Osmanlı Hilafet Devletin de bir evin penceresinde ki Sarı çiçeğin; bu evde bir hasta olduğunu, lütfen gürültü yapmadan, mümkün olduğunca sessiz geçin manasına geldiğini, Kırmızı çiçeğin ise; bu evde evlenme çağına gelmiş genç bir kızımızın olduğunu, sakın ola yolda geçerken, kötü söz söyleyip de, onun kalbini ve ruhunu incitmeyin, anlamına geldiğini bilirsiniz. Bunun gibi; Osmanlı hayat anlayışı olarak; ayakkabıların dili, kapı tokmakların dili, cuma selamlığı, iman ve cihadın önemi de çok büyüktü.

Bu iman ve cihadın, en güzel örneğini, Çanakkale destanında görebiliriz. Cennet kokulu başörtülü Annelerin Çanakkale’ye, ümmetin müdafaası için; evlatlarının başına kına yakarak, “ey oğul seni Allah'a kurban etmek için cepheye gönderiyorum; ya şehit ol, ya gazi” diyerek gönderirlerdi. Bazı, cennet kokulu başörtülü anneler ise; çocuklarına Kuranı Kerim vererek, “ey oğul! sen Allah’la ol ki, Allah da seninle olsun” diyerek cepheye gönderirlermiş. Sömürgeci itilaf devletleri hava, kara ve denizde teknik ve askeri bakımdan üstün olmalarına rağmen, İslam ümmetinin, iman dolu göğsünün kahramanlığıyla karşılaşmış ve Çanakkale’yi geçememişlerdir.

Cihat ve iman ruhunu en güzel şekilde dile getiren, İslam Şairi Mehmet Akif, “Çanakkale Destanı” adlı şiirin de bu ruhu, dizelerine şöyle yansıtır: Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhidi. Bedrin aslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Gerçekte İslam tarihinde Çanakkale harplerinin daha bir eşini ve benzerini bulmak çok zordur. Taşıdığı kutsi gaye ve ifade ettiği yüce mana bakımından, Bedir Harbine eş değer bir cihat idi, Çanakkale.

Zira, o zaman nasıl ki bir avuç Müslüman, Allah'ın nurunu söndürmek, İslam’ı yıkmak ve Hz. Peygamberi yok etmek isteyen azgın Mekkeli Müşriklerin karşısına dikilmiş ve Allah'ın dinini aziz etmek için seve seve Şehit olmak için koşmuşlarsa; Bu defa aradan asırlar geçtikten sonra, kafirler sayıca az olan Müslümanları, İslâm’ı kendi öz yurdunda boğmak, Osmanlı Hilafet Devletinin Başkentini (İstanbul’u) işgal etmek ve on asır İslâm’a duydukları kin ve nefretin intikamını çok acı bir şekilde almak için, azgın haçlı ordularının Çanakkale’de karşısına dikilmiş, kanı, canı ve malı pahasına bu toprakları “Hayır!” İslâm dinini korumaya çalışmış ve bir gül bahçesine gidercesine şehitliğe koşmuştular.

Bedir harbinde olduğu gibi, Çanakkale harplerinde de; Allah, Müslümanların yanında olmuş, böylece Allah zaferi onların alnına yazmıştır.

Toplarıyla ve tanklarıyla, İslam’ı, hilafeti ve hilafetinin merkezini(İstanbul’u) işgal etmeye kalkışan küffar ordusuna ise; Allah Çanakkale geçilmez dedirtecekti.

Aslında Çanakkale, “Osmanlı İslam Devletinin” Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla birlikte gerilemeye başlayan “bir ümmet“ savunmasıdır. Bu ümmet savunması; Osmanlı Hilafet devletinin cihat çağrısına uyarak, bütün Müslümanların tek vücut halinde savaştığı, savaştır.

18 Mart 1915’te canavarlaşmış medeniyetin mensupları, hızla İslam topraklarını sömürme yarışına girmiş ve bu yarış Çanakkale’ye kadar gelmişti. Ancak, Çanakkale önlerinde yapılan muharebe, Müslümanların üstün gayreti ile İslam Ümmetinin zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu olay, İslam Tarihine “Çanakkale Destanı” olarak geçti. Çanakkale savaşında, İslam kalesinin korunması için genç yaşlı, çocuk kadın, Türk, Kürt, Arap, Dadaş, Laz demeden yediden yetmişe, Müslümanlar canla başla savaştı ve zalimin Çanakkale’den geçmesine izin vermedi.

