Hz. Peygamber (sav) ile gelen İslam, ilk günden hilafetin yıkılışına kadar vahiy kaynaklı bir siyasetle insanların hayatını düzenledi. Malum olduğu üzere İslam'da hüküm yani kanun koyma hakkı Allah'ındır ve bu hak hiçbir şekilde insana verilmemiştir. Bundan dolayıdır ki, Allah Kur'an'ın birçok ayetine yerde de gökte de hükmün kendisine ait olduğunu beyan buyurur.

Her ne hikmetse Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra İslam'ın gelecek nesiller tarafından gerçek hali ile bilinmemesi ve hayata o hali ile tatbik edilmemesi için "İslam'da Siyaset Yoktur" sözü söylenerek Müslümanların siyaset yapması bununla engellendi.

Oysa bir devletin devlet olabilmesi ve devlet işlerinin sürdürebilmesi için siyasete ihtiyacı vardır ve bir devlet asla siyasetsiz bekasını sürdüremez.

Anlam olarak siyaset; dünya hayatında insanların bütün ihtiyaçlarını karşılamak adına sosyal, kültürel, adalet ve eğitim sahaları ile birlikte yaşamın mükemmel bir şekilde gitmesi için yapılan sevk ve idarenin anlamıdır.

Allah, ilk Peygamber Hz. Ademden Hz. Muhammed (sav)'e kadar insanları vahyin hükümleri ile başıboş bırakmadı ve onların her döneminde ihtiyaçlarına göre hükümler indirerek sevk ve idarelerini yani siyasetlerini vahyin hükümlerine göre yapılmasını murad etti.

Ne hazindir ki insanoğlu kendilerini yaratan ve bütün nimetlerini veren Allah'ın hükümleri yerine kendi akılları sonucunda buldukları hükümleri insanlara dayatarak onları bu hükümlere göre sevk ve idare etmeye başladılar.

İnsan, her ne kadar Allah tarafından en büyük düşmanlarının Şeytana olduğunu ve Şeytana karşı uyarılmalarına rağmen Şeytani dürtüler sonucunda nefislerindeki istek ve arzularını tatmin etme adına akli ve nefsi hüküm ve kanunları insanlar dayatarak sistemleştirdiler. Allah, Kur'an'ın birçok ayetinde Şeytana kulluk etmekten kaçınmamızı emreder. Örneğin Yasin Suresi 60 ve 61. ayetlerinde; "Ey Adem oğulları, ben size ahit vermedi mi? Şeytana kulluk etmeyin o apaçık bir düşmanınızdır demedim mi?. Bana kulluk edin doğru olan yol budur!"Allah'ın emrettiği ibadetleri yapmayanlar Şeytana ibadet etmiş sayılır. Bu ayetler bunu ispat etmektedir.

Allah, biz Müslümanlara uyarı olarak Maide Suresi 82. ayetinde; "Andolsun, insanlar içinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olanların Yahudiler ve şirk koşanları bulursun..." emri ile bugün karşı karşıya bulunduğumuz tehlikeyi 1400 yıl önce bize haber vermektedir. Kur'an'da kendilerinden en çok bahsedilen Yahudiler olduğunu ve bize düşman olduklarını bilmemize rağmen onlar hakkında hiçbir bilgi ve araştırmaya sahip olmamamız bizi ekonomik ve siyasi bakımından onların sistemlerinin içine çekmiştir.

Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması ile birlikte kurulan Siyonist Yahudi devletinin şimdiki varlığı ve barbarlığı ile birlikte kanlı uygulamaları Müslümanların dünya siyaset sisteminde var oldukları dönemde bu kadar cesaret ve tesirleri yoktu. Ama ne zaman Müslümanlar siyasetten el çektirildiler ve hakim oldukları topraklara ulusalcılık ve işbirlikçi yönetimlerin temeli atıldı İslam'da siyasetin olmadığını hatta din ile siyasetin ayrı şeyler olduğunu ve dindar insanların siyasetle uğraşmamaları gerektiğini hep beyinlere nakşettiler.

Allah bizi Yahudiler karşı uyarırken genellikle Yahudiler hakkında bir bilgi ve tanımışlığımız çok derinlikli olmamasına karşı kısmi olarak vardır. Ama ikinci düşman olarak beyan buyurulan Müşrikler kimdir ve nasıl şirke girilerek Müşrik olunur konusunda halkın çok ciddi manada bir bilgisi yoktur.

Bugün camilerde vaaz verenler diyanete bağlı imamlar kendilerine verilmiş çizgi ve sınırları pek aşmazlar. Oysa şirke düşmek ve müşrik olmak Kur'an'da çok önemle bize bildirilen ve sakınmamız konusunda uyarılan kavramlardır. Allah Nisa Suresi 48 ve 116. ayetlerinde şirke giren müşrikleri kesinlikle af etmeyeceklerin beyan buyurur.

