Bu ismi çok değer verdiğim Pakistanlı ev arkadaşım (Awais İqbal) ilk kez bana anlattığı vakit işitmiştim. Muhammed İkbal… Ve Çanakkale Harbi sıralarında, yaptığı etkili, duygu yüklü konuşması ve sonrasında yaşanılan olay, beni derinden etkilemişti. Sonra üzülerek “Oysa her zaman Türkler, Çanakkale Savaşı’nı yalnızca kendilerinin kazandıklarını söylerler.” demişti…

Bizim için Mehmet Âkif ne ise, Pakistan milleti için de Muhammed İkbal odur. Bir İslam âlimi olan Muhammed İkbal’in hikayesini anlatmadan evvel öncelikle değinmek istediğim bazı noktalar var. Şöyle ki;

Şüphesiz Osmanlı, Çanakkale Harbi’ne girmeden evvel, hatta çok evvel, 16.yy’da hiçbir ülkeye nâsip olamamış binlerce milletleri ve yüzlerce ülkeyi bir çatı altına almış, müthiş ve kutlu bir imparatorluktu. “Kudsiyet” kelimesini özellikle kullanıyorum ki, Efendimiz’in sahih hadis-i şeriflerine istinaden bu devletin, böyle bir övgüye mazhar olması, görüldüğü üzere bu imparatorluğun ne kadar şerefli ve büyük olduğuna bir delil-i ispattır. Görüyoruz ki bugün bile, tâ Kâbe’nin etrafındaki sütunlar ve hatta Kâbetullah’ın alt yapısından tut, Yugoslavya’daki Osmanlı kalelerine kadar hep onların eli değmiş ve sayamayacak kadar kıymetli eserler bırakmışlardır. Bazan Arabistan’nın çölden geçilmeyen yerlerinde hiç olmadık bir yerde bakıyorsun ki, bir su kemeri… Bazen de, Avrupa’nın göbeğinde Osmanlı mimarisi ile süslenmiş bir camii... Koca 5-6 asra sığdırılmış şanlı bir geçmiş… İslâm’a böyle büyük katkılarda bulunmuş bir yönetimi elbette ki o çatı altında yaşayan milletler memnun olacak, sevecek ve sempati duyacaklardır. Fakat İstiklâl Harbi’ne yakın bir döneme girdiğimiz vakit, maalesef ki şaşalı bir devletten geriye bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları kadar yer kalacaktır. Şimdi bu nokta böyle dursun.

Türkler’in meşhur bir sözü vardır. “ Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.” diye… Bu sözün bazı milletlere ne büyük bir vefasızlık ve milliyetçiliği körükleyici nasıl bir söz olduğunu anlatma ihtiyacı hissediyorum.

Ne aydınlarımızdan, ne de okullarımızda gördüğümüz dersler dahi olsun bizlere Çanakkale Harbi’ni anlatırken katiyen Osmanlı’nın Müslüman müttefiklerinden söz etmez. Hem neden söz etsinler? İstiklâl Harbi’ne yalnızca Türkler girmiş ve bu harbi de onlar kazanmışlardır, zannediyorlar..! Evet gerçekten bu zanna çok büyük bir düşünce ile bağlılar. Halbuki gerçek öyle değil elbette… İstiklâl Harbi başladığı sıralarda “İslâmiyet’in selameti ve Osmanlı İmparatorluğu adına” ülkelerden, milletlerden ve halklardan “savaşa yardım için” taleplerde bulunulmuştur. Elbette ki bu savaşa Afganistan, Hindistan, PAKİSATAN, Kürt Milleti, zahiren Senegalli Afrikalılar ve Rus Müslümanlar… Ve tabiki daha ismini sayamadığım daha nice nice farklı ırktan milletler bu savaşa icabet etmişlerdir. Bazı milletler savaşa girmedilerse bile, yiyecek, giyecek, silah ve mühimmat yardımlarını yollamış, kimisinin elinden hiçbir şey gelememiş, belkide yalnıca dua etmiştir. O zamanlar Osmanlı’nın sadece ismi kaldıysa bile, geçmişin şanlı demlerinin hatırına, vefa ve sadakat adına ve İslâmiyet adına bu cihada ellerinden gelen yardımları yaptılar.( Allah onlardan ebeden razı olsun!)

Yoksa, Osmanlı’nın İtilaf devletleri tarafınca bütün tersanelerine girilmiş, orduları dağıtılmış ve silahları da ellerinden alınmış bir ülkenin itilaf devletlerine karşı ne ile savaşacaklardı, kazma kürekle mi? Ha bir de Osmanlı Tokadı vardı, unutuyordum az kalsın…

Bu milletler olmasa idi, Allah bilir bu savaşı kazanamazdık belki de…

Türk milletinin umumuna dair konuşacak olursak: “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.” Sözünü söyleyen bir adamın ne tarihinden haberi vardır, ne de vefa kavramının ne anlama geldiğini bilmekten…

Yukarıda özellikle büyük harflerle Pakistan yazdım ki, zira Muhammed İkbal’i anlatacaktım. Fakat tarihin altın sayfalarla dolu olan yerleri kirli tozlar ile kaplanmıştı. Kusura bakmayın, birazcık onu temizlemekle uğraşıyordum.

Evet, Muhammed İkbal… Hitabet yönü kuvvetli olan bu insan, İstiklâl Harbi sıralarında Pakistan’ın büyük bir meydanında yüzlerce insana sesleniyordu. Halk onun anlattığı şeylerden o kadar etkilenmişlerdi ki, her birinin kalbi ve gözleri dopdolu idi.

Osmanlı’ya yardım için halkı cihada ve yardıma çağırıyordu. Müslümanlık, hakiki manada; öyle ince bir işçilik, dikkat, rikkat ve mühim bir ehemmiyete sahiptir ki; düşünüşte ve uygulayışta öyle dolmbaçsız ve öyle dosdoğru hedefine ilerlediği vakit, işte o zaman isikameti; salih amel ve hakiki manada iman olan, Hak yolunu bulmak manasına gelir. Tam da böyle bir zamanda imanın da doruğa yükseldiği bir anda, Muhammed İkbal’in topladığı bu kalabalıktan bir kadın, kucağındaki bebeğini havaya kaldırarak, gür bir sesle; “ yok mudur şu bebeğimi satın alacak bir insan, yok mu?” “Eğer onu alacak biri olursa, ben o parayı şu Allah için savaşanlara vereceğim.” der… İşte iman, salih amel ve adanmışlık ruhu insanı dilediği mefkûreye sevkettirir, biiznillah…

Mehmet Akif Ersoy ve Muhammed İkbal, bamtelinin en ince teline dokunabilen yegâne İslam mücahitleridir. Kader onların mekanlarını farklı yerlerde çizmişse bile, Allah yolunda aynı amaç ve görevi bölüşmüşlerdir.

Demek ki, tarihimizde destanlara aşırı bağlandığımız vakit düşüncelerimizdeki izdüşümlerde sapmaların olmaması içten dahi değildir.

Vesslam...

Not: Muhammed İkbal, İstiklâl Harbi için 1.5 milyon sterlin yardım toplamıştır.