Bu, bilen insan veya toplum için büyük bir nimettir.

 

Mesela, 2011 yılında yaşadığımız o depremlerden sonra ders çıkarabildik mi acaba?

 

Çıkardıysak eğer, ne gibi kazanımlarımız oldu?

 

Sorulara kişisel tarihinizden yola çıkarak evet ya da hayır cevabı verebilirsiniz…

 

Sizinle ilgili olan kısmı bilirsiniz.

 

Peki, toplum olarak ne ders çıkardık ve çıkardığımız bu derslerden ne kazanımlar elde ettik acaba?

 

İşte bu noktada sıkıntılı olduğumuz aşikâr.

 

Eski hastalıklarımız olduğu gibi devam ediyor.

 

Konuya depremle girdim, çünkü yaşattıkları bakımından toplumsal farkındalığı en üst seviyeye çıkarması beklenen bir durumdu.

 

Bunu depremle sınırlamamak lazım.

 

Tercihlerimiz mesela, dönüp dolaşır karşımıza ders niteliğinde sonuçlarla çıkar.

 

Ancak benim düşüncem şu ki: Toplum olarak Van, bu dersleri hiç almadı ve gelecekte alma gibi bir niyeti de yok.

 

 

Okuyucularımız arasında sosyal medya kullanımı ne durumda, tam olarak bilemiyorum.

 

Bildiğim başka bir şey var: Van nüfusunun çok az bir kısmı sosyal medyayı kullanıyor.

 

Bu kullananların da büyük çoğunluğu ‘nitelik’ açısından ayrıca bir değerlendirme konusudur.

 

 

Ömer Aytaç geçen hafta köşesinde AK Parti Van İl Teşkilatı’nın sosyal medyayı keşfettiğini yazdı.

 

Haklıydı.

 

Sağolsunlar, neredeyse bütün il yönetimi beni de takip etmeye başlamış.

 

BDP’liler de özellikle depremden bu yana sosyal medya üzerinden etkili olmaya çalışıyorlar.

 

Konuyu getirmek istediğim nokta kullanıp kullanmaları değil, bu sosyal medyayı ‘her şey’ sanmaları.

 

Siyasi birer oluşum oldukları için, belli ki hedef kitlelerine ulaşmak istiyorlar!

 

Bir siyasi oluşum için, hedef kitleye mesaj vermek kadar normal bir şey yok zaten…

 

Buraya kadar anlaşılabilir bir şey.

 

Kaçırdıkları var ama…

 

Bir defa bu iki partinin de (Van için söylüyorum) hedef kitleleri sosyal medyada değil.

 

Bunun bilincinde olmaları lazım.

 

Zaten takipçilerine bakarlarsa, ne demek istediğimi çok iyi anlayacaklar.

 

Arkadaş, eş, dost, aile birbirini takip edip duruyor.

 

Siyasi mesajlar, kendilerini haklı gösterecek özlü sözler, duruma göre ayetler, hadisler; şairane göndermeler, devrimcilik…

 

Ne ararsan var yani…

 

Kime gönderiyorlar bunları?

 

Kendini takip eden belki yüzlerce kişiye…

 

O yüzlerce kişi de bunlara aynı şeyleri gönderiyor…

 

Yüzlerce deyince bunu o kadar büyük bir rakam olarak algılamayın.

 

Nüfusu milyonu geçmiş bir şehirden bahsediyoruz.

 

Abartarak söyleyeyim, bu mesajlar dönüp dolaşıp en fazla 10 bin kişiye gider…

 

Geri kalan milyonu aşkın kişiye nasıl ulaşacaksınız peki?

 

İşte can alıcı nokta burada: Ulaşmak gibi bir niyetleri yok.

 

Seçim kapıya dayandığında giderler…

 

O da adetten olduğu için.

 

Biliyorlar çünkü: Van toplumu olarak yaşadıklarımızdan dersler çıkarmak gibi bir niyetimiz yok.

 

İkisinden birine yönelik olacak tercihimiz.

 

Alternatif olmadığı için de “başka bir şansımız yok” bahanesi duruyor hep elimizde.

 

Bu iki parti dışında, (özelde Van, genelde bölge) tercih edeceğimiz başka bir siyasi parti yok.

 

Maalesef yok.

 

Ancak, yok diye kendimizi tamamen bu iki siyasi oluşuma teslim edeceğimiz anlamı da çıkmamalı.

 

En azından tercihlerini zorlayabilmemiz lazım.

 

Karşımıza çıkardıkları milletvekili, belediye başkanı, meclis üyeleri vs gibi konularda, bu iki siyasi partinin değil; bizim tercihlerimizin ön planda olması lazım.

 

Bunun için de toplumsal farkındalığımızın artması gerekiyor.

 

Bilinç ve farkındalığı artmış bir toplumda, siyasi oluşumlar o toplum yararına tercihlere zorlanır.

 

 

Bu güne kadar böyle bir tercih zorlamasında bulunmadığımız için, durumumuz ortada.

 

 

Yukarıda adını zikrettiğim bu iki siyasi parti o kadar rahatlar ki, okeye dönen kahvehane müdavimi edasındalar.

 

Sadece seçim zamanı kapımızı çalan insanları kovaladığımız vakit, her şey bizim için daha iyi olacak…

Editör: TE Bilisim