Soğuk ve suskun kış gecelerinde TRT FM dinlerdim. Takip edenler bilirler saat 24.00’te başlayan programları sabah 07.00’ye kadar sürer. Dile kolay. Bıkmadan, yorulmadan 7 saat boyunca yayın yapmak, dinleyiciyle kendi arasında temposunu hiç yitirmeyen enerjik bir bünyeyle bağ kurmak, dinleyiciyi frekansa bağlamak, üstelik de ülkenin en prestijli yayın organını temsil etmek çok zor olmalı. Sabaha kadar süren programlarda kurtlar ulurken tarlasını sulamaya giden bir köylü, gecenin bir yarısı uyuyamamış bir hasta veya sınava çalışan bir öğrenci bile yayına bağlanır telefonla. Kültürel ve sanatsal paylaşımlar yapılır, yarışmalarda dinleyicilere nostaljik görünümlü radyolar armağan edilir, şiirler okunur, türkülerimizin hikâyeleri paylaşılır, sanatçılar ve konuklarla gecenin bir yarısı sohbet edilir, şarkılar söylenip geceye keyif katılır... E sorun ne o zaman? Sorunumuzun sözünü ettiğim radyoyla ilgili olmasını çok isterdim. Yazık ki radyoculuk TRT’den ibaret değil. Ulusal ve yerel çok sayıda radyo kanalının varlığı, bu sektördeki kirliliği ve sorunları da beraberinde getiriyor.

 

Bizi ilgilendiren kısmı yayınlardaki sıradanlık, sorumsuzluk ve topluma radyonun varlığını bir beyhudelik olarak benimsettiren bayağılıklar yığını…

 

Üniversite yıllarımda Erzurum ve Erciş olmak üzere 3 ayrı radyoda yayın yapmış biri olarak söylemem gerekiyor ki programcı ve yayıncıların hepsine yakını bu mesleğin gerektirdiği yeterliliklerin çoğuna sahip değillerdi. Neler mi? Mesela diksiyon, ses ve nefesi doğru kullanma, dil yeterliliği, yayıncılık kuralları vb. Bu saydıklarımın çoğunu ben de araştırmadım, okumadım. Çoğu meslektaşım gibi kapısını çaldığım radyo istasyonunda kabul gördükten sonra ertesi gün gidip mikrofonun karşısına geçtim ve konuşmaya başladım. (Bunu söylerken kastımın yerel radyolar olduğunu belirtmem gerekiyor. Ulusal kanallarda iş farklı.) Bu işe başlarken potu, mikseri, yayın bilgisayarını, ana kumandayı dahi tanımıyordum. Fakat bunlar kısa sürede çözülecek durumlar. Asıl konuşulması gereken programcı sıfatıyla o stüdyoya girenlerin ne tür yayınlar yapacağı ve programların içeriği. Yazık ki içerik bakımından zengin ve doyurucu programlar yok denecek kadar az… Çok sayıda istasyon var. Özel radyolar, üniversitelerin ilgili bölümlerinin bünyesindeki radyolar, emniyet teşkilatının bünyesindekiler, askeriyeninkiler… derken uzayıp gidiyor. Konuşmaya kalksak çok uzar. İşin içinden çıkmak için bu başlıkları biraz daraltmam lazım. O yüzden özellikle bölgemizdeki daha da özelleştirmek gerekirse ilimizdeki ve bulunduğum yer olan Erciş’teki yerel istasyonları göz önüne alarak eksiklik ve aksaklıkları sıralamak istiyorum.

 

Yerel kanalların imtiyaz sahiplerinin işi gerçekten zor. Personeli idare etmenin zorluğuna, geniş insan kitlelerine hitap eden bir basın kuruluşunun sorumluluğu da eklenince ciddiyeti anlaşılıyor. Üstelik her departmanla ayrı ayrı ilgilenmek zorundalar. Personelin özverili çalıştığından pek emin olamayanları firmalara mahcup olmamak için her reklam seansını takip etmek zorunda kalıyorlar. Bu da her 10-20 dakikada bir radyoyu takip etmeyi gerektiriyor. Bunun için de yanlarında sürekli radyo veya radyo dinlemeyi sağlayacak bir iletişim aygıtı taşırlar. Her dakika kontrol ederler yayını. Hiçbir hatayı kaçırmazlar; bu da işi biraz gevşek tutan personelin hoşuna gitmez tabi. Erciş’te çalıştığım radyodaki bir arkadaş bununla ilgili şu komik anıyı paylaşmıştı. ‘Radyoda gece nöbetindeydim. Uyuyordum. Sabah saat 4 civarı telefon çaldı. Baktım ki patron. Yayın durdu dedi bana.’ Hepimiz kahkaha atmıştık buna ama gerçekten de herkesin uykuda olduğu bir saatte bile yayının durduğunu radyodaki nöbetçiden bile önce fark edecek kadar sorumluluk sahibi ve bilinçli bir radyocuydu.