Şirkin günümüzde anlaşılabilmesi için konuyu net olarak anlatmak gerekmektedir. Allah'ın mülkünde O'nun yarattığı insan aklı ile bulduğu hükümleri insan hayatına uyguladığı zaman Allaha ortak koşmuş olur ve şirke girer. Çünkü Allah Peygamberleri vasıtası ile her dönemde insanlara hüküm koyma yetkisinin insanda olmadığı bilgisini vermiştir. Buna ilahi uyarıya rağmen insanlar Allah'ın mülkünde kendi akli hükümlerini koymaktan hiç vazgeçmemiş ve isyanını yapmıştır.

İnsanoğlunun tarihin derinliklerinden devralarak getirdiği sistemi geliştirmek sureti ile günümüze taşıyarak bunu sistemleştirmiş ve hayata tatbiki hususunda da gerekli tedbirleri almıştır.

Günümüzde insanoğlunun aklı sonucu bulunan ve sistemleşen siyasal yapılar Kapitalizm, Sosyalizm ve Faşizmdir. Bu akli sistemlere inanan ve bu sistemlerin insanların hayatına uygulanabilmesi için mücadele eden ve bu uğurda gayret sarf edenler Allah'ın onlara vermediği bir yetkiyi kullanmaları ve Allah'ın mülkünde kendi hükümlerini tatbik etmeleri onları şirk koşmaya götürmüş ve kendilerini müşrik yapmıştır.

Allah bunlara karşı insanların aldanmaması için ve hak suretindeki beyanlarına kanmamamız için Fatır Suresi 5. ayetinde; " Ey insanlar! Allah'ın vaadi haktır, dünya hayatı aldatıcıdır. Aldatıcılar Allah'ın adını kullanarak sizi aldatmasın" buyurarak müşrik düzenlerin insanları kendilerine bağlamak için Allah'ın adı ile kandırmalarına karşı bu ilahi uyarı çok önem arz etmektedir.

Kendilerine Allah tarafından gelen Tevrat ve İncilin ayetlerin çıkaran ehli kitap sahipleri bugün birbirlerinin velayetini sağlamaları neticesinde Müslümanlara siyaseti ancak onların şemsiyesi altında icra etme müsaadesi verilmiştir. Oysa onlar ilahi olanı bozmuş ve beşeri olanı kitaplarına almakla lanetlenmişlerdi.

İslam'ın hükümleri onların işbirliği neticesinde ortadan kalktıktan sonra bugün mevcut Müslümanlar kendilerine ait siyaset yerine onların siyaseti ile hayatlarını düzenlemektedirler. Oysa Allah Maide Suresi 51. ayetinde; " Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları kendinize veli edinmeyin onlar birbirlerinin velisidirler. Sizden kim onları kendine veli edinirse o onlardandır. Allah zalimler toplumuna hidayet vermez" buyurarak yine ilahi bir ikaz ile bizleri uyarmaktadır.

Osmanlının yıkılmasından sonra özellikle Müslümanların bir daha Kur'ani bir siyasete girmemeleri için İslamda siyasetin olmadığını ve İslam ile siyasetin bağdaşmadığını nesillere telkin etmeye başladılar. Bunun akabinde Müslümanlar hangi ideolojik zeminde yaşamışlarsa o zeminin ideolojisine göre eğitildikleri için İslam'ı da o zihniyetin penceresinden bakarak değerlendirmiştir. Haliyle ortay birçok İslami anlayışlar gelmiştir. Ama hiçbirisi Allahın razı olduğu İslam ile örtüşmemektedir.

Bediuzzaman Said Nursi'nin yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa'nın Katolik dört ülkesinde tercüme ederek aldığı hükümlerin İslam ile bağdaşmadığını anlatabilmek için "Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah'a sığınırım"sözü siyaset ile Müslümanların bir arada olamayacağını hep işlediler. Oysa Bediuzzaman onların Avrupa'dan aldığı Hıristiyan hüküm ve siyaseti için söylemişti bu sözleri. Fakat bu sözler sistemin işine o kadar geldi ki bu sözleri uzun yıllar kullanarak Müslümanları siyasetten uzaklaştırdılar.

Şimdi Bediuzzamanın çok eziyetler çektirildiği dönemde bugünleri anlatan ve Kur'an'ın esasların anlatan tespitlerini ve bu tespitlerini acaba onun işaret ettiği şekli ile kim siyaset sahnesine koydu görelim.

BEDİUZZAMAN SAİD NURSİNİN ÖNEMLİ TESBİTLERİ

1- Şeriatteki rahmet, semâ-i Kur’ân’dandır. Medeniyet-i Kur’ân esasları müsbettir. Beş müsbet esas üzere döner çarh-ı SAADET.

