Zekât, İslâm ekonomisinin temel taşı ve sosyal huzurun ana kaynağıdır. “Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al…” “Zekât, (arınma için) bir delildir.” Âyet ve hadisinde beyan edildiği gibi zekât, fert ve toplum için arınmadır. Zekât, fakirlerin ihtiyacını karşılayacak miktarda emredilmiştir; ilahî oluşuyla vergilerden ayrılmaktadır. Toplumda yoksulluğun bulunması, zenginlerin mali sorumluluklarını yerine getirmemekten kaynaklanmaktadır. Fakir ve muhtaçlar, kıyamet gününde varlıklıları Allah Teâlâ’ya şöyle şikâyet edecekler: “Ey Rabbimiz, hakkımızı zenginlerin malında farz kılmıştın; ne var ki hakkımızı vermeyip bize zulmettiler

Zekâtını vermeyen hırsızdır, hak gasp etmiştir; hırsıza verilen ceza, zekâtını vermeyene uygulanır. Kasalarda istif edilip muhtaçların hakkı çıkarılmayan mallar, insanlara zarardan başka bir şey vermeyen yuvasındaki ejderhaları andırır. İslâm, ejderhaların zehir ve iğnelerinden, öncelikle sahiplerinin zehirleneceğini belirtir. Resûl-i Ekrem şöyle buyurur: “...Kıyamet gününde kocamış yılanlar ağızlarını açmış bir vaziyette, mallarını Allah yolunda harcamayanları takip edecektir. Mal sahipleri kaçmaya çalışırlarken, kendilerine şöyle denilecek: ‘Biriktirdiğiniz malı alın, ona ihtiyacımız yoktur.’ Mal sahipleri çaresiz kalınca, ellerini ejderhaların ağzına koymak zorunda kalacaklardır…”

Ne hazindir ki; aile bütçesi hazırlanırken, Allah yolunda yapılacak harcamalara bir şey ayrılmamaktadır. Bollukta ve darlıkta Allah yolunda infakta bulunanlar, Allah’ın rahmeti altındadırlar, melekler onlara duada bulunurlar, malları bereketlenir. Stokçu cimrilere gelince, onları büyük felaketler beklemektedir. Malları onları ölümsüz kılabilir mi? Zenginlik sürekli midir? Mal başkalarından bizlere intikal eden bir emanettir. Bizden de başkalarına intikal edecektir. O hâlde, neden mala güvenip, elimizle helakimize sebep olalım? İnsanlar, sahip oldukları dünya metaının tümünü, ister istemez terk etmek durumunda kalacaklardır. Dünyaya geldikleri an gibi, malsız ve parasız olarak sadece kefenleriyle göç edeceklerdir. Hakkını veremedikleri mal, kıyamet gününde boyunlarına asılacaktır.

Kur’an ve sünnet, zekât verene dua etmeyi tavsiye eder. Hz. Peygamber, zekât verenlere şöyle dua ederdi: “Allah’ım onlara salat/yardım et.” Zekât çıkarırken hicrî takvim esas alınır. Bunun hikmeti açıktır. Bilindiği gibi hicri yıl 355 gündür. Hicri takvimin esas alınması fakirin yararınadır. Zira fakir 365 gün yerine, 355 günde zekât almış olur. Yani muhtaçlar on gün önceden zekâtı elde etmiş olurlar. Bu nedenle zekât verilirken miladi veya başka takvim kullanmak sünnete aykırıdır.

Dünya meta ve hayatını ahirete tercih etmek, cihadı terk etmek, hıyanetin ta kendisidir. Bu büyük yanlış ve bu gaflet, bütün nimetleri sahibinin aleyhine dönüştürür. Kimin kazandıkları kendisini korkak, cimri ve gafil kılıyorsa; şüphesiz ki, o hüsrandadır. Kim Allah ve kul hukukuna riayet ederse, biliniz ki kurtulmuştur.

İleride meydana gelecek sıkıntı ve darlıklara karşı, varisleri sıkıntıda bırakmamak hayırlı bir girişimdir. Müslüman, varislerini dilenmekten korumak ve ihtiyaçlarını temin etmekle mükelleftir. Başkalarının ihtiyaçlarını gidermeyi emreden İslâm, elbette ki insanın fakir kalmasını da tasvip etmez. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Varislerinizi zengin bırakmanız, onları insanlara avuç açacak fakirler olarak bırakmanızdan daha hayırlıdır.” Aile reisi, ailesi için gerekli ihtiyaçları temin etmeli, zaruri ihtiyaçtan arta kalanı harcamalıdır. Aile hukuku, öncelikle yerine getirilmesi gereken hakların başında gelir. Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Sevabını Allah’tan umarak, Müslüman’ın ailesi için yaptığı harcama sadakadır.” İslâm bu irşadıyla nafakaları en güzel ve en verimli bir şekilde tanzim etmek istemiştir. Diğer bir hadiste de şöyle buyurur: “Ey Ümmet-i Muhammed! Beni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki; yardıma muhtaç akrabası olduğu hâlde başkasına sadaka verenin sadakası kabul olmaz, Allah kıyamet gününde ona rahmet gözüyle bakmaz.”

