Edward Said’in iddia ettiği üzere “Şarkiyatçılık, Batı’dan güçsüz olduğu için Şark’a kararlı bir biçimde dayatılmış olan bir siyasal öğretidir temelde; Batı, bu dayatmada, Şark’ın güçsüzlüğüyle birlikte farklılığını da görmezden gelir”.

 

Farklı coğrafyalar, sadece farklı coğrafya olmalarının ötesinde birbirinden farklı kültürleri barındırır. Bu farklılıklar, çoğu zaman çeşitli amaçlarla yollar kat etmiş kişiler tarafından çeşitli derlemelerle aktarılır. Avrupalının, Batı ve Doğu kıyaslamasını yapmasında bu değerlendirmeler yadsınamaz derecede öneme sahiptir. Ancak, bir Avrupalı, Doğu ve Doğulu hakkında edindiği temel bilgiyi çoğunlukla oryantalist bir bakış açısıyla aktarır. Söz konusu değerlendirmeler, sadece görülen yerler hakkında bilgi vermez; gezilen yerlerin ve bu yerlerde yaşamakta olan insanların nasıl resmedilmesi gerektiği konusunda not düşer. Oryantalist bakış açısı, Batılı–Avrupalı ve Doğulu zihinlere çarpık imajlarla derin izler bırakması yönünden önemlidir. Çünkü yapılan tespitler, Doğu–Batı ve Doğulu–Batılı kavramlarını ön plana çıkararak toplumları ya da daha minimal seviyede bireyleri ‘ötekileştirir’. Oryantalist bakışın ötekileştirici ve ayrıştırıcı yönünü Edward Said bir ayrımdan bahsederek aktarır. Edward Said’in tanımladığı gibi, Oryantalizm, “Şark ile (çoğu zaman) Garp arasındaki ontolojik ve epistemolojik bir ayrıma dayanan düşünce biçemidir”. Farklı disiplinlerin yaklaşım ve kuramlarını ilgilendiren bu ifade oryantalistlerin gizil gücünü ortaya koyar. Nitekim oryantalistler, kültürler ve kıtalar arası ontolojik ve epistemolojik ayrımı örtük göndermelerle aktarırken, ötekileştirilen Doğu imgesi ile birlikte Batılı benmerkezciliğini (Eurocentrism) çalışmalarına yansıtan Avrupalıların çarpık imajlarını gözler önüne serer. Bu bağlamda, Said’in iddia ettiği üzere “Şarkiyatçılık, Batı’dan güçsüz olduğu için Şark’a kararlı bir biçimde dayatılmış olan bir siyasal öğretidir temelde; Batı, bu dayatmada, Şark’ın güçsüzlüğüyle birlikte farklılığını da görmezden gelir”.

 

Avrupalının Şark’a bakışı elbette Türkiye’yi ve Türkiye öncesi dönem olan Osmanlı devrini de kapsar. Temelde, bu çarpık niyet tamamen Doğulu imgesi ile sınırlı değildir; aksine İslam’a bir saldırı ve provokasyondur. Osmanlının Avrupa ile yakınlığına bakılırsa, şu ortaya çıkar ki Kırım savaşından sonra 1856 yılında Avrupa Milletler Cemiyetine üye olan Osmanlı, bu resmi cemiyetle birlikte yeni bir Avrupalı olarak tam bir hukuki mahiyet kazanmıştır. Bu durum zayıflamakta olan Osmanlı Devleti’nin Avrupa tarafından gerek Avrupa’ya yakınlık gerekse Avrupa devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu’na yönelik çıkarları yüzünden çok yakından incelenmesini gerekli kılmış; dönemin Osmanlı Devleti’nin toprakları, toplumsal ilişkileri, siyasi faaliyetleri ve ülke sınırları yabancı odağı haline gelmiş ve İslam coğrafyası Avrupalının ‘kapanlarına’ takılmıştır. Dönemin Osmanlı İmparatorluğunun topraklarına yabancı istilasını Edward Said şu ifadelerle aktarır:

 

“Şark’ın, İngilizler ile Fransızların çıkarlarının gerçek anlamda örtüştüğü tek kısmında, artık can çekişen Osmanlı İmparatorluğunun topraklarında, bu iki düşman çatışmalarını kendilerine özgü ve neredeyse kusursuz bir uyumla sürdürmeyi becerdi. … Ama yine de İngiltere ile Fransa vakti geldiğinde Asya’daki Türk topraklarının paylaşılması gerektiği konusunda ilke anlaşmasına vardı. Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında gizli diplomasi, Yakınşark’ı önce etki alanlarına, ardından da mandalara(ya da işgal edilmiş topraklara) bölmekte kararlıydı.”

