Önder ALTINAL - Şehrivan


Van Valisi Aydın Nezih Doğan’ın Başkanlığında DSİ Van Gölü Havzasının “Havza Yönetimi Bilgilendirme” ve “Van Gölü Havzası Yönetim Heyeti” toplantısını düzenledi. DSİ Konferans salonunda düzenlenen toplantıya; Van Valisi Aydın Nezih Doğan, DSİ 17. Bölge Müdürü Mehmet Recep Çıtır, SYGM Genel Müdür Yardımcısı Abdurrahman Uluırmak, yanı sıra birçok Kurum ve Kuruluş amirlerinin yanı sıra vatandaşlar katıldı. Toplantıda konuşan Vali Doğan öncelerde merkezi hükümetin aldığı kararların, taşradaki merkezi yönetimlerin uyguladığını ancak sonrasında hükümetin aldığı kararların gerek yerel yönetimlerle gerek STK’larla ve gerekse de üniversiteler ile birlikte kararları paydaşlarıyla paylaştıklarını söyledi.

ÇITIR: SULAMA ALANLARININ KULLANIMI ARTTI

Gerçekleştirilen toplantıda ilk olarak konuşma yapan DSİ 17. Bölge Müdürü Mehmet Recep Çıtır, toplantının konusu hakkında bilgilendirmelerde bulundu. Çıtır, hızlı nüfus artışı ve artan gıda ihtiyaç sulu tarım ve sulama suyunun kullanımının arttığını dile getirdi. Çıtır, “Talep artışına karşın su kalitesinin giderek bozulması, olumsuz çevresel etkiler ve iklim değişikliği senaryoları vb. Tüm bu faktörler kullanılabilir su potansiyelini ve gelecekteki sektörel su ihtiyaçlarının teminini tehdit eder olmuştur. Bu gelişmeler, kullanılabilir su potansiyelinin karmaşık bir hal alan planlama ve yönetiminin, sektörel su kullanım projeksiyonu ve planlaması, su kalitesinin korunması, ekolojik su ihtiyacının korunması, arıtılmış atıksuların yeniden kullanımı, iklim değişikliği senaryolarına uyum vb. diğer tüm faktörler dikkate alınarak yeni yaklaşımlarla icra edilmesi gerçeğini doğurmuştur" dedi.

SUYUMUZ HER GEÇEN GÜN AZALIYOR

Dünyada ve Türkiye'de 1980’li yıllarda su kaynaklarının planlanmasında temel hedefleri açıklayan Çıtır, "İçme suyu-tarım-sanayi-enerji sektörel ihtiyaçların karşılanması doğrultusunda su kaynağının geliştirilmesi ve suyun neden olduğu taşkın zararlarının önlenmesine yönelik sistemlerin tasarımı şeklinde gelişmiştir. Eskiden su kaynağının potansiyelinin belirlenmesi ve projeden beklenen faydaların tespit edilmesi yönünde olmuştur. Kişi başına su hissesinin giderek azalması, iklim değişikliği senaryoları, olumsuz çevresel etkilerin kendini hissettirmeye başlaması gibi, bütün bu olumsuz bulgu ve belirtiler, su kaynaklarının geliştirilmesi ve yönetiminde havza ölçeğinde bütünsel su ve çevre planlaması ve yönetimini zorunlu hale getirmiştir. İşte bu sebepledir ki planlamaların, uygulamaların, envanter çalışmalarının, izleme faaliyetlerinin bütünsel olarak ele alınmasını ve etkin bir yönetimi tesis etmek amacıyla su havzaları ölçeğinde havza yönetim sistemlerinin kurulmasını bazı ülkeler başlatmış ve bu konuda başarılı sonuç elde etmeye başlamıştır. Aksine, gerekli önlemler alınmadığı takdirde yakın gelecekte sektörel su temin sorunları yaşamaya aday bir ülke konumundadır. Bu nedenle mevcut kullanılabilir su potansiyelinin sağlıklı bir şekilde planlanması ve yönetimine olan ihtiyaç büyüktür" şeklinde konuştu.

