Atatürk'ün varoluşu üzerinden yapılan ontolojik-retrospektif tartışmalar malum iki tarafın üzerine yepyeni bir söz söylemeyi icap ettirdi:

 

Olsaydın olmazlardı !

 

Yani Atatürk yaşasaydı, Atatürkçüler de Atatürk karşıtları da olmayacaktı. Nasıl derseniz:

 

Bugün Atatürk’e karşı hususi bir saygı ve sevgi gösteren, makul, anlaşılabilir bir Atatürkçülük algısını saygıyla tenzih ederek; ‘militan’ Atatürkçülük yahut Kemalizm’den bahsetmekte yarar var. Malum Kemalizm diye bir kavram Anayasa’da da geçmiyor.

 

Muhalif duruşuna güçlü argümanlar üretmekten aciz şekilde, Türkiye’nin geçirmekte olduğu dönüşümü şaşkınlıkla izleyerek, fikir yürütmek, yapılanların neden yanlış olduğunu anlamak ve anlatmak yerine; sadece Atatürk’e sığınmak bunun kısa bir tanımıdır.

 

Kısacası dışı parlak içi ise beslenmeye beslenmeye, çürüyen bir aydın kafası ile olup biten teknik iyi şeylere (sözgelimi Marmaray) sevinmeyi bile insanın kursağında bırakan bu zihniyet eğer Atatürk şimdi olsa muhtemelen olmayacak, olamayacaktı.

 

Çünkü tarihsel boyutu ile tartışılabilir bir konu olmakla birlikte; üniformasını çıkarıp sivil hali ile siyaset yapan, muhalefetin yokluğunda bunu gerekli görerek oluşmasına vesile olan (sonradan kapanmış da olsa)  bir devlet adamı profili ile yukarıda andığımız ‘zavallı’ zihniyet yanyana hiç durmuyor. Hatta ona gölge düşürüyor, daha fazla tartışılabilir hale getiriyor.

 

Malum, dinler dahil her şeyin tartışılabildiği bir çağda ise Atatürk de tartışılıyor. Bu ise yine  en çok da onu bir devlet adamı olarak incelemek yerine totemleştiren bu zihniyet mensuplarını çileden çıkarıyor.

 

Gelgelelim işte o zihniyetin sahipleri olmasa, onlara karşı olan diğerleri zaten ontolojik olarak var olmayacaktı. Çünkü hiçbir rasyonel iktidar ve periferisi sevsin veya nefret etsin artık kendisine zararı olmayan bir tarihsel figür ile kavga etmez. Pragmatizmin ruhuna aykırıdır. Oturur, icap ediyorsa kendisi için yepyeni bir mitologya ihdas eder, figürlerini seçmekte ise serbesttir.

 

İşte o yüzden ‘Olsaydın, olmazlardı!

 

Öfke istifrası için yeni lazımlık: Twitter

 

Şüphesiz, olup bitiverenleri etnik ve siyasal gözlükleri çıkardıktan sonra incelendiğimizde doğru bulmayabiliriz. Ancak ‘doğru bulmama’ hatta öfke duymanın sonucu eylemi değil bireyleri hatta halkları, ideolojileri, inançları, fikirleri salyalara bulayarak hakaret etmek, sövüp saymak yakın zamanların ‘okumuş cahili’ profilinin temel özelliği haline geldi.

Nereden mi biliyoruz? Elbette Twitter. Bazen mide bulandıran yalanlar,  küfürler ve hakaretleri okuyunca kim atmış diye bakınca -tabi eğer doğru ise- sahiplerinin profillerinden en az yüksek lisans düzeyinde, bir kaç dil bilen ‘adamlar’ çıkıyor. Gel de bu okumuş adamlara dert anlat. Her şeyi onlar bilirler!

 

Diyarbakır okumaları:

 

Bir Kürt (ya da meşhur deyimle Kürt kökenli) olarak, herhalde gayet insani bir reflekse duygulanma hakkına sahibim; Şivan Perwer dinleyince ‘niye duygulanıyorsun?’ sorusuna cevap elbette bulamam. Şiwan’ın şarkı sözlerini anlasam da müziği daha çok şey anlatır elbete…

 

Yılmaz Özdil ve Prof.Dr. Ümit Özdağ’ın  sandığı gibi Kürtçe şarklılar da gece gündüz savaş naraları atıyor değildir. Sıkı durun; Hatta Van’da meşur dengbej merhum ‘Heci Evdilkerim’ bir kasedinde, Kıbrıs çıkarmasını anlatırken, zamanın genelkurmay başkanına ‘Ez bi qurbana Genel Qurmay Başqan’ diyerek (ünvanın Kürtçesine gerek yok elbette) göklere çıkarıyor.

 

Bilinçdışı neşvelerle şen halde iken,  ulusal güvenlik konsepti, alt-üst kimlikler, Ortadoğu’da oynanan oyunları düşünüp hislerime ket vuramam, kimse vuramaz. Kısacası insanım ve seçmemiş olsam da zihnimde Kürtlük ve Kürtçe, en az Türkçe kadar,  coğrafyamla, geleneklerimle, dilimle kısacası kim olduğumla doğal olarak ilintilidir.

 

Şimdi tam da bu gözlükle bakınca,  Diyarbakır’daki buluşmaya, yekpare olamayan şark ruhumuzla, bilingual algılarımızla bakınca sevinmemek elde değil… Gönül bağınız olan her şey; kimliğinizin sembol şahsiyetleri(Not:totemleri değil), sevdiğiniz sanatçılar, yaşadığınız ülkenin başbakanı, iyisiyle kötüsüyle tüm yaşamızın kısa bir özeti ‘çatışmadan’ bir arada duruyor, gülümsüyorlar. Hem de partiler, politikalar üstü bir düzeyde...Şizofren değilseniz elbette sevinirsiniz. Yanlızca Kürt olarak değil, Türk olarak da… Çünkü politik de olsa aslında his dünyanızdaki ikilem bir an olsun geçer. Barışık halde görmek istediğiniz iki iyi dost, kardeş bir aradadır.  Bir fotoğraf karesi kadar kısa bir anlığına bile olsa.

 

Tam sevinmişken, alıştığınız  üzere taşı yersiniz, gözlük camlarınız darmadağın olur. Adı rasyonel, kendi nihilist diğer gözlüğü size taktırırlar. ‘Sayın’ Bahçeli gelir ‘Aha da ülke satılıyor, satılacak’ diye bağırır. Sonra ülkücü gençlik Twitter’i sallar da sallar… Öyle bir tablo çizerler ki bir Türkiye başımıza yıkıldı yıkılacak der, sevindiğinize pişman olursunuz. Sonra Baudilard yine kulağınıza fısıldar: ‘Simülakr’ der, bazen gerçekik olgusunun kendisini geçer. Rahatlarsınız.

 

Böyle bir parçalı bulutlu ruh hali içinde her ‘Türkiyeli’ için, barış temasının net izlenebildiği Diyarbakır buluşması, yakın zamanda en umut vadeden etkinlik oldu. Temennimiz odur ki, bazıları için imkansız görünen bu ruh hep devam etsin.