Yılın farklı gününde farklı zamanlarda kadın, kadına şiddet gibi birçok konu gün ve anmalarla hatırlanıyor ama Van ve bölge illeri hala bu sorundan kurtulmuş değil… Kadına şiddetin de, çocuk gelinlerin de en çok olduğu bölgelerden birinde halen ibretlik hikâyelerin çıktığı topraklarda ‘şiddet’ gündemden düşmezken 1999 yılından bu yana ilan edilen 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde de yine ‘Kadına Şiddete Hayır’ sesleri yükseldi…

 

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü kapsamında her yıl olduğu gibi bu yılda çeşitli etkinlikler yapılarak kadına yönelik şiddete dur demeye çalışıldı. M.G. adlı bir kadın yaşamı boyunca yaşadığı şiddeti ve hakaretleri Şehrivan’a anlattı. Yaşadığı onca olumsuzluğa rağmen ayakta durmayı ve mücadeleci ruhunu hiç kaybetmeyen M.G. onurlu duruşuyla örnek bir kadın.

 

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü kapsamında her yıl olduğu gibi bu yılda çeşitli etkinlikler yapılarak kadına yönelik şiddete dur demeye çalışıldı. Şehrivan olarak rutinin dışına çıkarak gerçek bir hikâyeyi sizlerle paylaşıyoruz. M.G. adlı bir kadın yaşamı boyunca yaşadığı şiddet ve hakaretleri anlattı. M.G. anlatırken kâh ağladık kâh kadının o müthiş duruşu karşısında gururlandık.

 

“BİLE BİLE BENİ HARCADILAR”

M.G. daha çok küçük yaştayken babasının annesine uyguladığı şiddetin travmasını unutmadığını belirterek, “Her gün her gece o şiddeti gördüm, şahit oldum. Çok kötü günler yaşadık ama her şeye rağmen mücadele ettik. Birde babam bunca şiddet ve hakarete rağmen annemin üzerine kuma getirince şiddet her geçen gün daha arttı. Derken şiddetle geçen bir çocukluk yaşadık.” Diye belirtti. Eşini evlenmeden önce sevmediğini ve küçük yaşta istemediği halde evlendirildiğine dikkat çeken M.G. “Hiç gönül meselesi yaşamadığımız halde zorla evlendirildim. Nişanlı olduğum sırada bile aldatıldım. Ailem bu duruma rağmen nişanı atmama izin vermediler. İntihara kalkıştım ama olmadı yapamadım. Bile bile beni harcadılar. Annem bana ‘El âlem bize ne der’ diye nişanı atmama izin vermedi. Evlendim ama dayak, işkence, hakaret ve daha birçok şey bitmedi benim için. Evlendim ama eşimin başka diğer kadınla ilişkisi sürdü. Ailem buna rağmen bana destek olmadı.” Şeklinde konuştu.

 

“YILLARCA İŞKENCEYE, DAYAĞA BOYUN EĞDİM”

Eşinin aynı zamanda başka kadınlarla da ilişkisi olduğunu dile getiren M.G. “Eşim eve doğru düzgün ekmek getirmiyordu. Bende mecbur kalarak ailemden istedim. Onlar bana yardımcı oluyorlardı. Ama eşimin ailesi ailemin gönderdiği erzakları bile benden alıyorlardı. Eşimin beni aldattığını telefonlarının hiç susmamasından ve sürekli gelen mesajlardan anlıyordum. Gittiği her limanda bir sevgilisi vardı resmen. Başka şehre gider uzun zaman hiç gelmezdi eşim. Sonra İstanbul’da bir sevgilisi olduğunu öğrendim. Bir gün aradı ve evlendiğini söyledi bana. ‘İster kabul et ister kabul etme’ dedi. Dövdü beni. Bende aileme söyledim. Kardeşim gelip beni evden aldı. Ailemin evinde 16 gün kaldım. Eşimde hiçbir şey demeden çekti gitti sevgilisinin yanına. Ailemde bana hiç yardımcı olmadı. Bir gün olsun kimse arayıp sormadı beni. Ne eşimin ailesi nede eşim. Allah aşkına bir insan bu kadar mı sahipsiz olur. Eşimi aradım ve karısını da alıp gelsin dedim. Mecbur kaldım kabul etmeye. Çocuklarım vardı. Kim bakacaktı onlara. Nasıl yaşayacaktık bilemedim. Ve eşime karısını alıp gelsin dedim. Bende kalkıp evime döndüm. Kadını alıp getirdi karısını evimize. O kadar çok şey yaşadım ki anlatılmaz artık. Kızım onların yüzünden kalp hastası oldu. Her gün dayak ve işkence dayanacak gücüm kalmadı. Allah kabul etmesin. Eşim kızlarıma ensest hareketlerde bulunuyordu. Bir baba nasıl bu kadar çirkinleşir bilemiyorum. Sırf iki kızımı onun eline bırakmamak için yıllarca işkenceye, dayağa boyun eğdim. Allah kabul etmesin. Sesimi kimseye duyuramıyordum. Her şeyden ben sorumlu oluyordum.” İfadelerini kullanırken gözyaşlarını boğuldu.