 

Avrupalının (ya da daha geniş anlamıyla Haçlı ittifakının) Osmanlı topraklarına yönelişi bir yandan da İslam’a saldırı niteliğindedir, çünkü ‘kötü Doğulu’ algısını oluşturmanın pragmatik temelinde İslamofobya imgesi yatmaktadır. Bu durum günümüzde bile gizil ajandalarda ısrarla tekerrür ettirilmektedir. Avrupa’nın oluşturmaya çalıştığı ve adeta kendi ‘pimini çekerek’ dünyaya manşet ettiği İslam suçlamaları ya da terör yakıştırmaları hâlihazırda emellerine ulaşacak adımlar atmasına yol açmıştır. Nitekim İslam ülkelerine gerçekleştirilen saldırılar onların deyimiyle “daha iyi bir Doğulu” dönüşümü için daha fazla katliamı perçinlemektedir. İttifak, islamofobya algısını bir misyon olarak bütün insanlığa servis etmektedir. İttifakın bunu kendisinde meşru bir hak olarak görmesi elbette ki Doğuluya bakış açısından kaynaklanmaktadır. Çünkü Said’in de belirttiği gibi, Batılının kafasında Doğulu aklını kullanma yeteneğinden ve tarihi donanımdan yoksun, tarihe vakıf olamayan, kendi başına dünya gelişmelerini takip etmesi ve bunları gerçekleştirmesi mümkün olmayan biriyken, Batılı ise, aklı ve rasyonel düşünme yeteneği sayesinde insanlığın en ileri aşamasını temsil edendir. Batının bu üstünlük anlayışı, kendini tanıtma ve tanımlama girişimi ve sahip olduğunu düşündüğü bilgi ve tarih, kendisini iktidar olarak görmesine ve sömürgeci niyetlerini haklı göstermesine ve bu amaçlarını gerçekleştireceği bir ‘öteki’ kurmasına sebep olur. Bu amaçlarına ulaşacağı bilgi ve akıl yoksunu varlık ise ‘ötekileştirilen’ Doğu’dur.

 

Bir Batılılar bir de Şarklılar vardır. Batılılar egemendir, Şarklılara da birinin egemen olması gerekir; bu, çoğu zaman, topraklarının işgal edilmesi, içişlerinin titizlikle denetlenmesi, kişilikleri ile hazinelerinin herhangi bir Batılı gücün tasarrufuna girmesi anlamına gelir.

 

Said’in belirttiği bu egemen, hegemonik ve mütehakkim tavır, Avrupalıda ittifakın İslam’a saldırılarını oldukça ‘olması gereken’ bir durum olduğu düşüncesine iter. Dolayısıyla, İslam’a iki türlü saldırı gerçekleştirilir: a) terörizmle ilişkilendirme ve kötü Doğulu imgesi yaratma b) İslamofobya algısını güçlendirecek saldırılarda bulunma. Son zamanlarda Türkiye’ye yapılan medyatik saldırılar, çeşitli köşe yazarlarının dillendirdiği Türkiye tezvirleri bu durumun belirli örnekleridir. Bu saldırılar ve İslamofobya algısı uğruna Doğulunun saf ve zararsız yapısını kendisi için bir silah olarak kullanan Batılı, bunu ifade ederken ‘bilgiden yoksun, kendini idare edemeyen kişi’ olarak vurgular. Sömürdüğü ülkelere, savaşa sürüklediği ülkelere bakıldığında bu tarz perspektiflerin arka planda var olduğu görülür. Batılı, Doğulunun sahip olduğu bu kimliği Batı medeniyetlerine karşı duyulan sözde bir düşmanlık ile ilişkilendirir. Ve İslam ile ilişkili terör saldırıları tezvirini dünyaya duyurur.

 

Özetlemek gerekirse, Edward Said’in İslam medeniyetlerindeki insanlar için ifade ettiği üzere “… o önce bir Şarklıdır, ikinci olarak bir insandır ve son olarak da gene bir Şarklıdır”. Dolayısıyla Avrupa ittifakın yegâne gayesi mütehakkim olabileceği yeni ‘zenci’ devletler kurabilmektir.


KAYNAK  -  STAR