Benden daha çok yaşamış, daha çok insan tanımış, daha çok hayatla mücadele etmiş insanlardan yaşanmış hikayeler dinlemeyi çok seviyorum. Dinlediklerimi toparlayıp sizinle paylaşmak da benim için taze bir zevk.

Ee o zaman lafı hiç uzatmadan hikayemize giriş yapalım.

Çok uzun olmayan bir zaman önce bir yiğit delikanlı köyünden bir kıza sevdalanmış. Kahramanlarımızın adı ve memleketleri bende saklı.

Eskiden sevdalar sadece kavuşmak içinmiş. Yani helali makbulmüş. Bu delikanlı da araya başka niyetler sokmadan ana-babasını göndermiş kızın evine. Kızın babası kapısına gelen insanları hakir görmüş. "Oğlanın işi gücü yok, fakirdir." deyip göndermiş bunları. Delikanlı uğraşmış, çabalamış ama nafile. Baba kızını vermeye razı olmamış.

Ama delikanlı razı olmuş kaderine. Nice zaman sonra ailesinin ısrarıyla dengi bir kızla evlenmiş. Bundan sonra talihi dönmüş. Almanya'ya yoğun işçi göçü olduğu yıllarda o da ailesini alıp gitmiş yurdundan. Yıllarca sılasına hiç dönmemiş. Çalışıp çabalamış. Çok zengin olmuş. Başının üstünde bir damı yokken, evleri olmuş. Ayrıca mutlu da bir ailesi varmış. Tek derdi gurbetten yuvasına dönmekmiş.

Yaşı da ilerleyince karar vermiş ve rücu etmiş memleketine. Gelmiş yerleşmiş; eski dostlar, akrabalar… Bir bir hasret giderilmiş. Ama var bir eksiklik sılada. İçin için merak ettiği bir eksiklik...

Köyünün bağlı olduğu ilçede haftanın belli günleri büyük bir pazar kurulurmuş. Bir gün adam gezinmek için çıkmış. Ayakları onu pazara kadar götürmüş. Gezerken elma satan bir kadına takılmış gözleri. Tanıdık bir yüz… Ama kim? Biraz yaklaşmış, dikkatlice bakınca tanımış. Yıllar önceki sevdasıymış bu kadın. Ne kadar da yaşlanmış. Yüzündeki çizgiler derin, pamuk gibi olan ellerinde nasır, gözleri dalgın, omuzları yorgun… Göğsünde bir yangın hissetmiş. Meğer yıllar önce tutuşan yangın hiç sönmemiş, sinsi şimdi yanmaktaymış.

Uzaktan izlemiş. Yanına bir türlü gidememiş. Önce ya beni tanırsa diye tedirgin olmuş, sonra tedirginliğin yerini eski dosta kavuşma heyecanı almış. Adım adım yaklaşmış. Kadın başı önünde elmalarla ilgilenirken dikilmiş karşısına. Kadın başını kaldırıp bakmış, adam bakmış. Yılların hikayesini yüzlerinden okumak istercesine bakmışlar.

Kadın: Elma mı istedin beyim? demiş.

Kahraman, bu soruyla kendine geldiğini söylüyor. "Kendime geldim ama burkuldu içim. O beni tanıyamadı."

Evet demiş adam.

-Elmalar kaça?

Kadın fiyatını söylemiş ama adam duymadım diyor." Yani duyamadım, azalarımın hepsi bozuldu." diyor.

"Hepsini ver." demiş. Kaç kilo bile aldığını anlamadan kasalar dolusu elmayı almış, gitmiş.

Sonra araştırmış kadının ahvalini. Babasi koyun zenginlerinden birine vermiş kızını. Ama adam işinin ahirinde çok fakirleşmiş. İşte geçim sorumluluğu kadının omzuna binmiş. O yüzden de pazarcılık yapıyormuş.

Uzun uzun uzaklara baktıktan sonra; "Eğer gerçekten sevdiysen içinde kalır, muhakkak kalır." dedi.

Ne kadar uzağa kaçarsan kaç, insan yüreğinden kaçmıyor.

Gitmekle gidilmiyor ki diyor şair;

Gitmekle gitmiş olamazsın.

Gönlün kalır.

Aklın kalır.

Anıların kalır.

İşte böyle dostlar, güçlü olanı silmeye zaman yetmiyor. Kalanları canlandırmaya bir tek kıvılcım yetiyor.