Vergi, zekâttan sayılmaz; Çünkü zekât, mali bir yükümlülük olmaktan ziyade, bir ibadettir; vergiler ise laik yönetimler adına alınır. Yazmın başında ifade ettiğim gibi, zekât dinî bir vecibe olma yönüyle vergilerden ayrılır. Malın düşüğünü vermek, muhtacı rencide etmek, başa kakmak, geciktirmek, zekâtı çıkarmak için belirli gün ve yer tahsis etmek, zekâtı düşürmek için hilelere başvurmak, çalışanın ücretini zekâttan saymak sünnete muhalif uygulamalardır.

“Allah aşkına”, “Allah yüzü suyu hürmetine”, mal, sadaka ve dünyalık istemek caiz değildir. Allah adına din ve ahiretle ilgili bir şey istemede bir sakınca yoktur. Hadiste şöyle denilmiş: “Allah adına dünyalık isteyen lanetlenmiştir. Bununla birlikte, Allah adına (hayırlı bir şeyi) isteyeni geri çeviren de lanetlenmiştir.”

Allah Teâlâ, zekât, sadaka ve ibadetlerimiz katında kabul etsin. Bizleri zillet ve pintilikten korusun. (Âmin).

(Merhum Abdulcelil Candan’ın İlmi Hutbelerle Minberin Gücü adlı kitabından alınmıştır.)

DİPNOTLAR

1 Tevbe, 9/103.
2 İbn Mace, Taharat, 5.
3 Şa’râvî, Tefsir, 14/8471.
4 Müslim, Zekat, 39.
5 Bkz.Tevbe, 9/103.
6 Buhari, hadis no:1497.
7 Buhari. Cenâiz, 39.
8 Buhari. Zekat, 30.
9 Bkz. el-Elbânî, Silsiletu’l-Ahâdisi’s-Sahiha, hadis no:2290

HADİSLERİN IŞIĞINDA
Bereket Kaynağı: Sadaka

“Her meşru ve güzel iş, her türlü iyilik sadakadır.” (Buhari Edeb, 33.)

Hz. Ebubekir halifeliği sırasında Medine’de büyük bir kıtlık baş göstermişti. İnsanlar ekmek yapmak için bir buğday tanesini dahi bulamaz olmuşlardı. Bu durumu gören Medineli tüccarların bir kısmı ellerindeki bütün parayı buğdaya yatırmışlardı.

Hz. Osman (ra) da bu sırada Şam’a bir ticaret kervanı gönderdi. Oradan yüz deve yükü buğday satın alarak Medine’ye getirdi. Bu miktar, halkın buğday ihtiyacını büyük ölçüde karşılayabilirdi.

Bazı tüccarlar derhal Hz. Osman’a müracaat ederek Şam’dan getirdiği buğdayı satın almak istediler. Ölçeğine dört dirhem veriyorlardı. Fakat Hz. Osman (ra), onları verdiği fiyatı az buldu.
- Sizden fazla veren var, dedi ve buğdayını hiç kimseye satmak istemedi.

Bu durumda tüccarlar teklif ettikleri fiyatı artırdılar. Fakat yine de Hz. Osman’dan:
- Sizden fazla veren var, cevabını aldılar. Nihayet buğdayın bir ölçeğine yedi dirhem vermeye bile razı oldular. Bu verecekleri en son ve en yüksek fiyattı. Fakat Hz. Osman’ın ağzından:
- Sizden fazla veren var, sözünde başka bir şey çıkmıyordu.

Bazıları onun bu tavrını, şaşkınlıkla karşılıyor. İnsanlar şiddetli bir kıtlık ve ihtiyaç içinde kıvranırken, onun böyle davranmasını kendisine hiç yakıştıramıyorlardı.

