Bir hikâyeyi güzel kılacak baş cümle, “ne ile?” başlamalıdır?

 

Bu soru, şayet bir yazının katili var ise, bu yazının da katilidir.

 

Evirip çevirdiğim cümleler bir türlü istediğim kıvama gelemiyor. Bir şeyler eksik. Duygu mu? İnceden bir sızıyı andıran bir ses mi? Gerekliliği, gereğinden oldukça gereksiz cümleyi yazamıyor olmamın nedeni bu berbat temmuz sıcağı mı? Neyim, nasılım, nasıl bir yerdeyim? Sanırım, fena ile fena değil arası; ince, kısa, kızgın bir yerdeyim. İnce yer mi? İnce yer: Temmuz boşluğudur. Sıcaktır ve çekilmez bir insan suretidir. Şikâyetlere doyumdur ve bir yazarın en kötü cümlesidir.

 

Olmuyor!

Kendimi bir türkünün nakaratının serinliğine atmalıyım. Peki, bildiğim serin bir türkü var mı? Yok.

 

İyi de ne var? Cümleden çok cümle var. Ama bilirkişi edasıyla kalemimin ucuna sokulan her cümle, bir başka kovuluştan arda kalan ter damlası gibi. Biri, yekdiğerinin üstüne kurulan ve kurudukça tozlaşan seyri, zevk-i sefadır. Bense hala sefaletin arka bahçe bekçisiyim. Anladım, sanırım üzülüyorum.

 

Türkü yok! Cümle yok! Söz yok!

 

Düşünce?

Daha neler! Akla, ilk gelen şeyler yazılır mı? Yazılır: Doğru, çok katmanlı bir yalandır. Her meydan, kendine çıkan bir yol değildir. Aynalar, çoğu kez fosforlu bir güzelliğe bürünür. Hal, sevmenin e-halidir. Sevmeye yönelmedikçe sevginin değeri yoktur. Acı, girift bir bulmacadır; çözmekle adam olunabilir. Kadın, yazdıkça güzelleşir.

 

Amerikan filmlerinden çıkma, çakma bir repliğe yöneliyorum: “Tanrım!” yazamıyorum. Derin bir “off!” daha çekiyorum nargileden. Keyfe bak! Gece de amma gece. Uzadıkça uzuyor.

 

Yazı masam, derin bir kedere tanıklık ediyor. Kendi yağmurunda ıslanan bir yüz gibi duran tabladaki izmarit höyüğü, bitimsiz bir gecenin alkol sağanağının tanığı oluyor. Palyaço kılığındaki cin, aralık bırakılmış kapıdan ışık gibi odaya süzülüp önce göze sonra da göğse bir korku saldıktan sonra geceyi fırsat bilip sıvışıyor. Beni amansız, terli bir düşle baş başa bırakıyor. Saniyeler sonra kendimi, o bildik manzarayı, titrek, uzak köy ışıklarını seyrederken yakalıyorum. Ciğerlerim, parmaklarımın arasındaki sigaranın dumanıyla doluyor; dudaklarım, hüzün tanesi bir şarkının nakaratına hazırlanıyor. Kulaklarımda, eski zamanlardan kalma dost bir sesin şiiri çınlıyor. Gece uzuyor, uzuyor…

Editör: TE Bilisim