

Editör: TE Bilisim