“La" başlı başına bir isyandır. Çoğu güzel sözcük gibi "la" da yüksek sesli bir konuşmacının ağzında anlam bulabilir ancak. Masum bir yüklemden öteye gidemeyen arapça bir sözcük olmakla beraber söz ustalarınca pek güzel bir değere layık görülmüştür.

“La” evrenin sırrıdır. Bu bütün ‘olmuşların’ daha olmadığı; dünyanın cenneti izlediği o izbe köşede sonsuz bir “şimdilik” anıdır. Gizli bir hazinedir “la”. Yedi iklim dört bucağa, altı cihet on sekiz bin aleme konan bir işarettir.

Savaşı kutsal sayan dimağı vahşilere karşı barışçıl yüreklerin dillerine dolandırdığı kutsal bir sözcüktür; zillete mahkum olmaktan yüz çevirmektir; çehresi kanla aharlanan ortadoğunun masum çocuklarının ebeddiyet kanıyla cennete yükselmeleridir “la”.

Dünya, ortadoğuda akan kanla akıp gidiyor. Dünyanın çoğu yerinde akan kanla beslenen nice savaş tanrıları ‘Bırak, gitsin!’ diyecek kadar yüzsüzlüklerini boy aynasında her gün tescil ediyor. Halk, bu zelil tescile “illa ki” diyor.

Yamalı bir bakışla yollara düşen nice anne, nice çocuk, nice kes, en derin nefesle “la” diyor. Diplomatik bir söylemden öteye gidemeyen cümle kurucularına tokat iniyor. Suriye, Irak kan ağlıyor; insanlık “illa” diyor.

Yeni durumları eski şablonlara uydurma çabasındaki bütün diktatör zihniyetler anlamlarını bir bir yitiriyor. Tarih ve toplum, bizi yanıltmıyor ve yeni mevziler açıyor: Suriye, Irak, Kürdistan, bağımsızlık, kan, cellat, çocuk, anne; Sünni, Alevi, zıkkımın dibi…

“La”dan geçip “illa” diyenlere Suriye konusu ilginç bir denklem haline geliyor. Bir tarafta öldürülen direnişçi ya da hain oldukları tartışılan insanlar diğer tarafta diktatörel direniş cephesi ya da bağımsızlık adına mücadele verdiklerini savunan diğer direniş cephesi. Bütün bu hengamenin arasında ezilen yine halk cephesi. Despot yönetimlere ve faşizme karşı olan herkesin her şeyden önce Suriye cinayetlerine direniş denklemleri adına kayıtsız kalmamaları gerekmektedir. Oysaki insanlık “illaki” deyip savaş mağduru bu insanların canlarını, antiemperyalist sloganlar hesabına paranteze alıp hiçe saymaktadır.

… ve dahası. İlla ki ateş düştüğü yeri yakar. Peki bu yangının içindeki insanların feryatları nasıldır? Kulak pamuklarını çıkarıp da dinledik mi hiç? Suriyede çocuklarını kaybeden bir anneyi dinleyelim: “Herkesi O yarattı. Alevi olsun, Sünni olsun, Hristiyan veya Yahudi olsun! Aynı yaratıcıdan geliyorsunuz. Sizi ona şikayet ediyorum. Ya Allah senden başka kimsemiz yok, bizleri koru!”

Derman, tükenmiştir bu feryatla.

Gözleri açık giden küçük çocuğuna sarılıp ağlayan bir baba, bütün ölmüşlerine ağlayan bir anne karşısında enderdir. Anlamını bilmediğimiz bir dilde ağlayan bu insanları anlamak için çok da çaba sarf etmeye gerek yok. Bir ağlayış, bütün yürekleri nemlendirmeye yeter de artar.

Çorak topraklara sahip bütün ülkelerin kaderinde derin bir travma, ağır bir sınav vardır. Suriye ve Irak bu bakımdan gözden kaçamayacak kadar yakın. İdeolojik sorgulamaları bir tarafa bırakıp ekmek özgürlüğü derdinde olan milyonlarca insan modern efendilere köle edilmek üzere peşkeş çekilmekte. Toprak üzerine misak eden egemen güçler, yırtıcı pençeleriyle, alevlenmekte olan din ve mezhep savaşlarına yeni boyutlar kazandırmak adına çöl kıyımlarına yenilerini ekliyor. Bütün bu olan bitenlere geniş bir kitle “illa ki” demeyi sürdürüyor.

Dünyayı anlamak yerine dünyayı değiştirmek meylinde olan insani vahşet yeni sözcükler türetmenin önünde bir engel oluyor. Savaş, çorak topraklarda söz hakkını elden bırakmıyor ve nice kesi kendine kurban etmeye devam ediyor. Bize sözü bir bilgenin sözüyle bitirmek kalıyor: “Allah'ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır”