Ey masallar ülkesinin pervini; sen kırgın bir semtin güzeli bense yıpranmış sokaklar ortasında aşk dilenen dilenciyim. Elim göğe, gözlerim sana bakar. Harama bulaştı dediler gözlerim için. Oysa bilmediler kapısı açık bırakılmıştı cennetin sen çıkasın diye. Cennetten hiç haram çıkar mı?

Çılgın zamanlarına denk geldim aşkların. Kime el etsem el olup gittiler. Elim neresine değdiyse aşkın, başkasına ısmarlama bir ilişkiye önsöz oldu. İyi ki hiç söylenmemiş sözü hiç e söylemedim. Hiçle hiçleşmedim; öylesine gelmedim ama bölmesine gittiler. Beni çarptılar, hırsız gibi koynuma sokulan bütün sevgililer..!

***

Sen, talan sözlerin bayağı kadını! Sen, maviyi gözlerine çalan kalbi zifir tuhaf kadın! Sen, sevmeyi sevişmekle karıştıran çılgınsevişmekli kadın! Kaskatı kesildin mi? Düşsüz yanılgıları yaşadın mı?

***

Senden aşırdığım sözcükler, uzak nağmeli bir sesin kulağıma aşk fısıldaması gibiydi. Yüzümde, susuşan kelimelerinle ne de güzel bir bakıştın! Seni, ey mihrabı gönül kabesi olan güzel sevgilim, seni özledim.

***

Gündoğumu saçların kızıl bir bakışla tümleşik. Parmakların ay kesiği; sözlerin şeker... Dilin, zehre bulanık bal damlası; gözlerin kahvenin telvesi. Hasılı sen güzellik abidesiyken sözlerim cürüm; fikrim tecrit, aklım sensin.

***

Bilirkişi edasıyla koynuma sokulan her cümle bir başka kovuluştan arda kalan ter damlası gibidir. Biri yekdiğerinin üstüne kurulan ve kurudukça tuzlaşan seyri zevk-i sefadır. Bense sefaletin arka bahçe bekçisiyim..!

***

Uykusamış bütün sözleri gözlerime soka soka geldin ey kalemi zifir! Hakkını verebilir misin yamalı bir dizenin? Kulağa hoş gelmeyen ve heceyle sınırları önceden belirlenmiş basit bir şiir gibisin, bilmelisin ki bildiklerin yapma bir çiçekten öteye gidemez..!

***

Beni elebaşı olarak ele veren sözcükler cümleme suikasta geliyorlar. Olmadık yerde ve olmayacak biçimde en güzel sözcüğün ucuna yaftalanıp duruyorlar. Her biri sen kadar ve sen kere özlemle geliyorlar...

***

Seni kendime anlatma çabam, kahvenin telvesi kadar koyu ve içten! Gecenin yıldızlı ışıklarını kaygan bir yatak örtüsünde söndürme meylindeki bütün olanbitenci cümleler, bendeki sancıya seni de ortak edebilmek içindir. Elinin, elimde müthiş bir takı gibi duracağı fikri, yüzümde şairimsi yani şiirimsi bir renge bürünür: Pembeye solar yanaklarım..!

***

Dikenli bir akşamüstü gibiydi tüm söylediklerin. Kinayeli gülüşlerle ayrılığa kadeh kaldırıyordu dudakların ve kaybetme korkusuna..! Emiş gücü yüksek dudaklarına abanmıştı bütün gri ayrılıklar; kıvılcımlar saçıyordu kalbim, sevmeyi hiç de bilmeyen kalbine. Öpüşsen yangın yeri olurdu cümlem..!

***

Aynı dili konuşan bakışlarla ve süslenmiş gözyaşlarıyla bir avuç leke gibi yüzümün orta yerinde duran ismin yine yüzümün orta yerinde çiçek gibi açıldı. Çocuksuz bir anne, yetim bir çocuk gibi kalır sanırdım sözcüklerim. Sesinle sesime öyle bir renk kattın ki gökkuşağı kıskansa yeridir. Ey evrenin bütün güzel renklerini sesinde, sözünde, dilinde, yüzünde barındıran az daha gülüversen de bana, yüzüme kan gelse; yüzüne kan gelse..!

 

***

 

Demli bir çay, dumanı ciğer yakan bir sigaraya eşlik ediyor. De ki gecedir ve şeytana uyup seni düşündüm, günah işledim. De ki yağmura döndü düşlerim, üstüne yağdı. Esmer yalnızlıklar güzeli, peki sen hangi kendini bilmez ellerde günah işliyorsun yahut kaç sözcük dudaklarından öptü? Kaç hasret kapını çaldı ya da kaç kurumuş gül sakladın koynunda? Ya da gecenin sırdaşlığına tanıklık ettin mi hiç?

 

***

 

Yalan dolan seferi yolculuklar ömrümü temiz bir duman gibi kapladı. Gerçeğin peşi sıra giden yalanlar "sobe" diyen bir çocuğun hınzır gülüşü gibi ağaç arkası yalnızlıklara büründü. Bütün iyimser merhabalar geveze bir sohbet için önsözdü. Yalanım yok aklımdasın..!

 

***

 

Kardelen düşlere dalası bir şubat gecesinde değişmeyen tek şey derttir. Kararan bir göğün, ağaran bir sabaha merhaba diyesiye kadar papatyadan yaprak koparacağım: biliyor/bilmiyor, diye. Heveskar bir dil ve inatkar bir göze sahibim. Göz, dile kulak kesilmiş seni kesiyor ey sözcüklerime büyü katan güzel.