 

VAKAD’A SIĞINDI!

Eşinin bir gün kendisini öldüresiye dövdüğünü söyleyen M.G. “Evden attılar bizi. Eşimin ailesi araya girince beni geri getirdiler. Eşimi evden gönderdiler. Eşim gitti ev tuttu ikinci eşi için. Bizde çocuklarımla aç kaldık. Susuz kaldık. Eşi için her şeyi yapıyordu. Ama söz konusu biz olunca bize hiç yardımcı olmadı. Çalışmak istediğimi söyledim bende. Kalktım VAKAD’a geldim. Yardımcı oldular bana. Sonra işe girdim. Ve çocuklarıma bakmaya başladım. Eşime dava açtım nafaka için ama nafaka ödemedi. Bende icraya verdim onu. İcra davasında da sonuç almayınca yine mahkemeye verdim. Bu süre zarfında çocuklarım için durmadan çalıştım. Çocuklarım okul okuyorlar. Çokta başarılılar. Kızım üniversiteyi kazandı. Ama psikolojik sorunlardan dolayı tercih veremedi. O kadar çok sorun ve sıkıntı yaşandı ki çocuklarımın psikolojisi alt üst oldu. Evimi basıp basıp tehditler savuruyordu sürekli eşim. Bende kalkıp şikâyet ettim eşimi. Uzaklaştırma verildi eşime. Bu sıkıntılardan dolayı tercih veremedi kızım. Bende onu dershaneye yazdırdım kızımı. Bir süre sonra deprem oldu. Evimiz çatlaklardan dolayı oturulmuyordu. Kayın pederim gil bize hiç yardımcı olmadılar.” Şeklinde konuştu.  

 

“KIZIMI DÖVÜP EVDEN KOVDULAR”

Çocuklarıyla karda kışta sokakta kaldıklarını ifade eden M.G. “Bir süre sonra dayanamadık kalktık başka şehre gittik. 5 ay sonra geri geldik. 2 kızım kalkıp babalarına gitti. 3 yıl boyunca babasında kaldı kızlarım. Kızlarım benimle uzun süre konuşmadılar. Geçen sene Ocak ayınca büyük kızımı dövmüş ve evden kovduklarını duydum. Kalkıp kızımı aldım. Karakola da gidip şikâyet ettim onları. Kızımı da alıp götürdüm. Devlet kızımı sığınma evine vereceğiz deyince karşı çıktım ve kızıma sahip çıkarım dedim. Bir süre sonra eşim evimi de elimden almak için uğraşmaya başladı. Ve evimi aldı benden. Gerekçe olarak da babasından kalma ev olmasını öne sürdü. Bende taşındım kiralık eve. TOKİ’de çıkmadı. Yine başvuruda bulundum bekliyorum sonuç gelsin diye. Birkaç aydır sağlık sorunlarından dolayı çalışamıyorum da. Oğlum bize bakıyor şuan. Düğün fotoğrafçılığı yapıyor oğlum. Düğün sezonu da bitince doğru düzgün iş bulamıyor o da. Bende iş arıyorum şu aralar. Bekliyorum bende.” Dedi.

