İnsan… Varlıklar içinde ahsen-i mahluk, halik olunanların en müşerrefi…

İnsan deyip de öylece geçmemeli!

İnsan, beşeriyetin özüdür. Çünkü beşeriyet en başta tek bir insanın yaratılışı ile başlar.

İnsan, enva-ı mahlukat ( yaratılan türleri) içinde bir dürr-i yekta( yalnız inci). Dürr-i yekta ki incirlerin en değerlisi.

İnsan, alemlerin var olma sebebidir. Yaratıcı, alemleri var ettiği en değerli yaratığın hizmetine sundu.

Tam da sözün burasına uygun olan Şeyh Galib'in bir beytini hatırlara düşürmeden edemiyorum.

‘Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.’

(Hoşça bak kendine ki kainatın özüsün sen.
Bütün yaratıkların gözbebeği olan insansın sen.)

Kimliği, hasletleri, değeri üzerine daha nice kalemlerden, nice sözlükler dökülen ‘insanın, insana iyi gelen bir yanı olmalı.’

Tamir ve tedavi eden, teessüre sürur olan, kaybolunca arayan, yitirince bulan bir yanı…

Ömrü boyunca insan insana vazifelidir, insan insana mecbur.

Bu demek olmuyor ki, hayatımıza dahil olan her insan elzemdir. Bazı gidenler terk ettiği yeri memnun eder, bazı gelenler de geldiği yeri. Elbette ki, her giden yaralamaz, her gelen de tedavi edici değildir.

İnsana vazifeli insan, görevi süresince memur edildiği işi yapar ve gider.

Vazifesi insanı farklı hallere sokar. Farklı vazifeler, farklı insanlar, farklı hayatlar… Döngü böylece devam eder. Bu döngü içinde insanı değerlendirmek için tek bir haletine şahit olmak yanılgıya düşürebilir.

Bazen bu yanılgı geri kazanılamayacak kayıplar verdirir insana. Telafi edilemeyecek kırıklıklar, geri getirilemeyecek günler hatta belki bir ömür…

İnsan,memur edildiği vazife nispetinde -ehemmiyeti bakımından söylüyorum- tırnak içinde “ insanca ” yaşamalıdır. Çünkü her insan hatta her canlı bir “ insan ”la yaşamayı talep ve hak eder.

İnsan için biçilen bu ‘farklı vazife halleri’ konusunun daha somutlaştırılmaya ihtiyacı olduğunu düşündüğümden, beğendiğim bir hikayeyi kullanmak istiyorum.

“Leonardo da Vinci ‘Son Aksam Yemeği’ isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı… İyi’yi İsa’nın bedeninde, Kötü’yü de İsa’nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda’nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı…

İyiliği temsil eden İsa’yı, ve kötülüğü temsil eden Yahuda’yı betimlemek için model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı.

Koroda şarkı söyleyen bir genci, İsa’nın tasviri için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi. Aradan üç yıl geçtiği halde Son Akşam Yemeği hala tamamlanamamıştı.

Leonardo, Yahuda için kullanacağı modeli günlerce aradıktan sonra, sarhoşluktan kaldırım kenarına yığılmış, vaktinden önce yaşlanmış, paçavralar içinde genç bir adam buldu. Yardımcıları adamı güç de olsa kiliseye taşıdılar ve orada ayağa diktiler. Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resmetmeye başladı. Leonardo, işini bitirmek üzereyken; berduş, yavaş yavaş ayılarak gözlerini açtı ve harika duvar resmini gördü. Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi:

“Ben bu resmi daha önce gördüm.”

“Ne zaman?” diye sordu Leonardo. O da şaşırmıştı.

“Üç yıl önce… Elimde avucumda olanı henüz kaybetmemişken. O sıralarda bir koro-da şarkı söylüyordum. Pek çok hayalim vardı. Bir ressam beni İsa’nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti.”

İyi ve Kötü’nün yüzü aynıdır… Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır…”

Paulo Coelho

İşte böyle… Belki başta roller uygun şartlarda ve iyi karakter olarak verilmemiş olabilir. Yolumuza ne çıkarsa çıksın, aktör biziz. İyi olmak ve iyi kalmak her zaman mümkün.