Geçtiğimiz günlerde siyasetin yaşlı kurtlarından biriyle muhabbet ederken, muhabbet taa 70-80’lere, darbelere, Ergenekonlu yıllara kadar uzadı gitti.

Yakın tarihle ilgili ufak tefek hatırladıklarımız olsa da, olay benim çocukluk yıllarıma ve öncesine kadar geldiğinde o bölümleri sadece babamın yaşadıklarından anlattığı kadarıyla hatırlıyorum.

Yeni ismiyle Ergenekon olarak lanse edilen darbecilerin cirit attığı bir dönemde fişlenmiş bir babanın çocuğuyum nihayetinde ben de. O dönem babam ‘yok yere’ gözaltına alınmış, bilumum siyasi suç ile sorgulanmış ve ömrü boyunca unutmayacağı işkencelere maruz kalıp ömrünün geri kalanını unutamayacağı maddi ve manevi yaralarla geçirmek zorunda kalmıştı…

Aklıma o yıllar geldi işte…

Henüz çocuktum, yaşım 5 veya 6’ydı. Kardeşlerim ile birlikte henüz yataklarımıza girmiştik. Annemler ev işleri ile meşguldü babam ise evimize yeni aldığı teyp ile uğraşıyordu. O zaman kasetli teyplerin ‘lüks’ sayıldığı bir dönemdi ve babam maaşının büyük bölümünü yatırmış ve bol ışıklı bir teyp almıştı. Işıkları ise sarı, kırmızı ve yeşil yanıyordu (özel bir sebebi yoktu tüm teyplerde bu ışıklar vardı zaten). İşte kapımızı kırarcasına bir anda içeri giren, yıllar sonra resmi olarak böyle bir şeyin olmadığı iddia edilen ‘Jitemciler’ apar topar babamın gözlerini bağlıyor ve evi dakikalar içinde alt üst ediyorlardı. ‘Yere yat’ sesleri ile uyanmam uzun sürmedi, hemen odaya girildi ve ilk olarak kardeşim Yunus’un (O zaman daha bebek olan Yunus büyüdü de şimdi gazetemizin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yapıyor) beşiğini tekmelemeye başladı. Altında bir şey olup olmadığını böyle kontrol ediyorlarmış meğer… Sonra bizim yataklarımız, eşyalarımız savruldu da savruldu.

Aradıkları şeyi buldular mı bilmiyorum ama o gece babamı gözaltına almak için bir çok sebep buldular.

Mesela teybimizin renkleri ‘terör’ örgütünün renkleriymiş, babam Öcalan’ın sağ koluymuş, evimizde mühimmat varmış, yasa dışı kayıtlar ve kitaplar yer alıyormuş ve babam şimdi Özgür Gündem (o zamanki gazetenin adını hatırlayamıyorum) gazetesinin baş yazarıymış… Ve daha bir çok neden buldular.

Böyle bir çok sebep bulmuşlar, bizim haberimiz yok ama böyle buyurmuş efendiler…

***

Meseleyi fazla uzatmayacağım, ama hani derler ya ‘anlatırsam kitap olur’ denecek kadar çok şey yaşadık nihayetinde o günlerde. Neyse… Nihayetinde babamın memuriyetine son verildi, ailemiz büyük bir travma yaşadı ve ondan sonra hayatımızda büyük bir değişim başladı.

O gün bizim hayatımız için adeta yeni bir rotanın belirlendiği günün miladı olarak kalıyordu. Sonraki dönemlerde babamın yediği ‘terörist’ damgası daha bir çok kez ailemizin karşısına tekrar tekrar çıkmaya devam ediyordu. Sonraki yıllarda ise artık her şey yavaş yavaş rayına oturuyordu. O günlerde yaşanılan sorunlardan dolayı 5-6 yıllık bir Antalya macerasından sonra Van’a döndüğümüzde Şehrivan macerası başlıyordu işte.
***

Mesele bir siyasi muhabbetten yaşadıklarımıza kadar geldi. Araya bir de bizim kendi hikayemiz girdi…

Şimdi bunları niye anlattın diye içinden geçirenler olacaktır muhakkak. Aslında hepsi bir biriyle bağlantılı şeyler.