 

TROJİLLO DİKTATÖRLÜĞÜ’NE KARŞI DİRENİŞİN TARİHİ

Şehrivan olarak 25 Kasım her yıl şiddetle mücadele günü olarak neden kabul edildiğini derledik. 25 Kasım 1960 Dominik Cumhuriyetinde, Trojillo Diktatörlüğü’ne karşı direnişi sergileyen Mirabel Kardeşlerin, cezaevinde bulunan eşlerini ziyaret ettikten sonra tecavüz edilerek öldürülmelerinin tarihidir. Bu olayın ardından tüm dünyada kadına yönelik şiddete karşı kampanyalar düzenlenmiş, 1981 yılında da Kolombiya’nın başkenti Bogota’da toplanan 1. Latin Amerika ve Karayip Kadınlar Kongresi’nde Mirabel kardeşlerin öldürüldüğü gün olan 25 Kasım“ Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslar Arası Dayanışma Günü” olarak ilan edilmiştir. Bu kararı benimseyen Birleşmiş Milletlerin 1999’daki kararı ile her yıl 25 Kasım tarihi “kadına yönelik şiddete karşı uluslararası dayanışma günü” olarak anılmaktadır. 25 Kasım gününün kadınlarla ilgili diğer günlerden önemli bir farkı vardır. O da dünya üzerinde yaşayan tüm kadınların ve kız çocuklarının giderek artan ve çeşitli biçimlerde maruz kaldıkları cinsiyete dayalı şiddete odaklanılmış olmasıdır. Bugün, kadına yönelik şiddet olgusunun hem kadını hem de tüm toplumu saran sosyoekonomik koşullar, politik gelişmeler ve kültürel etkenlerle birlikte değerlendirilmesi gerekliliğini dünyanın gündemine taşıma gibi bir işlevi yüklenmektedir.

 

SIRF KADIN OLDUĞU İÇİN ŞİDDET GÖREN VAR!

Kadına yönelik şiddet “Kamusal veya özel yaşamda kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı, ıstırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem, tehdit, zorlama, keyfi olarak özgürlükten, ekonomik gereksinimlerden yoksun bırakma” olarak tanımlanıyor. BM Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi kadına yönelik şiddetin kadınlara yönelik, toplumsal cinsiyete dayalı ve bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları etkileyen bir şiddet olduğunu belirtiyor. Bu şiddetin, erkekler ve kadınlar arasındaki eşit olmayan güç ilişkilerinin bir göstergesi, kadınları zorla bağımlı bir konuma sokmanın toplumsal mekanizmalarından biri olduğu ve kadını ekonomik ihtiyaçlarından yoksun bırakmayı da içerdiğini eklemek gerekiyor. 2004 yılında yayınlanan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Raporunda dayaktan, töre cinayetlerine, küçük yaşta evlilikten beşik kertmesine ve intihara varan toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin varlığını belgelendiriyor.

 

ŞİDDETE UĞRAMA ORANI YÜZDE 17-75 ARASINDA DEĞİŞMEKTEDİR

Dünyada her 1 dakikada 380 kadın gebe kalmaktadır. Bu gebeliklerin hemen hemen yarısını planlanmamış ya da istenmeyen gebelikler oluşturmaktadır. Eş şiddeti yaşayan kadınların, eşlerine hayır demeleri, yeni bir şiddete neden olacağı için bedenlerini ve cinsel yaşamlarını kontrol etmeleri çok zordur. Dünya Sağlık Örgütü (2002) istenmeyen gebeliklerin ve cinsel yolla bulaşan hastalıkların eş şiddetine maruz kalan kadınlarda ciddi bir sağlık sorunu olduğuna dikkat çekmiştir. Avrupa Konseyinin 2002 raporunda da 16 ile 44 yaşları arasındaki kadınlar için en sık ölüm ve sakat kalma nedeninin şiddet olduğu belirtilmiştir. Amerika Birleşik Devletlerinde her yıl yaklaşık dört milyon kadının eşleri tarafından taciz edildiği, bu taciz olaylarının yaklaşık 4000’inin kadının ölümü ile sonuçlandığı, yaklaşık üçte birinin acil servislere başvurduğu veya yardım aradığı belirtilmektedir. Birinci basamak sağlık hizmetlerin başvuran kadın hastaların yaklaşık dörtte birinin aile içi şiddet kurbanı oldukları belirtilmektedir. Birleşmiş Milletlerin verilerine göre tüm dünyada kadının şiddete uğrama oranı yüzde 17-75 arasında değişmektedir. Bu oran Kanada’da yüzde 25, Japonya da yüzde 59 iken, Hindistan’da yüzde 75‘e çıkmaktadır.