Nihayet meseleyi halife Hz. Ebu Bekir’e anlatmaya karar verdiler. Ondan, Hz. Osman’la aralarını bulmasını isteyeceklerdi. Halifenin huzuruna çıkarak, durumu olduğu gibi anlattılar. Hz. Ebu Bekir (ra) anlatılanları sonuna kadar dinledi ve onlara:
- Bu işte bir gariplik var. Bana öyle geliyor ki, siz Hz. Osman’ın sözünü iyi anlamadınız. O, Resulullah’ın damadı ve cennette arkadaşıdır. Halkın ihtiyacını fırsat bilip ondan kâr ve çıkar elde edecek kimse değildir. Böyle davranmasının mutlaka bir hikmeti vardır. Haydi, beraber gidip meseleyi bizzat kendisinden öğrenelim, dedi.

Hep birlikte Hz. Osman’ın yanına vardılar. Ebu Bekir (ra) tüccarların anlattığı şeyleri Hz. Osman’a söyledi. Ondan, niçin buğdayı verilen fiyata satmadığını sordu. Hz. Osman’ın bu suale cevabı hayranlık vericiydi:

- Bunlar benim bir ölçek buğdayımı yedi dirheme satın almak istiyorlar. Yani, bire yedi veriyorlar. Halbuki ben onu bire yedi yüz veren birine satmak istiyorum. Yüce Allah, her bir iyiliğe karşılık yedi yüze kadar ecir ve mükafat vereceğini vaat etmiyor mu? Böyle kârlı bir ticaret varken, ben ne diye malımı onlara satayım? (En’am suresi, 160; Bakara suresi 261. ayetler)

Hz. Osman (ra) yüz deve yükü buğdayının hepsini Medine halkına sadaka olarak dağıttı. Fakir ve yoksulların yüzünü güldürdü. Yüz deveyi de kurban etti. Ebu Bekir Sıddık (ra) buna çok sevindi:

- AShab-ı Kiramın, senin sözündeki inceliği anlayamadıklarını önceden sezmiştim, buyurdu. (Hz. Osman’dan 111 Hatıra, Murat Kaya, s.119-122.)

İnsanın kendi isteğiyle yalnızca Allah rızası için yaptığı her türlü yardım ve iyilik sadaka yerine geçer. Zira sadakada miktar ve zaman sınırlaması yoktur. Üstelik her türlü yardımı kapsadığı için, sadaka verenin zengin olması gerekmediği gibi, sadaka verilecek olanın da fakir olması gerekmez. Sadaka vermektir, ama sadece maddi yardım değildir. Dinimiz yardımlaşma üzerine kurulduğu için aynı zamanda sevgi, merhamet, paylaşma, iyilik ve yardım etmek de birer manevi sadakadır. Sadaka kavramının her türlü iyiliği içermesi yanında kişinin kendi ailesinin ihtiyaçlarını helal yoldan sağlaması da sadaka kapsamına alınmıştır.

Bu dünyada canımızla, malımızla, evlatlarımızla, imtihan ediliriz. Çeşitli sıkıntı, musibet ve belalarla karşılaşırız. Böyle zamanlarda bizlere yardım eden, dertlerimiz ipaylaşan ve hüzünlerimize ortak olan insanların olmasını isteriz. İşte biz de insanların zor zamanlarında yanında olarak ıkıntılarını paylaşarak maddi ve manevi her türlü dertlerine çözümler arayarak sadaka vermiş oluruz. Peygamberimiz (sav) “Her meşru ve güzel iş, her türlü iyilik sadakadır.” (Buhari, Edeb, 33.) buyurarak iyi niyetle Allah rızası için yapılan her türlü güzel şeyin sadaka olduğunu belirtmiştir. Bir başka hadisinde ise Peygamberimiz “Mü’min kardeşine tebessüm etmen de bir sadakadır.” (Tirmizi, Birr, 36, 45.) buyurmuştur.

Sadakanın kapsamı oldukça geniştir. Nitekim Peygamberimiz sadaka sayılan söz ve davranışlardan bazılarını şöyle sıralamıştır: “Sübhanallah, Elhamdülillah, La ilahe illallah veya Allahu ekber demek birer sadakadır. İyiliği tavsiye etmek, kötülüğe mani olmaya çalışmak birer sadakadır. İki rekat kuşluk namazı kılmak ise bütün bunları karşılar.” (Müslim, Müsafirin, 84; Zekat, 56.)

Peygamber efendimiz (sav) bir gün:
- Sadaka vermek her Müslümanın görevidir, buyurdu.

Orada bulunanlar:
- Sadaka verecek bir şey bulamazsa, diye sordular.

Peygamberimiz (sav):
- Çalışır ve hem kendisine faydalı olur, hem de sadaka verir, buyurdu.