VAN GÖLÜ’NÜN ORTALAMA DERİNLİĞİ 171 METRE

Van Gölüne bağlı akarsular ve su kaynakları hakkında da açıklamalarda bulunan Çıtır şöyle devam etti: “Havza yönetim heyetlerinin kurulması ve sağlıklı bir şekilde işletilmesi, havza ölçeğinde su potansiyeli, koruma, emisyon-atık-atıksu bütünsel planlama ve yönetim optimizasyonunun sağlanmasında önemli bir rol oynayacağını söyleyen Çıtır, "Toplam 3 ilin alanlarının belirli bölümleri yer almaktadır. 25 numaralı Van Gölü havzasının Güney batısında 21 numaralı Fırat-Dicle havzası, Kuzeyinde 24 numaralı Aras havzası yer almaktadır. Van kaplı havzası Doğu Anadolu'da Van Gölü yağış alanı ile Erçek Gölü yağış alanlarından oluşmaktadır. Havza güneyinde Dicle, Kuzey ve Batısında Aras ve Fırat havzaları ile sınırlıdır. Güneyden itibaren Mirömer, Mengene ve Sülün Dağı, Vaviran, Artos, Bitlis Dağları, Nemrut ve Süphan Dağı, Aladağ, Tendürek Dağı ve Dumanlı Dağının doruk ve sırtlarından geçen su bölüm çizgisi; doğuda İran-Türkiye sınırı ile çevrilmiştir. Van il merkezi ile Van iline bağlı Muradiye, Erciş, Çaldıran, Özalp, Saray, Başkale, Gürpınar, Edremit, Gevaş, Çatak ve Bahçesaray ilçeleri; Van Kapalı Havzası'ndaki önemli akarsular. Zilan Deresi, Dönemeç Çayı Güzelsu Çayı, Hoşap Çayı, Zernek Çayı, Engil Suyu, Karasu, Özalp Çayı, Ilıca Çayı, Deliçay, Kotum Deresi, Gevaş Suyu, Bendimahi Çayı, Memadik Suyu, Çubuklu Suyu, Arpit Deresi ve İmamabdal Deresidir. Van Gölü tuzludur, uzunluğu 120, genişliği 80 km’dir. Yüzölçümü 3.713 km2, ortalama derinlik 171 metre, en büyük derinlik 451 metre, yüzey rakımı ise bin 560 metredir.” Dedi.

ÇITIR: HAVZA YÖNETİM HEYETİ YERİNİ ALACAKTIR

Projelerin geliştirilmesinde, teknik-ekonomik yapılabilirliklerin yanı sıra yeni yaklaşımlara uygun olarak çevresel-sosyal yapılabilirlikler de esas alınmaktadır diyen Çıtır, "Sulama-enerji-taşkın koruma-içme suyu amaçlı projelerini, bölge ölçeğinde sektörel su projeksiyonlarını esas alarak, bölge ölçeğinde işletme çalışmaları yaparak planlar ve su ve toprak kaynakları mastır plan raporları hazırlayarak, su yönetimini bölge ölçeğinde icra eder. Su ve toprak kaynakları geliştirme hizmetleri kapsamında idaremiz bölge ölçeğindeki deneyimlerini havza koruma eylem planı, havza yönetim planı ve havza yönetim heyeti faaliyetlerine aktararak, gerekli işbirliği, güç birliği ve eşgüdümde yerini alacaktır" diye kaydetti.

ULUIRMAK: KAYBETTİĞİMİZDE KIYMETİNİ BİLİYORUZ

Daha sonra kürsüye çıkan ve söz hakkı alan Su Yönetimi Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı Abdurrahman Uluırmak ise yaşamış olduğumuz çevrede üç temel unsurun olduğunu ancak bu üç temel unsura kaybettikten sonra kıymet verdiğimizi söyledi. Uluırmak: “Yaşamış olduğumuz çevrenin üç ana unsuru var ve bunların önemli unsuru bizim hayatımızı şekillendiren yokluğundan istifade ettiğimiz, içerisinde yaşadığımız, onları etkilediğimiz ve onlardan etkilediğimiz bu üç ana unsur çevrenin ana unsunu ve çevrenin alıcı ortamı dediğimiz hava, su ve topraktır. Bunlardan en önemlisi su kaynağıdır. Bu kaynakların değerini ancak biz yokluklarında veya onlardan istifademizin azaldığı zamanlarda daha iyi biliriz. Bugün maalesef bütün dünya bu alıcı ortamları kirletiyor. Bu alıcı ortamları kirlettikten sonra bunları eski haline getirmeniz mümkün olmuyor. Yani toprağı vermiş olduğunuz en basit kalıcı organik kirletici tamamen giderilebilmesi için belki yüzlerce yıl gerekiyor. Su ve havada aynı şekilde, biz ancak başımıza kötü bir şey geldiğinde ya da kuraklık olduğu zaman bunların kıymetini daha iyi anlıyoruz.” Sözlerine yer verdi.

