Büyük zahmetlerle sürdürülen Çözüm Süreci’nde sona gelindiğinde yaşanılan süreci fırtına öncesi sessizliğe mi yoksa güzel günlere gebe bir dönemdeki doğum sancılarına mı yormak lazım şu sıralar herkesin kafasındaki en büyük muamma!

Hele de son yıllarda Diyarbakır ile birlikte çözümün ‘merkezi’ olarak görülen Van’da yaşananlar kentte yaşayanları da bölgeyi de Türkiye’yi de kuşkuya düşürüyor.

Neden mi?
Çünkü çözümün merkezi olarak görülen Van’da;

-Erdoğan seçim mitingi yapılıyor esnafın camları kırılıyor, Demirtaş miting yapıyor –uyarılarına rağmen- yine esnafın camı kırılıyor.
-Kentte neredeyse her gece eylemler yapılıyor, çatışmalar yaşanıyor.
-Polislerin bir kısmı olayları büyütmemek için mücadele verirken, bazı noktalarda bilerek olayların körüklendiği iddia ediliyor.
-Cumhurbaşkanlığı seçimine bir gün kala PKK’lilere tuzak kuruluyor.
-Seçimden sonra Gürpınar’da askere, Kapıköy’de polise bombalı saldırı düzenleniyor.
-Öcalan’ın barış mesajı verdiği hafta şehit haberlerinin neredeyse gelmez olduğu süreçte yine Saray’dan şehit haberi geliyor.

Hal böyle olunca da ister istemez vatandaşlar arasında ‘süreç’ korkusu yaşanıyor, herkesin Van’ı terk ettiği yönünde şehir efsanesi kulaktan kulağa yayılıyor, “esnaflardan vergi topluyorlar” korkusu yaratılıyor…

Van ‘barışın’ başkenti olması gerekiyorken sürece böyle değil, daha farklı katkılar sunması gerekiyor diye düşünüyorum.

Nasıl mı?

***

VAN GELECEĞİNİ ARIYOR…

Şu sıralar “Sermaya göç ediyor”, “Van Texas” oluyor şeklindeki yakıştırmaların da en az sürece zarar veren eylemler kadar kentin geleceğini ve kemliğini de tehdit ettiğini bir kere bir kenara koymak gerekiyor.

Bir taraftan yeni bir kimlik oluşturma çabasında olan bir taraftan da depremden sonrası başlayan bir yeniden yapılanmaya giren Van varken kentte bu havayı yaratmaya hiç mi hiç gerek yok. Barış öncesi yaşanan bu sancılı süreç elbette ki artık ‘kısa’ diyebileceğimiz bir dönemde son bulacak.

Öcalan’ın seçim sonrasında verdiği “30 yıllık savaş sona eriyor” mesajı da, bunun ardından artık adım adım tarih vererek süreci bir ‘takvim’ ile yönetecek hükümet de bu işi sonbahar da kağıt üzerinde 2015’e kadar da kademeli olarak bitirmeyi planlıyor. Buradaki önemli ayrıntı, on yıllardır Kürtler üzerinde ‘yok sayan’ bir politika izleyen ‘devlet’in de mücadelesini bu süreçte hep ‘silah’ ile götüren PKK’nin de ‘barış’tan yana tavır alması olduğudur.

Hal böyle olunca sancılı geçen bu süreçte, Van’ın direncini ve kararlılığını yitirmemesi ve barıştan yana tavır alması daha elzem duruyor.

On yıllardır ateşin hiç dinmediği bir kentte tam da sürecin sonuna gelmişken insanların memleketi terketmesi, bu topraklarda barışı görememesi ne büyük bir talihsizlik olur…
Değil mi?

Barışın merkezinde olan, yanı başımızda yeni Dubai’ler, yeni ‘büyük’ medeniyetler kurulurken bu noktada ‘hayati’ ve stratejik öneme sahip iken bizim Van halkı olarak tarih boyunca yaptığımızın aksine bu sefer bu topraklara dört elle sarılmamız gerekiyor.