 

TÜRKİYE’DE DURUM

Türkiye’de yılda en az 25 töre cinayetinin işlendiği belirtilmektedir. Fakat gerçek sayı bunun çok üzerindedir. Namus ve töre adına kadınlara yönelik kötü muamele, işkence, öldürme, intihara zorlama oranı son yıllarda yüzde 25 oranında artmıştır. Cinsel Eğitim, Tedavi ve Araştırma Derneği tarafından 2006 yılında yapılan bir araştırmada namus / töre adı ve söylemiyle işlenen cinayetlere ilişkin tutumlar incelendiğinde, çalışmaya katılan bireylerin yüzde 19’unun bu ifadeye kesinlikle veya kısmen katıldığını belirtmiş olması dikkat çekicidir. Kadınlar kendileri için güvenli olarak kabul edilen evlerinde şiddete uğramaktadırlar. Özellikle eşten ayrılma devresi kadınlar için şiddet riskinin arttığı bir devredir.

 

HER ÜÇ KADINDAN BİRİNİN FİZİKSEL ŞİDDET GÖRÜYOR

Türkiye’de 2007 yılında Ayşe Gül Altınay ve Yeşim Arat tarafından yapılan “Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet” başlıklı geniş ölçekli araştırmada her üç kadından birinin fiziksel şiddet gördüğü saptanmıştır. Hayatı boyunca” eşinden en az bir kez fiziksel şiddet görmüş kadınların oranı Türkiye genelinde yüzde 35, Doğu Anadolu genelinde ise yüzde 40 bulunmuştur. En az bir kez fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyenlerin Türkiye genelinde yüzde 49’unun, doğu genelinde ise yüzde 63’ünün bu durumdan daha önce hiç kimseye söz etmemiş olmaları dikkat çekicidir. Türkiye genelinde şiddet gören her iki kadından biri (doğuda her üç kadından yaklaşık ikisi) eşinden gördüğü şiddetle tek başına mücadele etmek durumunda kalmaktadır. Kocalarından boşanmış veya ayrılmış kadınlarda fiziksel şiddet deneyiminin yüzde 78 gibi çok yüksek bir oranlara ulaştığı bildirilmektedir. Eğitim düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranı azalmaktadır. Okuma yazma bilmeyen kadınlar arasında en az bir kez fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyenlerin oranı yüzde 43 iken, yükseköğrenim görmüş kadınlar arasında bu oran yüzde 12’dir. Eşi okuryazar olmayan kadınların yarısı en az bir kez fiziksel şiddete maruz kaldığını söylerken, eşin eğitimi yüksekokul ve üniversite düzeyine çıktığında bu oran yüzde 18’e düşmektedir. Aradaki fark ne kadar anlamlı olsa da, yükseköğrenim görmüş altı erkekten birinin eşine fiziksel şiddet uyguluyor olması da dikkat çekicidir.

 

ŞİDDETİN EN AZ YAŞANDIĞI YERLEŞİM BİRİMLERİ İLÇELER

Gelir düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranı düşmektedir. Buna karşın hane geliri 2500 YTL’nin üzerinde olan her dört ailenin birinde bile fiziksel şiddet yaşanmaktadır. İllerde oturan kadınların fiziksel şiddete maruz kalma oranları ilçelerde oturanlara göre yaklaşık yüzde 42 daha fazladır. Dayağın en az yaşandığı yerleşim birimleri ilçeler, en çok yaşandığı yerler ise illerdir. Kadınların yüzde 14’ü en az bir kez ‘istemediği zamanlarda cinsel ilişkiye zorlandığını’ belirtmiştir. Cinsel şiddete uğradığını söyleyenlerin yüzde 67’si aynı zamanda fiziksel şiddete de maruz kaldığını ifade etmektedir.

 

“EVLİ KADINLARIN YÜZDE 11- 29’U FİZİKSEL ŞİDDET GÖRMEKTEDİR”

Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM), Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) ve Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen, 17.168 kişi ile yapılan görüşmelere dayanan ve 2009 Ocak ayında yayınlanan “Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet raporuna göre de evli kadınların yüzde 11- 29’u eşinden ağır derecede fiziksel şiddet görmektedir. En yüksek oran Kuzeydoğu Anadolu ve Orta Anadolu’da elde edilmiştir. Aynı raporda evli kadınların %15’i eşinin cinsel şiddetine maruz kaldığı belirtilmektedir. En düşük oran yüzde 9 ile Marmara Bölgesinde, en yüksek oran ise yüzde 29 ile Kuzeydoğu Anadolu Bölgesinde elde edilmiştir. Ayrıca fiziksel şiddete maruz kalan kadınlar cinsel şiddet için de yüksek risk taşımaktadırlar. Türkiye genelinde fiziksel şiddet yaşayan kadınların oranının yüzde 42 olduğu, bunun en sık 40- 59 yaş grubunda yaşandığı belirtilmektedir. Eğitim düzeyi ile şiddet oranları arasında tersine ilişki bulunmuştur. Eğitimsiz ve ilkokul düzeyinde eğitimi olan kadınlarda şiddete maruz kalma oran yüzde 56 iken, Lise mezunu-üniversite eğitimli olanlarda % 32 bulunmuştur. Üniversite mezunu olanlarda yüzde 17 bulunması, lise ve üstü eğitim olan evli 10 kadından 3 ünde şiddet öyküsünün olması dikkat çekicidir.

 

SİVİL TOPLUM KURULUŞUNA BAŞVURMA ORANI HALA ÇOK DÜŞÜKTÜR

 Hamilelikte eş veya bir yakınının cinsel şiddetine maruz kaldığını bildiren kadınların oranı, Kuzey Doğu Anadolu’da yüzde 18, Marmara bölgesinde yüzde 5; eş/partner dışında bir kişiden cinsel şiddete maruz kalan 15 yaş üstü kadınların oranı ise genel olarak yüzde 3, kentlerde yüzde 4, kırsalda yüzde 2’dir. Kadınlar, istismarcıların yarısının bir tanıdık veya akraba olduğunu belirtmiştir. 15 yaş altında kadınların yüzde 7’si cinsel istismara maruz kaldığını bildirmiştir. Eş şiddeti önemli bir sağlık sorunudur. Aynı taramada eş şiddetini yaşayan kadınların beden ve ruh sağlığı sorununun çok daha yüksek oranda bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Ruh sağlığı sorunları arasında intihar önemli bir yer almaktadır. Eş şiddeti nedeni ile tamamlanmış intiharların tam sayısı ve oranı bilinmemektedir. Ancak şiddet mağduru kadınlara intihar düşünceleri ve/veya girişimleri sorulduğunda intihar riskinin küçümsenmemesi gereken bir sorun olduğuna dikkat çekilmiştir. Eşlerinden fiziksel ve/veya cinsel şiddet gören evli kadınların içinde, şiddet görmeyen kadınlara göre hayatına son vermeyi düşünmüş olanlar dört kat, son vermiş olanların oranı üç kat fazladır. Kendini öldürme girişiminde bulunanların oranı 4 kat fazladır ( %15). Buna karşı, eş şiddeti nedeniyle resmi bir kurum veya bir Sivil Toplum Kuruluşuna başvurma oranı hala çok düşüktür (%8).

 

AİLE İÇİ ŞİDDET NEDENİYLE AİHM CEZA VERDİ!

Kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmeleri de şiddete zemin hazırlayan, kız çocuklarını eğitim, sağlık, kendini geliştirme, ailesiyle görüşme gibi haklarından mahrum etmekte ve birçok sosyal, ruhsal ve sağlık sorunlarına neden olmaktadır. Bu konuda da Birleşmiş Milletlerin ilgili kampanyalarına destek vererek farkındalığı arttırmalıyız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden (AİHM) aile içi şiddet nedeniyle ceza alan ilk ülke Türkiye’dir. Bu cezanın alınmasını neden olan kişi devlet tarafından korunamamasına bağlı olarak eşi tarafından öldürülmüş bir kadındır.

 

ÖNERİLER ve TALEPLER

Türkiye’de hükümetler, bugüne dek kadına yönelik şiddeti önlemeye ilişkin birçok uluslararası sözleşmeye imza koymuş olmalarına karşın bu sözleşmelerin gereğini yapmamakta, zaman içinde çıkarılan bazı yasaların, genelgelerin yaşama geçirilmesine katkıda bulunmamakta, gereken ilgi ve çabayı göstermemektedir. Örneğin, Belediyelerin 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 14. Maddesi (a bendi) uyarınca ile nüfusu 50.000’i geçen belediyeler “kadınlar ve çocuklar için korunma evleri” açma” yükümlüğünün olmasına karşın bu güne dek bu yönde doyurucu bir çalışma gerçekleştirmemeleri umut kırıcıdır. Kadın hakları konusunda yasal düzeyde önemli adımlar atılmış olmakla birlikte “kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddete ilişkin” veriler kadın cinayetlerinin arttığını göstermektedir. Kasım 2009’da Adalet Bakanlığı verilerine göre 2002 yılında 66 olan kadın cinayeti, 2007 yılında 1077’ye, 2009 yılının ilk 7 ayında 953'e ulaşmış durumdadır. Adalet Bakanlığı verileri de kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin sayısının arttığını doğrulamaktadır.