 

Personelde veya yayınlarda oluşan her türlü sorunda yine ilk önce başvurulan ve medet umulan makamdır yerel radyo sahibi. Tabi bazı radyo sahipleri bu iş için bir yetkili atayıp sadece dışardan takip ederler. İşlerini kendileri takip etmek zorunda kalanlar sağlam bir psikolojiye sahip olmak zorundalar maalesef. Çünkü yayıncılık çok riskli bir meslek ve yapılan büyük hatalar bazen yasal anlamda ihlale sebep oldukları için kuruluşun adli yargıya intikal ettirilip ceza almasına bile sebep olabilirler.

 

 

Gelelim yerel radyolarımızın yayın kalitesine. Kimsenin bizden (kendimi de katıyorum) kusursuz yayınlar beklemeye hakkı yok. Çünkü bu iş için yetiştirilmedik, çoğumuz eğitimini almadık. Stüdyoya girdikten sonra öğrendik neyin ne olduğunu. Fakat bu işe giriştiğimiz ve ben artık radyo programcısıyım dediğimiz zaman sorumluluğu da kabul etmiş oluruz. Programcı olup da programcı özellikleri taşımıyorsak bize ‘o halde bu işi neden yapıyorsun?’ diye sorarlar. Haliyle bu özellikleri taşımak zorundayız. Örneğin bir programcı dili düzgün kullanmak zorundadır. Dil özelliklerini bilmek ve diksiyon bilgisine sahip olmak zorundadır. Buradaki radyolarımızda bazı programcıların hatasız cümle kurdukları görülmemiştir. Anlatım bozukluklarından geçilmiyor konuşmaları. Bazen muhabbeti öyle bulandırıyorlar ki ne anlatmaya çalıştıklarını dinleyici anlamıyor. Mevzunun neden ibaret olduğunu anlamak için bir dekodere ihtiyaç oluyor. Yani ifade yetenekleri de yetersiz.

 

Sözü fazlaca uzatanları var. Bir şarkı arası vermek için 15 dakika boyunca laflayanı var. 15 dakika değil 45 dakika boyunca da laflayabilir diyeceksiniz. Sorun o değil. Sorun, 15 dakika boyunca yalnızca şarkının ismini anons etme çabasına girmiş olması. Bu süre zarfında şarkı ve şarkıcının ismini 8 defa anons etme harikalığına imza atanlar var. Bu da inanılmaz bir yayın kirliliğine ve kulak tırmalanmasına sebep oluyor.

 

Bu yetmezmiş gibi programının müzik formatının bilincinde olmayanlar var. Müslüm Gürses’in ardından Hadise’nin tabiri caizse en kıvrak şarkısı yayınlanıyor, hem de gecenin en ağır saatinde. Bir program içinde hem arabesk, hem pop müzik yer alabilir tabi fakat müzik formatını dinleyicinin tempo ve ritim duygusunu köreltmeden ayarlamak gerekmez mi?

 

Fon müziği kullanan meslektaşlarıma bayılıyorum. Yaptıkları iş tam anlamıyla sanat. Herkesin harcı değil yani. Program zaten fonla başlıyor, ardından fon müziğini saniye süresince, hızlı hızlı kısıp yükselterek dinleyicinin kulağının neye uğradığını şaşırmasını sağlıyorlar. Fon kısılınca yayıncının en az 3-4 cümle kurup ondan sonra fonu tekrar yükseltmesi beklenirken 3 kelimelik cümleyi fonu 3 defa kısıp yükselterek kurdukları oluyor. Yani şöyle: Hareketli, ritmik bir fon hayal edin şimdi. Cümlemiz günaydın sevgili dinleyicilerimiz olsun. Günaydııııın… fon… sevgiliiii….fon…. dinleyicilerimiiiiiiiz…fon…. Veya ‘bugün….. fon…. Şöyle….fon….bir…. fon…. Silkinip… fon… kendimize… fon… gelmek için… fon… ritmik bir… fon… şarkıyla… fon… başlamaya… fon… ne dersiniz?... fon… Abartısız söylüyorum durum bundan ibaret. Nedir fon müziği? Ne işe yarar? İşini bilen bir yayıncı için en fazla soluklanmak ve programı renklendirerek dinleyicinin kulağına daha ritimli, daha renkli ulaşmasını sağlamak içindir fon müziği. İkide bir de kısıp yükseltmez fonu. Konuşurken alttan bir tempo versin diye kullanır. Oysa sözünü ettiğim yayıncılar için durum farklı görünüyor. Ya cümle kurma yeteneklerine güvenmiyorlar ya da ikide bir fon müziği potunu indirip kaldırarak ‘bakın pot böyle kullanılır’ mesajı veriyorlar. Bilemiyorum.

 

Şarkıyı yarıda kesmeler de cabası. Binlerce insanın dinlediği bir frekansta şarkısı yayınlanan sanatçı o anda şarkısının arasına Türkçe bile konuşamayan bir yayıncının girdiğini duysa ne hissederdi acaba?

 

Programları için saatlerce uğraşıp single yapanlarımız vardır. Bunları veya radyonun adının ve frekansının geçtiği single çalışmalarını şarkı arasında bir iki defa değil de ne hikmetse üst üste 7-8 defa geçenler var. Yine dinleyicinin kulağına hakaret ediyorlar gibime geliyor ama belki de daha iyimser bir niyetleri vardır. Bilmiyorum.

 

Daha dün akşam dinlediğim programcının gecenin bir yarısı yayındayken cep telefonu çalıyordu. Hem de üst üste, ısrarla… Buna herhangi bir anlam yüklemek isterdim ama akli yeteneğim bu kadarına yetmiyor. Bir programcı yayın esnasında cep telefonunun polifonik melodisini neden ısrarla dinletmek istesin ki? Üstelik kendisi yayında konuşurken… Telefonu sessize almayı akıl edemiyor olabilir mi? Ama bu çıkarımım çok haksızca olur. Herhalde o kadarını akıl edemeyecek programcı yoktur. Mutlaka başka bir sebebi olmalı… Olmalı da dinleyiciye huzursuzluk veren böylesi anlamsız bir hareketin sebebi ne olabilir ki?

 

Yerel radyo istasyonlarından birinin sahibi bizzat anlattı bana: Bir akşam radyodayım. Yan taraftaki odadan takip ediyorum yayını. Yayına başlayan arkadaş arabeskçi. İyi çalıyor, iyi de şiir okuyor. Dinleyicisi çok. Baktım ki yayına başlarken reklam seanslarının hepsini kaldırdı, iptal etti. (Radyo sahibi yan odadan yayın bilgisayarını takip edebiliyor, yani ekranı görüyor. Radyocular bilir, reklam seansları genelde otomatiktir, yani saati gelince yayına girer.)

 

Buna benzer girişimler çok fazla yerel radyo programcısında vardır. Bu hareketin onlarca boyutu var. Kendi mesleğine saygısızlık, kendine dürüst olmama, reklam sahibinin hakkına girdiği için ahlaki boyutu da var… Var da var… Ama bunu, mesleğinde –güya- iyi olanlar bile yapabildiğine göre mevcut etiksizliği varın siz düşünün…

 

Program kapatma, yayının sonuna gelindiğinden ve dinleyicide iyi bir intiba bırakmak amaçlandığından önemli bir konudur. Geçenlerde radyo dinlerken yayıncının programı şu şekilde kapattığını duydum: Evet sevgili dinleyiciler bugün de geldik programımızın sonuna… (yine fon) Yarın yine burda olucaz… fon… O zamana kadar kendinize çok ama çok iyi bakıyoosunuz… fon… Bizler yarın aynı saatte yine burda olucaz… O zamana kadar her şey… fon… ama her şey gönlünüzce olsun… Kalplerinizden sevgi… fon… Yüzünüzden gülücükler eksik olmasın… fon… Evet sevgili dinleyiciler artık bugünlük bu kadar… yarına kadar mutlu kalıyorsunuz… kendinize çook ama çoook iyi bakıyosunuuuuzzzzz… Gününüz güzel geçsin… her şey gönlünüzce olsun… sağlıklı kalın mutlu kalın efenim… hoşçakalın… son şarkımız …..’den gelecek. Şimdilik hoşçakalın, son şarkımız beni yalnız bırakmayan bütüüüün dinleyicilerim için… Kendinize çoook ama çooook iyi bakıyoosunuz… Hoşçakalın, dossça kalın… Sevgiler, saygılar…

