“Dondurmam Gaymak” adlı ilk uzun metraj filmiyle adını, sinemaseverlere kalıcı bir şekilde duyurup sevdirmeyi başaran Yüksel Aksu’nun geçtiğimiz günlerde vizyona giren ve şimdiden birçok ödülü kalben hak eden “İftarlık Gazoz”u, kendinden epey bahsedeceğe benziyor.

Filmlerinde anlattığı yerel hikayelerle genel bir Türkiye portresi çizmeyi başaran Aksu’nun bu yeni yapım filmi, ilkokulu iftiharname ile bitiren Adem’in, Gazozcu Cibar Kemal’in yanına çırak girmesiyle başlayan bir üst hikayeyle başlar. Adem, bu yeni işinde, ustasından (Cibar Kemal’e göre: usta, baba yarısıdır.) gazoz satmanın inceliklerini öğrenirken  büyüklerin dünyasına da ayak uydurmaya çalışır. Çünkü Ramazan ayının başıdır ve büyükleri gibi hatta ki akranlarından bazılarının yaptığı gibi o da Oruç tutmak isteyecektir. Bu çekirdek öykü etraflı gelişen hikâyede, içinde çocuk saflığının yanında inancını, kendine saklı biçimde yaşayan Müslüman saflığı da vardır.

Baba mesleği gazozculuğu, var gücüyle yaşatmaya çalışan, ekmeğinin peşindeki Cibar Kemal (Cem Yılmaz), ülke pazarında 70’li yılların başında yer almaya başlayan 'coca cola' ile ciddi kabul görecek bir darbe yemiştir; fakat Ramazan ayının bütün bereketiyle kendisine rızık vereceğine dair inancı da tamdır. Kasabanın kahvehane müdavimleriyle sinema izleyicisinin pek de tamah etmediği gazozu, plajlarda ecnebi turiste coca cola’ya rakip ve eşit eşdeğerde gördürecek kadar satma peşinde olacaktır.

Senaryoyu sadece Cibar Kemal’in ve Adem’in gazoz satma macerası olarak düşünmek filmin bütününe hakim diğer hikayeleri görmeye engel olacaktır. Bu gazoz faslı, hikâyenin küçük ve süslü kısmıdır. Asıl hikâyeyi, sosyalizmi ve dönemin gerçekliğini yansıtan ikinci halka olay örgüsünde görmek mümkündür.

Hikaye dönemine politik bir tepki olarak da ele alınabilecek İftarlık Gazoz, 1970'lerin Dev-Genç cephesine atıfta bulunarak ikinci katman olay örgüsünü işler.  Hasan karakteriyle Yılmaz Bayraktar’ın bu politik duruşu ustaca canlandırması dikkate değer bir husustur. Hasan, tütün tarlası sahibi bir ağanın oğludur. ODTÜ’de okumuş; babasınca anarşik bir velettir. Ula'da, Halkevi’ne takılan bir grup arkadaşıyla sosyalizmi yaşamaya ve anlatmaya çalışan Hasan, tütün tarlasındaki ırgatlarla çalışacak, onlarla sohbet edecek kadar “gerçek” ve otoriteye ters bir tiptir. Hasan karakteriyle Yılmaz Bayraktar’ın şimdiden büyük bir kesimce sevildiğini söylemek yanlış olmaz.

Tütün tarlasında kurulan yeryüzü sofrası’nda –ki bu sahne, görüntü yönetmenine şapka çıkartır-  ırgatlara, 80’lerin işkence aleti coca cola yerine Cibar’ın el yapımı gazozunu kendi eliyle açıp ısmarlarken politik söylemlerde de bulunan Hasan, dönemin sağ-sol çatışmasının kurbanı olarak kendisini takip edenlerce vurulur. Film, bu sahneden sonra neredeyse on yıl atlar ve 80’lerin gerek fiziksel gerekse de psikolojik işkenceli hapishane ortamına döner. Burada Adem’i, Hasan Abisinin yarım bırakmak zorunda kaldığı işi tamamlarken görmekteyiz. Filmin devamında görmesek bile arada geçen yıllarda Adem’in sosyalist, köylülerce komünist, bir çizgide yola devam ettiği ve bu uğurda hapse girdiği anlaşılmaktadır. Zaten film de hapishane koğuşunda ölüm orucuna yatan bir mahkûmun sedyeye bindirilip çıkarılmasıyla başlamıştı.

Hapishane şartlarının insan haklarına uygun şekilde iyileştirilmesi için ölüm orucuna yatan Adem’in 61. günde (ki bu hem Hasan’ı vuranları tarlaya götürdüğü için ona karşı verdiği bir kefaret borcudur hem de tutmaya niyetlenip de son ana kadar tutamadığı orucun kefaretidir.) iradesine yenik düşmesi filmin de son cümlesidir. Çünkü Adem’in sedye üzerinde yatar vaziyetteki bitkin haliyle gösterdiği “zafer işareti” Hasan Abisine hem bir hediyedir hem de ödediği kefaret borcudur.  

Film-Metinlerarasılık İlişkisi:

Filmde; Ekmeğimi Kazanırken(Maksim Gorki), Halkın Dostları Kimlerdir(Lenin), Ezop Masalları, La Fontaine Masalları gibi kitaplara da sürekli göndermelerde bulunulmuş, bunlardan kimi parçalar Hasan yahut Adem’in üzerinden izleyiciye aktarılmıştır. Bu cümlesel şölenin filme ayrı bir hava kattığı da inkâr edilemez.

Görüntü, oyuncu performanslarındaki şahanelik, yerel hikâyeyle başlayıp genele yayılan senaryo sarmalının başarısı üzerine konuşacak çok şey var ama filme, oyuncularına ve filmin bütün bileşenlerine haksızlık olmasın diye yazıyı tadında bırakmak en iyisi. Nihayetinde Yüksel Aksu oldukça başarılı bir filme daha imza atıp sinemaseverleri kırmızı koltuklara oturtmaya başlamış.

İyi seyirler…