Uzun yüzlü, kalın bıyıklı, iri kıyım biri yine Santral Sokağın girişinde beni bekliyordu. Kendisinin iki sokak ötemizdeki polis karakolunda çalışan bir polis memuru olduğunu biliyordum. Bazı sabahlar aynı yerde onu görür, usulca birbirimize baş selamı verirdik. Aslında onu orada görmek benim içimi çok rahatlatırdı. Çünkü 10 yıllık evliliğimde beni bir gün öldüreceğini bildiğim eşimden beni  koruyor olabilirdi. Karakola tehdit altında olduğumu, eşimin beni öldürebileceğini defalarca söylemiş, onlardan yardım istemiştim.Tahminlerimde yanılıyor olamazdım.Ama beni korkutan bir şey vardı. O da polisin de bu işin içinde olabileceği.

- Merhaba baba.
- Hoş geldin.
- Yine aynı sandalyedesin. Yorulmadın mı oturmaktan. Kaç bulmaca bitirdin tüm gün?
- Karışma sen, kedinin maması bitmiş, aldın mı?
- Unuttum, yarın alırım baba.

Babam Parkinson hastasıydı. Tüm gün sallanan sandalyede oturur, eve gelen üç gazetenin bulmacalarıyla vaktini geçirirdi. O gün eşimle  yine tartışmıştık. Babamın yanında eşimle tartışmamız zaten hasta olan adamcağızı iyiden iyiye üzmüştü. O gün eşimle hiç konuşmadık. Akşam olduğunda eşim sofrayı kurmuştu. Patates, bu dünyada ağzıma bir kere bile koymadığım kokusundan bile çokça rahatsız olduğum bir yiyecekti benim için. Ve o akşam masada sadece patates yemeği vardı. Sanırım bana kızgınlığı geçmemiş ve beni aç bırakarak kendince intikam almayı düşünmüştü. Çatalı bir kez olsun tabağa götürmedim. Odamıza geçmeden önce hepimiz salonda televizyon izlemiştik. Film de yeşil gözlü bir vampir şeytan insanları ya kötü yola sürüklüyor ya da kanlarını emerek hayatta kalıyordu. Filmi izlerken birden yanımda oturan oğlumla göz göze geldim. O bir şeytan olabilirdi ya da vampir. Çünkü onun da gözleri yeşildi. Bunu anlamak benim için hiç zor değildi. Benim gözlerim mavi eşiminki ise yeşildi. Acaba beni öldürmek isteyen eşim, bu yeşil gözlü şeytandan mı yardım alıyordu?
 Sabah işime giderken her sabah görmeye alışık olduğum polis memuru yerinde yoktu. Biraz tedirgin olsam da yoluma devam ettim. Bu sefer de uzun pardösülü, fötr şapkalı iki kişi beni takip etmeye başlamıştı. Ara sokaklara giriyordum. Ben durdukça onlar da duruyor yürüdükçe onlar da yürüyordu. Korkmaya başlamıştım. Acaba eşim oğlumla bir olup peşime bu kirli yüzleri mi takmıştı? İş yerime geldim. Çay ve temizlik işlerine bakan Gülşen Abla'dan kahvemi istedim. O sabah Gülşen Abla'nın morali biraz bozuk olmalıydı. Böyle söylüyorum çünkü ilk kez bana sabah kahvemi şekersiz yapmıştı. Akşama kadar iş yerindeki odamdan dışarı baktım. Beni takip eden iki kişi hemen aşağıdaydı. Zavallılar diye geçirdim içimden. Peki akşam eve nasıl dönecektim? Beni yine takip edecekler miydi? Yoksa bunlar da eşimle işbirliği yapan polislerden birileri miydi? Tüm gün bu sorular kafamı kurcaladı durdu.
 Eve dönmüştüm. Kapıyı eşim açmıştı. 
- Hoş geldin canım.
- Hoş bulduk.
- Açsındır, hadi ellerini yıkayıp hemen sofraya gel.

Doğrusu şaşırmıştım. Dün tartıştığım eşim bugün hiçbir şey olmamış gibi beni karşılamış üstüne de en sevdiğim yemeği yapmıştı benim için.
- Bir kepçe daha alır mısın canım? Senin için yaptım ellerimle.
- Ellerine sağlık hayatım, kâfi.

Aslında tam doymamıştım. Bugün iş yerimde günlük gazetelere göz atarken yediği yemekten zehirlenen bir ailenin felaketini okumuştum. Pek tabii eşim de beni böyle iyi karşılayarak sorun yokmuş gibi davranmış hatta yemeğime zehir bile katmış olabilirdi.
Tanrım bu nasıl bir şey? Nasıl bir buhran?
....
- Neleri yapmaktan zevk alırsınız Oktay Bey? 
- Aslında açık denizlerde dalmayı çok severim. Yazın nerdeyse her gün dalış yaparız arkadaşlarımla.
- En son ne zaman dalış yaptınız?
- Geçen hafta.
- Peki, hiç anestezi oldunuz mu? Bir ameliyat  falan.
- Evet, geçen ay taburcu oldum. Bir kaza geçirmiştim.
- Azot sarhoşluğu... 
- Anlamadım.
- Bunların hiçbiri gerçek değil Oktay Bey, evli değilsiniz, babanız üç yaşındayken ölmüş ve hiçbir işte çalışmıyorsunuz. Azot sarhoşluğu dediğimiz narkoz etkisinde kalan kişilerde ya da  belli derinliklere dalan birçok kişide görülen bir rahatsızlık bu. Kısaca halüsinasyon yani sanrı...
......

GÜLÜŞLERİN

Hiç oyuncağım olmadı benim
Ne kurşun askerim
Ne de uçan balonum
Bir keresinde gülmüştün ya bana
İşte oydu beni en çok mutlu eden
Gülüşlerini severim oysa ben
Gökkuşağının yedi rengini buluşturan gülüşlerini
Üç tarafı denizlerle çevrili yarımadamın 
Dördüncü tarafının tutunuşu kadar
Sahiplenici gülüşlerini.
Severim ben gülüşlerini oysa
Fakir sofrasında tüten çorba kadar 
Sıcak
Ve onu içenler kadar gariban gülüşlerini
......

TIP

Oz zygomaticus 
bir Yunan tanrısı değildir
Ya da bir gezegen
Ve tabiki bir yeraltı şehrinin de adı değildir
Oz zygomaticus,diyor doktorlar
Böyle adlandırıyor senin en güzel yerini
 Onlar Oz zygomaticus diyor
Kimse bilmiyor
Sadece ben biliyorum onu
Ve değerini
...
Elmacık kemiklerini.