 

“ŞİDDETİ ARKA PLANA İTİLMEMELİ”

Kadına yönelik şiddete karşı ciddi ve kapsamlı bir eylem planı hızla hayata geçirilmelidir.

 

Kadına yönelik şiddetle, özellikle aile üyelerinden gelen şiddetle mücadele uzun soluklu, sistemli ve tavizsiz olarak gündemde yer almalıdır. Aile içi cinayetler mercek altına alınmalıdır. Bir yakınının şiddetine maruz kalma riski yüksek olan grupların erken devrede saptanması ve müdahale edilmesi sağlanmalıdır. İlk adım şiddete karşı bilinç geliştirilmesi ve engellenmesi olmalıdır. Bedensel yaraları sarmak için tıbbı tedavi, ruhsal destek yeterli değildir. Şiddet yaşadığını bildirenlere tıbbı rapor, yasal başvuru olanakları ve şiddetsiz bir yaşam sağlamak için önlemler geliştirilmelidir. Klinik deneyimlerimiz arasında da görünmez konumda olan namus cinayetleri konuya duyarlı kadın kuruluşlarının (örneğin merkezi Diyarbakır’da olan KA-MER) çabalarıyla ile daha iyi tanınır olmuştur. Bu türü Sivil Toplum Kuruluşlarının talepleri karşılanmalı, çalışmalarına destek verilmelidir. Namus cinayetleri, uluslararası hukuk açısından yargısız infaz olarak kabul edilmektedir. Bu cinayetleri engellemek için farklı düzeylerde strateji geliştirilmelidir. Sağlık çalışanları bu tür riskli durumlar saptandığında risk altındaki kadının korunması için neler yapılabileceği ve işbirliği yapılacak yerler konusunda bilgi sahibi olmalıdır. Ceza Kanunu’ndaki “Haksiz Tahrik” ve kadına karşı şiddet davalarında uygulanan “haksız tahrik indirimleri” kaldırılmalı, TCK’nin 29. maddesi uygulanmamalıdır. Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde yazılı ve görsel basına da büyük görev düştüğünü düşmektedir. Medya, kadına yönelik şiddet ve tecavüz haberlerini kamuoyuna aktarırken, haber dilini doğru kullanmalı, etik değerlere uymalı, tecavüzün içerdiği şiddeti arka plana itmemeli ve tecavüzü erotize edici tutumlardan uzak durmalıdır. Basının, suçu işleyen erkeğe değil, mağdur kadının özelliklerine odaklanması şiddetin sorumlusunun mağdur olduğu biçiminde bir yanılsama yaratabilmektedir. Buna dikkat edilmelidir. Mağdurların kamusal sağlık ve sosyal destek sistemlerine ulaşmaları sağlanmalıdır. Kadın sığınma evleri ile ilgili sorunlar hızla aşılmalı ve risk gruplarına, şiddetle sık karşılaşan meslek gruplarına ve kamuya yönelik eğitim ve bilgilendirme çalışmalarına hız verilmelidir.

 

SONUÇ OLARAK…

Kadına yönelik şiddetin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması, öncelikle devletin ve siyasal iktidarların ilgili tüm kurumlarıyla sorumluluk üstlenmesi, ilgili tüm sivil ve resmi kuruluşlarla işbirliği yaparak, yaşamsal öneme sahip bu sorunun ortadan kaldırılması için gerekli sosyal politikaların yaşama geçirilmesi ile mümkün olacaktır. Bu güne dek imzalanmış olan tüm uluslararası sözleşmelerin yaşama geçirilmesinin sağlanması, en azından konuya ilişkin 2006 tarihli Başbakanlık genelgesi başta olmak üzere olumlu yöndeki tüm hukuksal düzenlemelerin yaşama geçirilmesi bir ilk adım için son derece önemlidir. 


ŞEHRİVAN KADIN: MERAL YILDIZ / ÖZEL HABER

Editör: TE Bilisim