Sadeleştirilmiş hali
Şeriattaki rahmet Kur’an’ın yüceliğindendir. Kur’an-i hayatın esasları doğrudur. Beş doğru üzere döner SAADETçarkı.

2- Nokta-i isnadı, kuvvete bedel haktır. Hakkın daim şe’nidir adalet ve tevazün. Bundan çıkar SELAMET, zâil olur şekavet.

Sadeleştirilmiş hali
Kuvvete karşı dayanak noktası haktır. Hakkın daim özelliği adalet ve ölçülü davranıştır. Bundan SELAMET çıkar sıkıntılar ise geçip gider.

3- Hedefinde menfaat yerine FAZİLETTİR. FAZİLETİN şe’nidir muhabbet ve tecazüb. Bundan çıkar SAADET; zâil olur adâvet.

Sadeleştirilmiş hali
Hedefinde menfaat yerine erdem ve güzellik vardır. Erdem ve güzelliğin özelliği muhabbet ve yakınlaşmadır. Bundan SAADET doğar, düşmanlık ise yok olur.

4- Hayattaki düsturu, cidal kıtal yerine düstur-u teâvündür. O düsturun şe’nidir ittihat ve tesanüd; hayatlanır cemaat.

Sadeleştirilmiş hali
Hayattaki kuralı, kavga ve öldürme yerine yardımlaşma prensibidir. O kuralın özellikleri birlik ve dayanışmadır, bununla cemaat hayat bulur.

5- Suret-i hizmetinde, hevâ heves yerine hüdâ-yı hidayettir. O hüdânın şe’nidir insana lâyık tarzda terakki veREFAHET.

Sadeleştirilmiş hali
Hizmet yapısında heva ve heves yerine ilahi hidayet vardır. O hidayetin özelliği insana layık tarzda ilerleme ve bolluktur.

6- Ruha lâzım surette tenevvür ve tekâmül. Kitlelerin içinde cihetü’l-vahdeti de; Tard eder unsuriyet, hem de menfi milliyet.

Sadeleştirilmiş hali
Ruha nurlanma ve olgunlaşma lazımdır. Bununla kitlelerin içinde birliğin yönü ırkçılığı ve menfi milliyetçiliği yok eder.

7- Hem onların yerine rabıta-i dinidir, nisbeti vatanidir, alâka-i sınıfidir uhuvvet-i imâni. Şu rabıtanın şe’nidir samimi bir uhuvvet.

Sadeleştirilmiş hali
Hem onların yerine bu dini bir bağdır, vatanın bağıdır, sınıfın bağıdır, imanın kardeşliğidir. Şu bağın özelliği de samimi bir kardeşliktir.

8- Umumi bir SELAMET. Hariç etse tecavüz, o da eder tedafü. İşte şimdi anladın, sırrı nedir ki küsmüş, almadı medeniyet

Sadeleştirilmiş hali
Umumi bir SELAMETTİR bu. Saldırsa o da savunma yapar. İşte şimdi anladın mı medeniyetin bu sırrı neden almadığını.
(Sözler Kitabı. SÖZ yayıncılık. İst. Ekim.2013 Sayfa: 966-7)

Görüldüğü gibi Bediuzzamanın yapmış olduğu bu önemli tespitleri çok dakik ve mahirane bir şekilde Erbakan Hoca tarafından yürürlüğe konmuştur. 1969 yılında Milli Nizamı kurarak siyasete Müslümanları yeniden alıştıran Milli Selamet, Refah, Fazilet ve Saadet Partilerini kuran Necmeddin Erbakan'ın belirlenen isimler üzerinden siyasetine adlar verilmesi öyle kendiliğinden olamadığı Bediuzzamanın bu tespitleri ile sabittir.

Bediuzzamanın kullandığı Selamet, Refahet, Fazilet ve Saadet kelimeleri Merhum Necmeddin Erbakan tarafından hayata geçirilmiş ve Müslümanları emperyalist saldırganlıklarına karşı İslam Birliği projesi ile Müslümanları siyaset sahnesine daha bir şuur ve azimle taşımıştır. Bugün İslam coğrafyasında Müslümanların kanı dökülmekte ve en acısı da Kur'an'ın kardeşlik hukuku ile birleşmeyenler, ABD ve İsrail Siyonistlerinin fitnesi ile bugün mezhep yönü ile düşman olarak birbirlerinin kanını onların hesabına dökmektedirler.

Bundan çıkış yolu olarak İslam Birliğini hayata geçirmekten başka çıkar yol yoktur ve Allah'ın Kur'anda beyan buyurduğu da budur...

İşte Müslümanlar, bu iki merhum İslam aliminin öngördüğü şekli ile siyasi alanda kendilerine düşen sorumluluğu yerine getirmeleri gerekmektedir.

Selam ve dua, Allah'a gerçek manada teslim olanlaradır...


M.Necip YAVUZER yazdı...

Editör: TE Bilisim