-Sermaye Van’ı terk ediyor.
-Van’ın huzuru kalmadı.
-İşadamları kaçıyor.
-Halktan büyük paralar toplanıyor
söylemleri sürece katkı sunmaktan çok sürecin sancılı döneminde direnci yitmiş insanların psikolojisine büyük bir darbe vuruyor.

Hâlbuki bizim bunun yerine konuşmamız gerekenler daha önemli. Bizim ajandamızda:

-On yıl sonra bu kentin geleceği olacak, kentin sahipleri ve dışarıya dönük yüzleri olan bu gençlerin hala sokak eylemlerinde yer alan figürlerin geleceğinin nasıl kurtulacağını düşünmek,
-Kısa sürede barışın hâkim olduğu bu toprakları terk etmek yerine mevcut potansiyellerin nasıl değerlendirileceği üzerine uzun vadeli planlar yapmayı konuşmak,
-Bu kentin ekonomisine çok kısa sürede ‘can suyu’ olabilecek sınır ticaretine dair sağlam adımlar atmak,
-Bu süreçte barışla birlikte kalkınmayı da aynı ölçüde şaha kaldırmayı planlayabilmeyi olmalı!

***

AKİL İNSANLARA İHTİYAÇ VAR

Bu süreçte Van’ın en çok ihtiyaç duyduğu şey STK’ların, kentin önde gelen isimlerinin ve diğer yerel dinamiklerin sürece dâhil olması, sürecin sona yaklaştığı bu süreçte yönlendirici rol üstlenmesi gerektiği…

Bu anlamda yıllarca sürgünde kaldıktan sonra Van’a gelip, bu kente dair önemli değerlendirmeler sunan ve bu kentin gençlerine ‘rol model’ olabilecek Günay Aslan gibi değerli isimlere ‘barış sürecinin akilleri’ aktif rol biçmek en doğru yaklaşım olabilir.

Bu kentin gençleri yangının başladığı günden bu yana o acıya şahitlik eden babalarının, dedelerinin yaşadığını yaşamayacak. Bu kentin gençleri birkaç yıl sonra çözümsüzlükle mücadele eden, arada da ekonomik olarak darboğazdan geçen bir kentin ‘kötü çocukları’ olarak anılmayacak.

Güneşin kentinde gün gelecek; barış hakim olacak. Barışın hakim olduğu bu topraklarda insanları da bu sürece doğru hazırlamak gerekiyor.

Bu kentin, halen kendi üyelerine bile yetmekten aciz olan, topluma dair hiçbir konuda söz sahibi olmayı tercih etmeyen, siyasi gerginliklerde kapıyı kilitleyip ortadan kaybolan, kentin camları inince susan, polis sokakları gaz bulutlarına boğarken eve kapanan, sadece ‘ne şiş yansın ne kebap’ vaziyetini bulduğu anda yorum yapan siyasetçiye, STK temsilcisine, kanaat önderine, kurum amirine, başkana ihtiyacı yok.

Siyasetçi yetiştirmede yaşadığımız acizliğin ve her dönem bir başımızda bir ‘paşa’, bir ‘ağabey’ isteyen bir halk da bu süreçte artık bizim konuşmamız, bizim kendi kaderimizi belirlememiz gerekiyor.

Van’ın üzerinde birilerinin şu sıralar yine büyük oyunlar oynadığını görmemek için çok büyük siyasi tecrübelere ya da analizler yapmaya gerek yok. Şöyle dışardan durup kente dair bir kanaat oluşturmaya çalıştığınızda da özele inip halkı dinlediğinizde de bu kentin üzerinde karabulutların dolaştığını ve gürlemek için doğru vakti beklediğini görebilirsiniz.

İşte bu yüzden biz bu oyunlara izin vermeyelim.

Artık barışta sona geldik. Yangının başladığı bu topraklarda yangın sönerken ‘su’ dökmekten çekinen, barışa su ‘taşımayan’ların bu topraklarda barış rüzgarları estiğinde yeri olmayacak.

O yüzden ya barıştan taraf olacağız, ya da başka diyarlarda bertaraf olacağız!

O zaman?

Ya sabır!..