Bu destan savaşına, sadece şimdiki Türkiye sınırında katılım olmadı, bütün İslam Coğrafyasında kahramanlar katılmıştır. Örneğin; Şam’dan: 6.000’den fazla, Halep’ten: 4.000, Beyrut’tan: 2.000, Bağdat’tan: 3.000 ve bunun yanı sıra Batum, Kırcaali, Bosna, ve Makedonya’dan binlerce yiğit savaşa gelmiştir. Yani demek istediğim; Çanakkale’de ecdadımızın şanlı mücadelesiyle ortaya koyan hakikatin; bugün saptırıldığı gibi kavmiyetçilik, milliyetçilik, ulusalcılık anlayışı ile değil, aksine Ümmetçilik şuuru olduğunu söylemek gerekir. Çanakkale Destanı; kavmiyetçilik, ulusallık, milliyetçilik, ırkçılık için değil de, din, iman, hilafet, namus, şeref uğrunda, canını seve seve verdiği, gözünü kırpmadan, bir gül bahçesine girercesine şehitliğe atıldığı, cesaret ve kahramanlık tablolarının tecessüm ettiği, sembolleştiği bir ümmetin destanıdır.

Ümmetin Çanakkale Destanın ’da Kafir İngiliz Oyunu

Geçmişten günümüze, İslam’a en büyük düşmanlığı ile bilinen, sömürgeci kafir devletlerden biride, şüphesiz Kafir İngilizlerdir. Bu Kafir İngilizler, Çanakkale için sömürgeleri altında olan Müslüman ülkelerden asker topluyorlardı. Saf Müslümanları, “Sizin Halifenizi Almanlar kaçırdı.” Biz, sizin halifenizi kurtarmak için Almanlarla savaşıyoruz.” diyerek kandıran İngilizler, bu yalana kanmayan Müslümanları, ailelerini öldürmekle tehdit ederek zorla cepheye sürdü. Gelmek istemeyenleri ise öldürdüler. Bazı zavallı Müslümanlar, Kafir İngilizlerin bu oyununu anlamamıştılar. Bir bayram namazı sabahında, ezan sesi duymaları ve İslam Askerlerin tekbir seslerini duyunca kandırıldıklarını anlayarak, Osmanlı Hilafet Devleti tarafına geçmeye çalışarak; kafir düşman siperlerinde karışıklık çıkarmışlardı. Kafir İngilizler de onların bir kısmını kurşuna dizmiş, bir kısmını da cephe gerisine çekmişti.

Hatta, bu sömürgeci Kafir İngilizler, Müslüman olmayan Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkeleri de propaganda yolu ile kandırıyordu. Nitekim, İngilizler onlara “Müslümanlar yamyamdır.” İnsan eti yerler. Dünyayı bu yamyamlardan kurtarmak için savaşıyoruz” şeklinde propagandalar yapmışlardır. Fakat, onlar cephede gördüler ki İslam askerleri kendi hayatını tehlikeye atarak, düşman askerini kurtarabilecek kadar, kendi yaralı iken düşman askerinin yarasını sarabilecek kadar, kendi bayat ekmek yerken, düşman esirine taze ekmek yedirebilecek kadar insanlığın zirvesinde olduğunu gördüler.

Çanakkale’ye gelirken Müslümanlarda nefret eden Azaklar, ümmet askerlerinin, bu hayat davranışlarına hayran kalarak memleketlerine dönmüşlerdir. Kafir İngilizlerin, Çanakkale’de yaptıkları rezilliklerden birisi de kimyasal gaz kullanma teşebbüsleridir. Bizim “gaz kullanmamızda bir sakınca yoktur” diyerek oradakileri ikna etmişti. Varillerle kimyasal gazlar gemilere yüklenip, Çanakkale’ye sevk edildi. Rüzgar, mevsimin özelliğinden dolayı, denizden karaya doğru esiyordu. Varillerin kapaklarını açacaklar, rüzgarın etkisiyle karaya doğru esen gazlar İslam askerlerini zehirleyecekti. Fakat, mücahitlere olan ilahî yardım, İngilizlerin hesabını bozmuştu. Variller Çanakkale’ye ulaşınca, rüzgar yön değiştirmiş, karadan denize doğru esmeye başlamıştı. Bu durum savaş boyunca devam etti. Zehirli gaz kullanmaya muvaffak olamayan Kafir İngilizler, başka bir kalleşliğe, başka bir insanlık suçuna imza atmayı başardılar. 28 Haziran 1915 gecesi direk, Sargı Yeri Hastanesini hedef alarak, çoğu parmağını bile kıpırdatamayacak kadar ağır yaralı olan 18.000 kişiyi şehit ettiler. Bunları da Alman komutanı Limon sayesinde yaptılar.

Bunların yanında, İngilizler Mekke Emiri olan Şerif Hüseyin’i ajan olarak yetiştirip, Birinci Dünya savaşında, bir kısım Arapların, Osmanlı İslam Devletine karşı savaşmasını sağladılar ve bundan dolayı tarihe Arap ihaneti olarak geçti. İhanet edenler Araplar değil, Şerif Hüseyin ve yanında ki birkaç satılmış çapulcu, bunların ihaneti yüzünden, bütün Araplara hain demek kesinlikle doğru değildir.

Son olarak diyebiliriz ki, Çanakkale savaşı ümmetin en büyük kahramanlık destanlarındandır.

Editör: TE Bilisim