Kuşkusuz ki Resûl-i Ekrem’in gönderilişi insanlık tarihinin en büyük hadisesidir. Atomun parçalanması, elektriğin icadı, fezanın fethi gibi yenilikler onun bi’seti karşısında cılız kalır.

 

Resûl-i Ekrem, kimseye aya çıkmasını tavsiye etmedi. Ancak insanlar için aya çıkmaktan çok daha yararlı ve önemli konulara dikkat çekti.

 

İnsanlara izzeti, güzel ahlakı hürriyeti ve her şeyden önemlisi insan olmayı öğretti. Asıl mesele aya çıkmak değil, atom bombasını kullanmak değil, asıl sorun ve mesele insan olmaktır. Resûl-i Ekrem işte onu öğretti.

 

“(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” [1] Cenabı Allah, Resûl-i Ekrem’i âlemlere rahmet olarak gönderdiğini buyurdu: “İnsanlara gönderdik”, diye buyursaydı, hayvanlar, melekler, cin ve diğer canlılar o rahmetten mahrum kalırdı. Keza “mü’minlere rahmet olarak gönderdik,” buyursaydı, gayrimüslimler rahmetten mahrum kalırlardı.

 

Resûl-i Ekrem yetim olarak büyüdü, o yetimin kilimi, halısı, koltuğu yoktu; evi kerpiçten yapılmış, mütevazı idi, yiyeceği kuru ekmekti; ancak insanlara en hoş ve güzel nimetlerden yararlanmayı tavsiye etti, başkalarının rahatı için rahatını feda etti, onları kendine tercih etti.

Peygamberler, gönül ve ruh tabipleridir. Ruh ve gönül ilaçları sadece onların eczanesinde bulunur.

 

Peygamberler hastalara giderler. Firavun hastadır. Bir defasında Hz. Musa ve Hz. Harun kendisine giderler. Firavunun kapıcısı,

 

 –Kim o, yoksa deliler mi tekrar geldi, der. Oysa iki elçi deliye tedavi niyetiyle gitmişlerdi. Kapıcı Firavun’a,

 

–Kapıda iki deli beklemektedir, Allah’a davet ettiklerini söylüyorlar, der. Firavun;

 

–Bırak onları, gelsinler. Her seferki gibi onlarla eğlenir göndeririz, “der.

 

Resûl-i Ekrem, hâşâ ilah değil, beşerdi. Her vesileyle beşer olduğunu hatırlatırdı. Her beşer gibi, o da ölüm şerbetini tattı. İlk etapta Hz. Ömer vefatına inanmamıştı.

 

Hz. Ebubekir “Muhammed ancak bir peygamberdir, Ondan önce de nice peygamber gelip geçti. Şimdi ölür veya öldürülürse siz gerisin geriye döneceksiniz…”[2] âyetini okuyunca, durumu fark etti ve kendine geldi.

 

Resûl-i Ekrem, ölüm döşeğinde, “Ey Fatma! Şu apartmanı sana bıraktım. Ey Ali! Şu arsayı sana vasiyet ediyorum. Ey torunlarım, güllerim, can u ciğerlerim Hasan ve Hüseyin! Şu köşkü sizlere bırakıyorum,” demedi; bilakis, “Evlatlarım, ey ümmetim! Size tevhidi, namazı, adalet ve özgürlüğü emrediyorum, köleliğe son vermenizi istiyorum. Ey Rabbim, senin rahmetini, yüce dostluk ve beraberliği istiyorum,” dedi.

 

İnsanların apartman sahibi olmasını garipsemiyoruz, reddetmiyoruz. Ancak kendi kendimize şu soruları yöneltmenin gerekli olduğunu hatırlatmak istiyoruz:

 

 Onun mirasından neyimiz var? Söz gelimi kaç âyet biliyoruz? Hafızamızda kaç hadis bulunmaktadır? Sadakat ve cesaretinden payımız var mı? Fâniye sarılıp bâki olanı, dünya nimetlerine boğulup ahireti unutmayalım, diyoruz. Saraylarda safa sürüp, kabir âleminden gafil olmayalım. Bizler ağlayarak doğarken, insanlar seviniyorlardı. Ölünce de onlar ağlarken bizler sevinelim.

 

Bu mübarek zât ibadet hayatında ne yapardı? Bir nebze de olsa ona değinmek isterim.

 

Müslim’in rivayetine göre, Hz. Peygamber bir gece kalktı. “Bismillahirrahmânirrahim” dedi.

 

Sonra ağladı. Tekrar “Bismillahirrahmânirrahim” dedi, tekrar ağladı. Tekrar Besmele’yi okudu. Tekrar ağladı ve üç defa “Allah’ın rahmetinden nasibini almayana yazıklar olsun,” buyurdu.

 

[3] Resûl-i Ekrem, tek bir secde ve tek bir rükûda elli âyeti okuyacak kadar dururdu.

 

Abdullah bin Abbas nakletti: “Hz. Peygamberle beraber kıldık. O kadar uzattı ki artık ondan ayrılıp oturmayı düşündüm.”[4] Sabahlara kadar gözyaşları içinde ibâdet ediyor, yalvarıyordu. Bedir’de olduğu gibi, bazen cübbesi düşünceye dek yalvarıp yakarıyordu. Dua ediyor, Kur’an okuyor, secdeye kapanıyordu.

 

Hz. Bilal nakletti: “Sabah namazından önce Hz. Peygamber’i ziyaret ettim,” ağlıyordu. Sebebini sordum: “Ey Bilal, bu gece bir âyet indi, okuyup düşünmeyenlerin vay hâline,” dedi. Hangi âyetler, diye sorduğumda, “Kesinlikle göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün ard arda gelişinde vicdanları temiz akıl sahiplerine gerçekten deliller vardır.”

 

“Onlar ki gerek ayakta, gerek otururken ve gerekse yanları üzerinde yatarken Allah’ı anarlar…”[5] âyetlerini okumaya başladı. Zaman zaman neredeyse iftar açmayacak kadar oruç tutar, “Benim orucum sizden farklıdır, Rabbim beni yedirip içiriyor,” derdi.

 

Hutbemizi okumuş olduğum hadis mealiyle bitirmek istiyorum. “Allah beni sıkıntı verip zorlaştırıcı olarak göndermedi. Fakat beni öğretici/eğitici ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi.” [6]

Rabbim, Resûlünün bırakmış olduğu mübarek mirasından bizleri mahrum bırakmasın. (Âmin).

 

Abdulcelil Candan’ın İlmi Hutbelerle Minberin Gücü adlı kitabından alınmıştır.

 

 

[1] Enbiyâ, 21/107.

[2] Âl-i İmrân, 3/144.

[3] Bkz. Müslim,hadis no: 1392.

[4] Müslim, hadis no: 773.

[5] Âl-i İmrân, 3/190,191.

[6] Müslim,Talak, 29.

Editör: TE Bilisim