 

Yazarken bile üşendim. Siz de okurken yoruldunuz sanırım. Bunu bir radyodan dinlediğinizi düşünün. Ne kadar iyimser olursak olalım böyle bir kapanış bize ne kadar sevimli gelebilir ki? Bu ne demektir? Programcı arkadaş ‘üzgünüm ama sizin biraz salak olduğunuzu düşündüğüm için defalarca tekrarladım. Yayın bitti. Anlamadıysan bir daha söyleyeyim sevgili dinleyici, yayın bittiiiiii. Hatta hala idrak edememiş olabilirsin bak tekrarlıyorum bitti ey dinleyici bitti…. Sağır mısın bitti diyoruuuuuum’ demeye çalışıyor sanırım. Bize hakaret ediyor olsa bile lütfen kızmayalım, adam bizim için çabaladı. Programın bittiğini anlamamız işçin sayısız tekrar yaptı. Çabasını alkışlamamız lazım.

 

Sponsor firma ile çalışan yayıncılarımız malesef firmanın her isteğini yerine getirip gönlünü hoş tutmak zorundalar. Yayıncılık ilkelerine sıkı sıkıya bağlı, prensip sahibi yerel radyolar istisna tabi. Onları kastetmiyorum. Fakat bizim bölgemizde hep şahit olduğum gibi sponsor firma size sponsor olduğu zaman reklamını en iyi şekilde yaptırmak için bazen işi abartarak tahammül edilmez isteklerine de sizi alet edebilir. Prensip sahibi bir yayıncı olsanız dahi bu isteklere uymak zorunda hissedersiniz kendinizi. Sponsor firmalardan öyle çok bahsedilir ki yayın çok sıkıcı bir hal alır ve firma böyle yaptırarak işini tanıttığını düşünür. Aslında dinleyiciyi bu şekilde hiç de etkileyemediğinin farkında bile değildir. Sponsor firmaların tanıtıldığı yayınlarda gereksiz ayrıntılardan kaçınılmalı, belli başlı bilgilere yer verilmeli. Bu reklam saatleri için de geçerli. Reklamlar gereğinden çokça uzun oluyor ve bu onların etkililiğini düşürüyor. Doğrusunu söylemem gerekirse radyo sahipleri ve reklam sorumluları bu durumun farkındadır ama yıllardır esnafa bunu anlatamadık maalesef. Esnaf, kısa tutulmuş fakat oldukça etkili yazılmış reklam metnini gördüğünde ‘bu ne? Sen benle dalga mı geçiyorsun? Ahmet’in reklamını dinledim. Onunki niye 45 saniye sürüyor da benimki niye 12 saniye?’ diye gürlüyor. Bilmiyor ki aslında Ahmet de onun gibi tepki verdiği için zavallı reklam sorumlusu bir reklam da bir reklamdır, bari müşteriyi kaybetmeyeyim endişesiyle Ahmet’in reklamını da 45 saniyeye çıkarmak zorunda kalmıştır. Bir giyim ve bijuteri sahibinin reklamında çorabın, tokanın, hatta iç giyim parçalarının bile teker teker fiyatlarını yazıp bize zorla okuttuğunu hatırlıyorum. Bunu esnafın çoğu yapıyor.

 

Radyolar belli başlı prensiplerine bağlı kalsın da reklamları kuralına göre alsınlar diyenlerimiz olabilir. Ama bu o kadar da kolay değil. Yerel radyo istasyonlarının tek geliri reklam ve tanıtımlar olduğu için mali anlamda ayakta kalabilmek için maalesef zaman zaman bu ilke ve prensiplerden ödün vermeye mecburlar. İşte bu yüzden satırlar boyu eleştirdiğim radyoculara bu konuda hak veriyorum.

 

24 saat boyunca arabesk müzik yayınlayan radyolarımız var. Muhtemelen hayatı yalnızca arabeskten ibaret olan ve toplumumuzun da önemli bir kesimini teşkil eden ‘arabesk tutkunları’nın kendilerini dinlemesi onlar için yeterlidir. Onlar da arabeskçe düşündükleri ve hayata öyle baktıkları için başka müzik türlerine ve dinleyicilerine ihtiyaç duymuyorlar.