O gün o büyüğüm ‘sen hatırlamazsın’ dediği şeyleri anlatırken işte dün açıklanan demokratikleşme paketiyle değişen bir çok konuyu bizzat yaşadığı için canlı canlı anlatıyordu. Ve biz demokratikleşme bir yana militarist bir devlet, askeri vesayetin hüküm sürdüğü bir iktidarın başta olduğu bir dönemin çocuklarıydık, kısmen de olsa o zor günleri hatırlıyorum ben de.

Kendisi Milli Görüşçü olan o siyasetçi, “Şimdiki gibi değildi, biz ibadetimizi yapmak için bile 3-5 kişi bir araya gelemezdik. Kürtçe konuşmak bir yana aile içinde bile konuşunca köşe bucak saklanarak konuşurduk aman birisi duyacak diye. Kürtçe kasetleri üst üste gazetelerle sarar en umulmadık yerlerde götürmeye çalışırdık eve. Sağ ve muhafazakar bir partinin mensubu olarak çalışmak hele… Tüm bunların yanında devede kulak kalır yani. İmkanı yok o günün şartlarının en büyük hatasıydı birilerine göre” gibi cümlelerle dolu tozlu hatıraları açıyordu.

***

Şimdi dün Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı ‘demokratikleşme paketi’ne bakınca ben bile şu eski kurtlar gibi bir taraftan efkarlanıp bir taraftan da hayretle izlemiyor değilim. (Bu arada yaşım da o kadar büyük değil, sonra amca ilan etmeyin beni.)

Nerden nereye diyebilecek kadar hatırlıyorum olan, bitenleri. Yaşça daha büyük olanları siz düşünün bari…

Dünkü paketin açıklanmasının ardından, geçtiğimiz yıllarda yapılan referendumda nasıl “yetmez ama evet” şeklindeki görüşümü açıkça belli etmişsem, bu paket için de aynı düşünceleri yaşadım.

‘Dağ fare doğuracak’ diye bir öngörüyle yaklaşılan ve ulusalcıların daha paketin açıklanmasını beklemeden ‘Dağ fare doğurdu’ naralarının atıldığı bu paketin değerini, şu az önce bahsettiğim olaylar ve daha bunun gibi bir çok olayı bizzat yaşayanlar çok daha iyi bilecektir hiç şüphesiz.

Yine BDP’nin “Kürtlere değil klavyeye özgürlük” şeklinde yorumladığı Q, W, X harflerinin kullanımının serbestleşmesinden “Biz zaten Kürtçe hitap ediyorduk” dediği Kürtçe isimlerin kullanılmasının önündeki yasağın kaldırılmasına, “Biz okumuyorduk ki” dedikleri ‘Andımız’ın kaldırılmasından, “Seçim şarkılarımız zaten Kürtçeydi” deyip basite indirgedikleri ‘başka dillerde’ propaganda özgürlüğü ve daha bu gibi bir çok yeniliği barındıran bu paket o kadar da denildiği gibi kolay gerçekleştirilmiyor işte.

Yapılan bu paket Ergenekonun avukatları, Fransız ihtilalinden kalma bir milliyetçiliğin ürünü olan bir neslin ve BDP gibi Öcalan, Kandil ve kendi şahsi kararları arasında sıkça mekik dokuyan vekillerin olduğu bir mecliste alındı.

Bir kere her şeyden önce, özellikle şunu biz Kürtler doğru okumalıyız. Ulusalcı ve Türk milliyetçilerin serzenişlerini görmezlikten gelip bu paketin birinci sınıf demokrasi ve çok uluslu bir hukuk devleti olma yolunda, bunu bırakın Kürt Sorunu dediğimiz sorunun çözülmesi anlamında çok önemli ibareler içeriyor.