86’DAN SONRA KİRLİLİĞE ÖNLEMEYE YÖNELİK YAKLAŞIMLAR SERGİLENDİ

Türkiye’de 1986 yılından önce üç temel unsura önemin verildiğini ve korunduğu belirten Uluırmak kirliliğine önlenmesi için ise 86’dan atılan adımdan sonra böyle bir çalışmanın başlatıldığını dile getirdi. Uluırmak şöyle devam etti: “Tabii bu muhatabın merkezi kuruluşu olarak Çevre Teşkilatı, tabii çevre teşkilatının kuruluşu da diğer kurumlarımızdan nispeten yeni işte ülkemizde 1978 yılında Çevre Müsteşarlığının kurulması daha önce başka bakanlıkların uhdesinde yürütülmüş olan görevlerdir. Çevre Bakanlığının 1991 yılında teşkilatlanması ve bakanlık olarak tabi çevre kanunumuzda nispeten diğer kanunlarımıza göre yeni işte 1983 tarihli çevre kanunumuz var. Tabi çevre kanunumuz çıktığında o dönemki durumlara bağlı olarak bu 3 alıcı ortama önem veriyor ve kanun yürürlüğe girdikten sonra işte 1986’da atıklarla ilgili yani kirliliği önlemeye yönelik yaklaşımların sergilendiğini görüyoruz. Yine hava kalitesini koordinasyon yönetmeliğimiz ve suya ilişkin 1988 tarihli su kirliliği kontrol yönetmeliği bakanlığımızın teşkilatı da aşağı yukarı o şekildeydi. Çevre Kirliliği Kontrol Genel Müdürlüğü gibi bir genel müdürlüğümüz vardı. Ancak Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde sanayileşmenin olduğu ve bunun etkilerinin en ciddi anlamda hissedildiği işte örnek verecek olursak 1952 yılında Londra’da 5 bin kişinin öldüğü bir ortamda hava kalitesine ilişkin düzenlemelerin getirildiğini görüyoruz.”

SU KAYNAKLARINDA KIT BİR ÜLKEYİZ

Türkiye’nin su kaynakları anlamında kıt bir ülke olduğunu dile getiren Uluırmak, “Ülkemizin su kaynakları konusunda su kaynağı kıt ülkeler arasında yer alıyoruz. Kirlilik önlemede, kirlilik oluşmadan bu kaynaklarımızı, bu değerlerimizi koruyan politikaları nasıl geliştirebiliriz bu noktada çabalarımız oldu. Çevre ve Orman Bakanlığı ile birlikte biz su kaynaklarının korunması konusunda havuza özelinde, havuza esasında muhakkak nehir havza esasında su kaynaklarımızın hem yer altı suyu hem yüzey suları beraberce korunması gerektiği kanısındayız. Bu politika gerektiğine kanat getirdikten sonra bu konuda yapılacak olan birinci çalışmanın havza korunması eylem planın hazırlanması için bir karar verdik. Bu konuda TÜBİTAK ile birlikte çalışmalarımızı yaptık. 2010 yılında 11 havzamızı bitirdik. Geriye kalan 14 havzamızı da biz 2013 yılının Aralık ayında tamamladık yani bugün tam 25 havzamızın havza koruma eğitim planlarımız var.” Dedi.