 

Kültürel ve sanatsal anlamda doyurucu yayınlarımız çok az demiştim başta. Nedeni, bu tür yayınlara el atacak kalifiye eleman eksikliği yahut dinlenme olasılığının düşük olmasıdır. Üzücü olan o ki toplum olarak Orhan Gencebay’ı dinlemeyi şiirin tarihsel gelişiminin veya ünlü düşünür ve yazarların hayatının tartışıldığı bir programa binlerce kez tercih ederiz. Bizim için Müslüm baba çalıyorsa (ki Allah rahmet eylesin) o radyo radyodur. Ama iki edebiyat öğretmeni gelmiş gariban bir edebiyat aşığı programcının stüdyo konuğu olmuşsa kapat o radyoyu televizyonda maç izle. Bize ne edebiyattan… Minibüs şoförü için radyo yolda direksiyon sallarken Ferdi’nin şarkılarıyla efkarlanmak, ‘ooofff’lar çekmektir. Liseli genç için radyo kendini terk eden sevgilisi için şarkılar isteyip ‘çektiğimi sen de çekesin’ beddualarıyla onun canına okumaktır. Sanayide çalışan eleman için patronunun asık suratını bir an için unutup sigarasından bir yudum alırken şarkılarla azıcık da olsa içlenmek, günü kurtarmaktır. Ama radyoculuk çok azımız için oturup haber dinlemek, gündemi takip etmek, sanat müziği dinleyip sanat zevkini yükseltmek, yeni bilgiler öğrenmek, yarışmalarda bilgisini sınamak, ve kaliteli şarkılar dinleyip ruhu olgunlaştırmaktır. Çok azımız için budur radyo. Fakat radyoculuğun amaçları da bu değil mi? Demek ki radyo sektörü gerçek amaçlarının çoktan dışına çıkmış, yalnızca toplumu yozlaştırmaya ve yaşamın asıl zevk ve tutkularından uzaklaştırıp özellikle de genç kesimi arabeskten ibaret olan boş bir hayat serüvenine itmekle meşgul. Sonu nereye varır? O radyoları dinleyen gençler yarının anne babaları olduğunda ve geleceğimize çocuklar yetiştirdiklerinde sonunun nereye varmış olduğunu sanırım hep beraber göreceğiz.

 

Radyolarımız yukarda da sözünü ettiğim imkânsızlıklardan ötürü kaliteli ve bu işin eğitimini almış, her açıdan yeterli bir kadro çalıştıramıyorlar ne yazık ki. Böyle personel çalıştırmak her şeyden önce onların hak ettiği mali desteği de sağlamayı gerektirir. Fakat mevcut şartlarda bu pek de mümkün görünmüyor. Bundan dolayı bunca eleştiriyi hak etmediklerini düşünebilirler radyo yetkililerimiz. Doğru… Birkaç basit çabayla bazı şeyleri düzeltebileceklerinin farkındalarsa o zaman haklılar. Örneğin günümüz internet imkânlarının sağladığı faydaları da göz önünde bulundurup personeli işe almadan önce kısa bir eğitime tabi tutabilirler. Veya bu işi gönüllü olarak yapacak, alan mezunu yüzlerce insan var. Bu iş için bir gününü vermeyecek insan çok azdır. Kısa çalışmalarla pratik yaparak da ifade özgürlüğü olmayan, dili yetersiz, sesini kullanamayan, yayın yeterliliği olmayan bir birey olmaktan kurtulmamız mümkün. Eğer bu işi severek yapacaksak tabi… Yanı sıra yayıncılıkta yeterli bir yetkili çalıştırıp gün içinde uygun saatlerde personele belli kuralları öğretecek kısa bir eğitim verdirebilirler. İlgili seminer ve toplantılara katılabilir, gerekli internet siteleri ve kitapları takip edebilirler… Ya da en güzeli kapıyı her çalanı değil de bu işi hakkıyla yapacak yetenekte insanları bünyelerine alabilirler. Var da var… Yolu yordamı çok… Yeter ki radyo sahipleri de radyoyu yalnızca az çok cebi ısıtacak bir kapı olarak görmekten uzak topluma karşı sorumluluk duygularına da sahip olsunlar. Yeter ki bizi umutsuzca kalitenin frekansını aramak zorunda bırakmasınlar. Radyo ölmedi ki. Hala yaşıyor. Madem bu işe gönüllüler o halde yaşatmalılar. Yaşatabilmeliler.

 

(İşini etik ve hakkıyla yapan meslek grubu bu yazımın dışındadır, istisnadır.)