Olaya ulusalcılar gibi sadece başlıklar halinde bakmak süreç açısından ciddi yanlışlar içeriyor. Bu halkın karşısına sadece büyük harflerle yazılan tırnak içindeki başlıkları yanlış okuyarak ve yanlış lanse ederek çıkarsanız büyük bir vebal alırsınız…

En basitinden X, W, Q harflerinin serbestliği, özel okullarda Kürtçe eğitim serbestliği, Andımızın kaldırılması gibi maddeler bir sonraki aşamada ‘Anadilde Özgürlük’ olarak çıkabilir karşımıza.

Daha düne kadar ‘baraj da baraj’ diye inim inim inleyen partiler için seçim sistemi ve Siyasi Partiler Kanunu’nda yapılacak değişiklikler devrim niteliğinde değil midir? En basitinden Kürtlerin temsilcisi olan tek parti BDP yıllarca seçim barajı yüzünden türlü türlü yollarla meclise vekil göndermek zorunda kalmadı mı? Teşkilatlanma meselesi, eş genel başkanlık, partilere üyelik gibi bazı konularda siyasal katılımı genişletici adımlar en çok Kürtlerin önünü açan adımlar değil midir? Bu kadar alçaltmak niyedir?

Siz hem fazla değil yakın tarihte olan bitenleri bizzat göreceksiniz, şahitlik edeceksiniz sonra da 11 yıl çabalanıp da açıklanan bu paketi ‘içinden civciv’ çıktı diye aşağılayacaksın. Hem ‘Andımız’ı Türk olmayıp da bu ülkede yaşayan insanlara zorla okutup Kürtlüğünden utandıracaksın hem de bu adımı “Parası olana okul yerine vakıf, azınlık, cemaat okulları” gibi demagojilerle değersizleştirmeye çalışacaksın!

Daha üzerinden uzun uzun konuşacağımızdan meseleyi pek de uzatmak istemiyorum ama konuyu Kürtçe yer isimleri ile ilgili bir mevzu ile tamamlamış olayım:

AK Parti vekili Gülşen Orhan’ın babası olan Bahçesaray’ın değerli ve en tanınmış isimlerinden eski belediye başkanı Naci Orhan’ın anlattığı bir mesele vardır. Yaşanmış olan bu mesele yıllar önce Van’da gerçekleşmiş ayrıca. Tabi hatırladığım kadarıyla yazıyorum, yanlışlarım olursa da Sayın Orhan’dan şimdiden özür diliyorum:

Durmuş Koç’un Van’da Vali olduğu dönemde il koordinasyon kurulu toplantısı yapılır. Toplantıda Vali yardımcıları, kaymakamlar, ilçe belediye başkanları, TEDAŞ Müdürü, Karayolları Müdürü vs herkes hazırdır. Vali Durmuş Koç sorar TEDAŞ Müdürüne:

“Müdür bey elektriğin gitmediği köy kaldı mı?”

“Evet” der müdür. Sayın Valim “Kêçox diye bir köyümüz kaldı” der. (Tabi sondaki ‘x’ harfini ‘iks’ diye okuyarak ‘Keçoks’ der) Vali Durmuş Koç da bir anda köpürür: “Bu nasıl isim böyle!” diye çıkışır hemen. Döner, “Nerede Bahçesaray’ın kaymakamı bakayım?” der. Toplantıdaki isimler “Kaymakam bey izinde efendim” deyince döner belediye başkanı Naci Orhan’a sorar. O zamanlar 9 ay Allah’a 3 ay Van’a bağlı olan Bahçesaray’ın belediye başkanlığı görevini yürüten Orhan “Bu köyün ismi neden Keçoks?” diye soran Van Valisine şöyle cevap verir;

“Vallahi sayın Valim geçtiğimiz hafta civarda avlanan avcılar o köyü daha yeni buldular. Geçici olarak köye Kêçox ismi verildi biz resmi törenle gelip köye yeni bir isim vermenizi bekliyoruz” der.

Vali bu laf üzerine diyecek hiçbir laf bulamaz tabi.

***

Ben de ‘yetmez ama evet’ dediğim bu paketin ciddiyetini anlamayıp makara geçenlere diyecek laf bulamıyorum inanın.


ÖMER AYTAÇ AYKAÇ yazdı...

Editör: TE Bilisim