DOĞAN: BATIYA GÖRE YANSIMALARDA DAHA GERİDEYİZ

Son olarak söz alana Van Valisi Aydın Nezih Doğan ise, konu hakkında müdürlerin detaylı bilgileri verdiğini dile getirerek, konunun ana dayanağı ile ilgili açıklamalarda bulundu. Vali Doğan şu sözlere yer verdi: “Yapacağımız çalışma ile ilgili gerekli noktalar değindiler. Ben bu gelişmelerin ana dayanağı ile ilgili birkaç söz söylemek istiyorum. Biz daha öncelerinde insanların henüz doğaya olan müdahalelerinin kabul edilebilir sınırlarda olduğu dönemlerde bu tip koruma ve planlama gibi faaliyetleri yapmıyorduk. Ancak özellikle sanayi devriminde sonra dünyada insanlar inanılmaz bir şekilde doğaya müdahale ettiler. Bunun acımasız sonuçlarını da gördükçe bunun sürdürülebilirlik ilkesi çerçevesinde yeniden gözden geçirilmesine karar verildi. Bu dünyadaki genel gidiş bu şekildeydi. Ülkemize de bu çerçeve de konu yansıdı. İşin doğrusu ülkemizde bu konular moda tabiri ile çok hızlı bir şekilde yansımıyor. Bunun yansıması 10-15 yıllık süreç almaktadır. Burada da aynı şekilde çevreye dair bilincin bölgemize ve ülkemize yansıması diğer batı ülkelerine göre daha farklı bir zaman dilimi içerisinde meseleyi idrak edebildik. Bunun eleştirisini de kendimize yapmamıza gerek yok. Çünkü bu tür problemleri çözmek için önce o problemlerle yüzleşmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Bizimde özellikle 24 Ocak 1980’de alınana iktisadi kararlar ile birlikte ekonomimiz hızlı bir ivme kazanmış oldu. Dolayısıyla bu gelişme evresi ile birlikte geçmişte doğaya olan davranışlarımız daha farklı bir şekilde oldu ve müdahalelerimizde bu şekilde değişmiş oldu. Dolayısıyla sorunlarla biz sadece kitabi anlamda değil gerçek anlamda da bu sorunlarla yüzleşmiş olduk. Bunu nasıl yönetmemiz gerektiği konusunda ancak o tarihten sonra düşünmeye başladık. Çevre kanun 1983’te kabul edilmesi bizim gerçekliğimizle de bağdaşılıyor.”

“AB’DEN SONRA GÖZLEMLER DEĞİŞTİ”

Bu tür konuların akademik anlamda daha önce çok konuşulduğunu ancak şimdilerde bunun gözlemlendiğini de söyledi. Avrupa Birliğinin uyum süreci ile birlikte bu anlamda daha çok yol alındığını belirten Doğan, “Bu konuların daha önce akademik anlamda tartışılması elbette ki çok önemlidir. Ama gerçek anlamda milletin ve devletin bunlara refleks gösterebilmesi içinde bu şartları bizzat idrak etmesi gerekmektedir. Bizim karşımıza çıkan bu sorunla ilgili olarak biz kendi ölçeğimize göre bir mücadele biçimi göstermiştik. Ancak gördüğümüz kadarıyla göstermiş olduğumuz bu mücadele biçim dünyadaki diğer mücadele biçimleri ile pek uyumlu değil. Nihayet 2000’li yıllarla birlikte ve AB ile uyum sürecinin başlaması ile birlikte tüm konularda olduğu gibi çevre bilinci uyumumuzu da gözden geçirmiş olduk. Bu çerçevede de yeni bir mücadele biçimi geliştirdik ve 2005 yılında da bu mücadele biçimini sadece çevre mevzuatı ile ilgili değil bir bütün olarak bu yerleşti ve bizde buna artık stratejik yönetim dedik. Biz bunu sadece bir konu ekseninde değil tüm eksenlerde bunu yapmaya başladık. Ayrıca bunu sade ulusal düzenlemelerle değil ayrıca yerel düzenlemelerde de bu bilince vardık ve düzenlemeleri bu şekilde yapmaya başladık.” Dedi.

VALİ DOĞAN: KARARLARI PAYDAŞLARIMIZ İLE PAYLAŞIYORUZ

Öncelerde merkezi hükümetten gelen kararları taşradaki merkezin hükümetin uyguladığını anca sonrasında demokrasi ile birlikte bununda değiştiğini söyleyen Doğan son olarak şunları söyledi: “Bir başka gelişmede Türkiye’de demokraside yaşandı. Evvelde biz bu tür konuları ve kararları merkezde hükümet kararıyla alır ve yine taşrada merkezi hükümetin uygulamaları ile uygulardık. Ama gördük ki mesele öyle değil. Mesele hem karar alma sürecinde hem de uygulama sürecinde bu konuları başka paydaşlarla paylaşmamız gerekiyor. Bu akıl dönüşümü de bu gün her anlamda karşımızda çıkıyor. Bu nedenle de biz yerel yönetimlerle iş birliği yapıyoruz, sivil toplum kuruluşları ile iş birliği yapıyoruz, üniversitelerle iş birlikleri yapıyoruz. Nitekim bugün oluşturacağımız çalışmalardan da bir tanesi de bu eksen üzerinde devam edecek. Yine aynı şekilde birlikte çalıştığımız arkadaşlarımız burada yer alacak ve heyet olarak seçilecekler. Bu anlamda bizler burada hep birlikte çalışacağız ve hep birlikte karar vermiş olacağız. Bu anlamda bakanlıktan gelip bizi aydınlatacak arkadaşlarımıza da şimdiden teşekkür ediyorum.”

Editör: TE Bilisim