Ashab-ı Kiram:
- Buna gücü yetmezse, dediler.

Peygamberimiz (sav):
- Darda kalana, ihtiyaç sahibine yardım eder, buyurdu.

Sahabe-i Kiram:
- Buna da gücü yetmezse, diye sordular.

Peygamberimiz (sav):
- İyilik yapmayı tavsiye eder, buyurdu.

Ashab-ı Kiram:
- Bunu da yapamazsa, diye sorunca Peygamberimiz (sav) bu kez şöyle buyurdu:
- Kötülük yapmaktan uzak durur. Bu da onun için bir sadakadır. (Buhari, Zekat, 30; Edeb, 33; Müslim, Zekat, 55.)

Sadaka vermekle mal eksilmez, tam aksine bereketi artar. Ancak şeytan sürekli “verme, fakir kalırsın, elin daralır.” diye vesvese verir. Kur’an’ı Kerim’de bu durum şöyle anlatılır: “Şeytan sizi (hayırda harcamakla) muhtaç olacaksınız diye korkutur, sizi cimriliğe ve çirkin şeylere teşvik eder. Allah ise kendi katından bir af ve lütuf vaad eder. Allah’ın ihsanı geniştir, her şeyi hakkıyla bilir.” (Bakara, 268)

Allah için verenler karşılığını Allah tarafından kat kat fazlasıyla alacaklardır. (Bakara, 274.) Bir ayette “Allah için ne verirseniz, Allah onu yerine daha iyisini, daha fazlasını verir…” (Sebe’, 39.) buyrulmuştur. Başka bir ayette de şöyle bir misal verilmiştir: “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz (bire yedi yüz) dane bulunan bir tohuma benzer. Allah, dilediğine daha fazla da verir…” (Bakara, 261.)

Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
“…Dünyada dört kısım insan vardır:

Birincisi, Allah’ın kendisine mal ve ilim verdiği kimsedir. Bu kişi Allah’a karşı sorumlu olur, hısımlarını görüp gözetir, o maldaki Allah’ın hakkını yerine getirir. Bu en üst derecedir.

İkincisi, Allah’ın kendisine ilim verip mal vermediği iyi niyetli kimsedir. O, iyi niyetle, ‘Eğer malım olsaydı ben de falan adam gibi davranırdım.’ der. Bu iyi niyetinin karşılığını görür. İkisinin sevabı eşittir.

Üçüncüsü, Allah’ın mal verip ilim vermediği kimsedir. O, bilgisizliği yüzünden malını gelişi güzel harcar, Allah’a karşı sorumlu davranmaz, hısımlarını görüp gözetmez, o malda Allah’ın hakkı olduğunu idrak etmez. Böylesi kişi, en kötü durumdadır.

Dördüncüsü, Allah’ın ne mal ne de ilim verdiği kimsedir. Bu kişi der ki ‘Eğer malım olsaydı, ben de falan gibi yer içerdim.’ Bu da niyetinin karşılığını görür. Bu (son) iki kişinin vebali eşittir. (Tirmizi, Zühd, 17)

Sadaka, Müslümanların en güzel vasıflarından biridir. Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yaptığımız her türlü iyilik ve hayır sadaka olarak kabul edilir. Bu nedenle her zaman ve her şartta iyiliği, hayrı ve sadakayı tercih etmeliyiz. Herkese karşı elimizden geldiği kadar iyilik yapmaya ve muhtaç olanlara sadaka vermeye çalışmalıyız. Allah (cc) bizleri hayır işleyen ve niyeti güzel olanlardan eylesin.

DUA
Allah’ım! Gücümüz, kuvvetimiz yerindeyken bizlere hayır işlemeyi nasip eyle.
Fakir düşme endişesinden ve cimrilik yapmaktan bizi koru!
Son nefesimizi verinceye kadar infak etmeyi nasip eyle.
Varisleri için mal yığmaktansa fakirleri sevindirme duygusunu gönlümüze ihsan eyle! (Buhari, Zekat, 11, Vasâyâ 17; Müslim, Zekat, 92.)

NÜKTE-HİKMET
Başkasının Günahına Ağlamış

Bir gün Bişr-i Hafi’nin eşyasını çaldılar. Ağlamaya başladığı görüldü. Fudayl bin İyad, kendisine:
- Mal için ağlanır mı, deyince:
- Mal için ağlamıyorum. Hırsızın günah işlediğini, kıyamet gününde bunun azabını çekeceğini düşünerek ağlıyorum, cevabını verdi.


Hazırlayan: M.İkbal CANDAN...

 

Editör: TE Bilisim