Şükür, ilahi nimetleri dil ile ifade, kalp ile tasdik ve itiraf etmek, azalarla sahibine itaat ve karşılık vermektir. Şükür, nimeti izhar ve yâd etmektir. Şükür, Allah nimetlerinin kul üzerinde görülmesidir, zıttı nankörlüktür. İnsan ya şükreden şakir ya da inkâr eden bir nankördür. Yapılana fazlasıyla karşılık veren, kabul eden anlamına gelen Şâkir, Allah Teâlâ’nın isimlerindendir.

 

Her organın şükrü kendine hastır. Aklın şükrü düşünmek, kalbin şükrü onu bâtıl inançlardan arındırıp, iman ve ihlasla beslemektir. Gözün şükrü bakıp ibret almaktır. Kulağın şükrü, helalı dinlemek, haramdan alıkoymaktır. Kısacası, şükür, her organı Allah Teâlâ’nın emir ve yasakları doğrultusunda kullanmaktır.

 

Hz. Ömer, dualarında sık sık “Allah’ım beni az olan kullarından eyle” şeklinde dua ederdi. “Ey mü’minlerin emiri, az olanlardan kimleri kastediyorsun?” Sorusuna “Kullarım içinde hakkıyla şükredenler gerçekten azdırlar.”[1] âyetini okuyarak ,“Allah Teâlâ’nın şükreden kullarından olmayı istiyorum,” karşılığını verir.

 

Allah Teâlâ, nimetlerini kullarının üzerinde görmek ister. İmkân sahiplerinin nimetlerden yararlanmaları şükür icabıdır. Geçmiş dönemde Müslümanlardan İbran bin Hüseyin, çok muhteşem bir paltoyla arkadaşlarının yanına gelir. Onca ihtişamlı palto giyme nedeni sorulduğunda “ Allah Teâlâ’nın bana vermiş olduğu nimeti üzerimde izhar etmek istiyorum,” karşılığını verir. Okuduğum âyet, Allah Teâlâ’ya hakkıyla şükreden, nimetlerini itiraf eden kulların az olduğuna dikkat çeker. Bir tüccarı düşünelim her gün milyonlara ciro yaptığı hâlde, tek bir gün satışı azalınca feryat ve figan etmeye başlar.

 

 “Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkarsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.”[2] âyeti, Allah’ın nimetlerinin sayısız olduğuna dikkat çekmektedir. Balıkların deryadan bîhaber olduğu gibi, bizler de Rabbimizin nimetleri içinde yüzdüğümüz hâlde onlardan bihaberiz. Nefes alma nimeti, güneşin doğması, batması, rüzgârın esmesi, havanın her tarafı kuşatması bu nimetlerden bazılarıdır. Gökyüzü mavi değil de, söz gelimi sarı olsaydı, bakmakta güçlük çekerdik. Basit gördüğümüz, tırnaklar bile büyük nimetlerdendir.

 

Sağlık, en büyük nimetlerdendir. Sağlığı yerinde olan biri çok zengindir. Söz gelimi; insan için böbrekleri, gözleri, kalbi vb. organları paha biçilmez zenginliklerdir.

 

Maddî nimetler yanında sayısız manevî nimetlere sahibiz. İslâm, akıl, iman, ilim ve irfan gibi nimetleri dünyalık değerlerle ölçmeye kalkışmak abesle iştigalden öteye geçmez. Allah Teâlâ’ nin en büyük nimeti, bizleri İslâm’la müşerref kılmasıdır. Aksi takdirde, bizler de belki Hindular gibi ineği ya da Mecusiler gibi ateşi kutsal bilirdik.

 

Miladî 1700’li yıllarda Şeyh Cemaleddin adındaki âlim, arkadaşlarıyla yolculuk ederken farkında olmadan sultanının av koruluğundan geçer. Sultanın emriyle bağlanarak huzura ge­tirilir. Sultan, “Neden koruluğuma izinsiz girdin?” diye sorar. Şeyh, “Yabancıyız, arazinin koruluk olduğunu bilmiyorduk. Sultan, “Köpekler bile sizden daha akıllıdır” der. Şeyh, “Doğrudur, bizler Müslüman olmadan köpeklerden daha şaşkın ve zelildik,” karşılığını verir. Bu cevap, sultanı hayrette bırakır, uzun zaman zihnini meşgul eder. Tekrar Şeyh’i yanına çağırtıp söylediği sözü açıklamasını ister. Şeyh, Sultan’a İslâm ve küfrün ne olduğunu açıklar. Müslüman olmayan birinin hayvanlardan daha düşük bir konuma düşebileceğine dikkat çeker. Şeyh Cemaleddin’in izzetli duruşu sultanın hayatında büyük inkılâp gerçekleştirir ve İslâm dinine girmesine vesile olur. Sultan’ın İslâm’a girmesiyle İslâm, Afganistan çevresine hâkim olur.[3]

 

İslâm, şükür ve sabırdan ibarettir. İman ve düşünce beynin şükrüdür. Namaz ve oruç, bedenin şükrüdür. Zekât, malın şükrüdür. Dua, kalb ve dilin şükürdür. Cihad, şükrün önündeki engelleri kaldırma faaliyetidir.

 

Hutbemiz şükürle ilgili olduğundan bir nebze de şükür secdesi üzerinde durmak istiyorum: Şükür secdesi, hâsıl olan bir nimetten dolayı yapılan secdedir. Askerin komutanını gördüğünde verdiği selâmı hatırlatmaktadır. Resûl-i Ekrem’e sevindirici bir haber geldiğinde, şükran-ı nimetin izharı olarak secdeye kapanırdı. Hz.Ebubekir’e yalancı peygamber Müseyleme’nin ölüm haberi geldiğinde, Ebubekir şükür secdesine kapandı. Cihada çıkmadığı için Müslümanlar tarafından boykot edilen Ka’b bin Malik, tövbesinin kabul olduğuna dair haberi, Hz. Peygamber’den alınca şükür secdesine kapandı. Hasan Basri, Haccac-i Zâlim’in ölüm haberini duyunca şükür secdesini yaptı. On sekiz yıla yakan Arapça ezan dinlemekten mahrum bırakılan Müslümanlar, ezan nimetine tekrar kavuştuklarında şükür secdesine kapandılar. Mısırlı Müslümanlar, otuz yıllık despot rejimden kurtulunca çarşı ve sokaklarda şükür secdesini gerçekleştirdiler. Uzun aradan sonra birbirlerine kavuşan ihvan, duydukları sevinç ve sevinmenin nişanı ve izharı olarak şükür secdesine kapanırlardı.

 

Yazımızı, Resûl-i Ekrem’in Yemen Valisi Muaz bin Cebel’e yapmış olduğu muhteşem bir tavsiye ile bitirmek istiyorum: Muâz nakletti; Resûl-i Ekrem (sav) elimden tuttu ve şöyle buyurdu: “Yâ Muâz, her namaz sonrasında şu duayı terk etmemeni tavsiye ediyorum: ‘Allah’ım, seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzelce ibadet etmek için bana yardım et!’”[4] Rabbim bizleri şükreden kullarından eylesin, inkâr ve nankörlükten muhafaza etsin. (Âmin).

 

Abdulcelil Candan’ın İlmi Hutbelerle Minberin Gücü adlı kitabından alınmıştır.

 

 

[1] Sebe’,34/13

[2] İbrahim,14/34.

[3]Afânî, Salahu’l-Ümme, 2/61-62.

[4] Ebu Davud,Tefriu Ebvabi’l-Vitr,26.

Editör: TE Bilisim